DEĞİŞİMİN SIRRI DNA'MIZDA GİZLİ

İnanmıyorsanız, okumaya devam edin.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 09 Şubat 2017
DEĞİŞİMİN SIRRI DNA'MIZDA GİZLİ
Biri size şu anda sizi mutsuz edenya da kısıtlayan her şeyin bilinçaltında ve DNA’nızda kayıtlı olduğunu ve bunları kolaylıkla silme yeteneğinin genlerinizde var olduğunu söylese? Dr. Natalia Zayud bunun bilimsel olarak yapılabilir olduğunu söylüyor. Söylemekle kalmıyor, yolunu da öğretiyor! Biz de gittik, gördük, öğrendik.





Sonuç?





Hayranlık uyandırıcı ve ilham verici.





ELLE: Akademik geçmişinizden bahseder misiniz? Ülkemizde genellikle enerjiyle bağlantılı konularla biliminsanları pek uğraşmıyor, bunlara daha çok spiritüel konular olarak bakma eğilimimiz var.


NATALIA ZAYUD: Tıp doktoruyum, 1984’te Bakü Tıp Fakültesi’ni bitirdim ve bir süre zorunlu hizmet gereği asistan olarak çalıştım. Daha sonra Rus Bilim Akademisi’nde bio-mühendislik, DNA ve gen mühendisliği konusunda çalışmalar yaptım. 2003’te Moskova’da Sky Zone Akademisi’nde iş eğitimi ve kuantum terapistliği eğitimleri aldım; bu bölümden ayrıca eğitmen sertifikam var. Dünyada yeni işletmecilik yaklaşımını temsil eden “Kuantum İşletme Modeli” konusunda çeşitli işletmelerle çalışmalar yaptım. Saint Petersburg İlerlemiş Energo Enformasyon Gelişme Enstitüsü’nde hastalıkların nedenlerini çözme yöntemleri konusunda çalışmalarım oldu.





ELLE: DNA kodlamasını bilimsel olarak nereye oturtuyorsunuz? Kuantum fiziğiyle bir bağlantısı var mı?


N.Z.: Geleneksel tıp, sadece kişisel bedenle ilgilenir, arıza olunca tamir eder. “Yeni tıp”ya da “holistik tıp”sa, birçok disiplini bir arada kullanıyor. İnsanın daha sonra hastalanmaması için nasıl yaşaması lazım, neyi düşünmesi lazım, nasıl sosyal ilişkiler kurması lazım?.. Gen nasıl davranır, genetik bilgi nasıl aktarılır, hücre nasıl davranır, hücresel bilinç nedir, nasıl hareket eder, DNA’nın anlamı ne?.. Kuantumla da örtüşüyor aynı zamanda. Kuantum zaten bir enerji parçacığı, atom altı enerjisi. DNA görünmeyen ama var olan bir şey, DNA ve kuantum enerjisi birbirine çok yakın.





ELLE: DNA kodlaması nedir, buna neden gerek var ve bu nasıl yapılır?


N.Z.: DNA bizim bilgi depomuz. Tüm bilgilerimiz orada kayıtlı. DNA, sarmal şeklinde biliyorsunuz. Bu sarmalın, fiziksel bedende olduğu gibi bir uzantısı da, “aura” adı da verilen eterik bedende. Gözle görülemiyor ama bilimsel olarak var. Artık bunlar fotoğraflanabiliyor. Yani hem fiziksel bedene, hem de elektromanyetik bir alana sahibiz aslında. DNA, ses gibi mekanik dalgalara tepki verir ve fiziksel bedene de etki edebilir. Yani aktive edilebilir, eski kodları silinip yenileri kaydedilebilir. Her hücrenin hafızası vardır. DNA da, hücre de öğrenebilir. Beynimizdeki bilgiler yüzde 10 bilinç, yüzde 90 biliçaltındakilerden oluşur. Ama DNA’yla iletişime geçmek, günlük hayatımızdaki normal bilinç seviyesinde maalesef mümkün değil. Aktif, uyanık haldeