AH, O NOSTALJİK PLAJLAR!

Belki karşınıza Müzeyyen Senar çıkar, Zeki Müren de sizi görür...

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 22 Haziran 2016
AH, O NOSTALJİK PLAJLAR!
Güzel İstanbul’un daha da güzel olduğu yıllara gidip Boğaz’dan denize girmeye, şehrin nostaljik plajlarında bir gezintiye çıkmaya ne dersiniz? Belki karşınıza Müzeyyen Senar çıkar, Zeki Müren de sizi görür...





S öz konusu nostaljik deniz fotoğrafları olunca bugüne kadar aklımıza gelen ilk isimler Grace Kelly’nin Capri kareleri, Brigitte Bardot’nun Güney Fransa sahillerinde çekilen görüntüleri gibi klişeler olur. Aslında sanılanın aksine kendi tarihimizde de çok sağlam bir plaj geçmişi ve ritüeli bulunuyor. Cumhuriyet’le birlikte denize ve kumsallara yaklaşımımız evriliyor ve zarif, stil sahibi kadınların boy gösterdiği plaj kültürü ortaya çıkıyor. İstanbul, tabii ki o dönemin de gözde şehirlerinden. Her bir yanı sularla çevrili olan bu şehirde denize girmek için kilometrelerce yol kat etmeniz gerekmiyor. Kendi geçmişime baktığımda bile hatırlıyorum: 80’li yıllarda hayatımda ilk kez denize girdiğim yer babaannemlerin Büyükdere’deki yazlıklarının hemen karşısında bulunan plajdan olmuştu. Keşke bugün de aynı modernlik ve lüks, hayatımızda olsa demeden edemiyorum. Mesela düşünsenize temmuz ayında, bir çarşamba günü işten çıktınız ve akşamüstü kendinizi, en yakındaki plaja atıyorsunuz.


Happy Hour’da içkilerinizi yudumlarken İstanbul Boğazı’nın temiz (!) sularında yüzerek serinliyorsunuz. Bu durum artık hayal olabilir fakat birkaç on yıl öncesinde gerçeğin ta kendisi. Sizi şehrin en popüler nostaljik plajlarıyla tanıştırayım. Ve hatırlatayım, bu yazıyı okurken “Ah İstanbul” diye iç geçirmek serbest!


~

Hatıra defterini karıştırmaya Gökhan Akçura’yla konuşarak başlıyorum. Nostaljik İstanbul plajlarıyla ilgili derin bilgisi, makaleleri ve kitapları var. Az sonra okuyacağınız çoğu bilgi onun bana aktardıkları. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru İstanbul kıyılarında tek tük de olsa salaş “deniz hamamları” kuruluyor. Yanlış anlaşılmasın, yalı önlerinde, hususi hamamlar bunlar. Dört tarafı tahtalarla örtülü yeni bir dünya. İçine giren, dış dünyadan gizli kapaklı, karanlık bir suya giriyor ve hemen çıkıyor. Deniz hamamının dışında, sahil boyunca dolaşan bekçi kayıkları, açıkta denize girme yasağına uyulup uyulmadığını kontrol ediyor. 1906 yılında yayınlanan Adanalı doktor Ahmet Şükrü’nün “Denize Kimler Girebilir?” kitabı ilaç prospektüsü gibi yazılmış. Ahmet Şükrü, önce yaş sınırı koyar. 7 yaşın altındaki ve 45 yaşın üstündekiler için denize girmek yasaktır! Denize girmek için bir nedenin de olmalıdır mutlaka. Sinirleri bozuk olanlar, stres yaşayanlar, kansızlık çekenler, bademcikleri şişenler, göz ağrısı olanlar, kulak akıntısından yakınanlar, midesi şişkinlik yapanlar ve özellikle de deri hastalığına yakalananlar... Anlayacağınız deniz, deniz olalı böyle hastane muamelesi görmemiştir. Dönemin en önemli deniz hamamları Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme, Ortaköy, İstinye, Tarabya, Büyükdere, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi, Üsküdar, Salacak, Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Bostancı, Kartal, Maltepe, Pendik ve Tuzla’da kurulur.~ İSTANBUL KIYILARI İNSANA DOYAR, PLAJLARI EFSANELEŞİR



Büyükdere’deki Beyaz Park Plajı’nın öyküsü, deniz hamamlarından plajlara nasıl geçtiğimiz konusunda ilginç bilgiler edinmemizi sağlıyor. Burası 13 Ağustos 1926 tarihinde, Beyazpark Gazinosu ve Deniz Banyosu olarak kurulmuş. Arazisi belediyenin olan plajın sahibi Rasim Kayra. Denize nazır gazinonun iki yanında biri kadınlara, diğeri erkeklere mahsus deniz hamamları bulunuyor. Fakat bazı Büyükdereliler, bu kadar yakın ve aralarında içkili bir gazino bulunan bu iki hamamdan rahatsızlık duyup, “adap ve ahlaka mugayir” olduklarına dair bir dilekçe vererek kapanmasını isterler. Bir tesadüf eseri, aynı günlerde, o zaman daha Atatürk adını almamış olan Gazi Mustafa Kemal, Beyaz Park’a uğrar. Yerini ve hamamların suyunu çok beğenir. Bunu fırsat bilen gazino sahibi, Gazi’nin yanında bulunan Tahsin Uzer vasıtasıyla dilekçe meselesini Mustafa Kemal’e çıtlatır. Bunu duyan Gazi çok sinirlenir: “Kadın-erkek ayrımı ne oluyor? Burada doğru olmayan şey, aradaki mesafenin azlığı değil, deniz hamamında hâlâ haremlik ve selamlık aranmasıdır” diyerek düşüncelerini belirtir. Atatürk’ün bu ilgisi sonucu, Beyaz Park hışımdan kurtulur ve ünü giderek artar. Planı yeniden ele alınarak düzenlemeler yapılır. Deniz hamamları kaldırılarak büyük bir yüzme havuzu tesise eklenir.





Dönemin diğer popüler yerlerinden Suadiye Plajı’na giriş 35 kuruş. O zaman için oldukça pahalı mekanlardan biri. En önemli özelliğiyse denize merdivenle inilmesi. 24 Haziran 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinde burası için şöyle yazılıyor: “Suadiye’de plaj, gazino, otel gibi asri tesisat vücuda getirmek için bu semti canlandırmış olan Mustafa Bey, bu sene çok emek ve para sarfiyle Suadiye Plajı’nı daha mükemmel hale getirmiş, halkın da istifadesini düşünerek fiyatları yarı yarıya ucuzlatmıştır. Suadiye şimdi hem ucuz hem de en modern plaj olmuştur. Plajdan geceleri de istifade edilebilmesi için deniz iki kuvvetli projektörle tenvir edileceği gibi, denizin ortasında dans edilmek için bir de dans dubası konulacaktır. Muntazam vapur, tren ve otobüs seferleriyle her istenilen saatte Kadıköy ve İstanbul’a bağlı olan Suadiye, güzel cazbandı, varyete numaraları, bol ışık, bol yeşillik içinde cidden çok nezih ve eğlenceli bir yer olmuştur. Haftada iki gece Süreyya Opereti de Suadiye’de temsiller verecektir. Mavi Marmara’ya, yeşil Adalara ve Uludağ’ın karlı tepelerine nazır emsalsiz manzarası, bilhassa mehtap gecelerinde harikulade güzelliğiyle Suadiye’den daha güzel bir eğlence yeri, manzaralarının müstesna güzelliğiyle meşhur olan İstanbul’da bile enderdir.”





Fenerbahçe’yse İstanbul’un en demokrat plajı olarak tanınıyor. Kadıköy’ün en güzel kızlarını, hem de plaja hiç para ödemeden burada görmek mümkün. Ama demokrasiye karşı kadınlar da düşünülmüş. Kadınlar için kapalı bir özel bölümü de var. Dönemin gençleri buraya “harem” diyorlar. O zamanlar adı Konak Otel olan, Tarabya Oteli’nin karşısındaysa Konak Plajı bulunuyor. Pazar günleri plaja gelenlerin sayısı 1500’ü buluyor. Özellikle Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi sanatçıların rağbet ettiği plaj burası. Süreyya Plajı’nın öyküsüyse 30’ların sonunda başlıyor. Kadıköy’e yaptığı hizmetlerle tanınan Süreyya Paşa, Küçükyalı mevkisinde deniz kenarında uzanan bostanlarını plaja dönüştürmeyi düşünür. İnşaat 20 Haziran 1939’da başlar. Yapı çalışmaları savaş yıllarına rastladığından oldukça uzun sürer; tam yedi yıl! Resmi açılış tarihi 8 Haziran 1946. Bir sonraki sezonsa plaj, Fenerbahçe’de daha önce ün kazanmış Belvü tesislerinin yöneticiliğine teslim edilir.


~Plajın simgesi, şimdilerde sahile yol yapıldığı için içeride kalan ve heykeli yok olan Bakireler Mabedi’dir. Hatta zamanın Milli Piyango biletlerinin üzerinde bile bu plajdan ve Bakireler Mabedi’nden fotoğraflar bulunur. Florya Plajı’ysa 19’uncu yüzyılın son günlerinde ünleniyor. Yeşilköy’ü geçince deniz kıyısında çınarlar altında havuzlu bir gazino karşımıza çıkıyor. Buraya Florya Mesiresi denilmekte. Bu bölge Kalitarya (Rumcada Sütçüler Köyü demek) köyüne bağlıdır. 1898 yılında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanan bir ilandan, buranın yeni yeni gidilmeye başlanan bir mesire yeri olduğu anlaşılıyor. Bahçede bir büfe kurulmuş ve Bomonti birası satılmaya başlanmış. Ayrıca kahve, mastika, şarap, konyak gibi çeşitler de bulunuyor. Ah eski, güzel ve modern İstanbul!





ÇIPLAKLIK MESELESİ





Yeni Türkiye’de her şey vahim, özellikle de söz konusu çıplaklık olunca birden herkes namus bekçisi kesiliyor. Eski Türkiye’deyse durum çok farklıymış. Refik Halit Karay, savaş yıllarının bunalımlı dedikodulu ortamında, çıplaklığın getirdiği huzur ve demokrasiden pek memnun olarak Plajda Gezintiler kitabında şunları yazar: “Plajda bütün kabuslardan, üzüntü ve eziyetten uzaksın. Bunu yapan çıplaklıktır. Beden çıplaklığı zihni de lüzumsuz örtülerden, o bunaltıcı, terletici fikir elbiselerinden kurtarmaya yarıyor, fikir de plajda soyunuyor, yıkanıyor, daha samimi, daha tabii oluyor.” Bu konudaki son sözünüyse şöyle söylüyor: “Çıplaklığın faydaları pek çok, hem sade maddi ve sıhhi bakımdan değil, terbiye ve ruh noktasından da… Evvela göz doyması, göz tokluğu. Sonra adama alışmak ve tabiiliğe dönüş. Yavaş yavaş da benimsemek, bir kemale eriş, bir istiğna (gönül tokluğu) mertebesine varış. Soyulmak ne kadar fenaysa soyunmak o derece iyi…” Yazar bir başka yazısında, sınıf farklarını insanları soymak yoluyla ortadan kaldırdığı için plajları sevdiğini söyler ve durumu tek cümlede şöyle özetler: “Plaj nedir? Hürriyet diyarı…”





BANYO KOSTÜMLERİ: MAYOLAR



1934 Mayıs ayında yayınlanan Hafta dergisinde şöyle bir yazı var: “Banyo kostümü hemen hemen Hazreti Havva’nın kostümüne benzedi. Öyle olduğu halde bu 25 santimlik bez parçası her hafta değişen bir modaya tabidir ki, bu moda da Miyami’den hemen hemen bütün dünyaya yayılmaktadır. Yazıbeklemeden deniz mevsimini açan bu şehirde geçen ay sinema güzellerinden Doris Hill krepondan bir mayo giymiş; bu mayoyla denizden çıktığı zaman plajda seyirci olanlar hayretten donakalmış. Meğer bu kumaş su görünce o kadar şeffaf bir hal alıyormuş ki…” Genelde çiçek desenli, muşambamsı bir bezden yapılan mayolar, bugün tekrar gündemde olan yüksek belli modellerin atalarıydı. Denizler, mayolar ve güneş yanıkları konusu 1950’li yıllarda artık önemini kaybetmeye başlar. Çıplaklığa alışılmıştır, plajların popülaritesi artmış ve koruma kremleri piyasaya çıkmıştır. O günler çok güzeldir, güneşli günlerdir. Bugün üstlerinde bulutlar dolaşmaktadır.





 Yazı: SERLİ GAZER BOYACI

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.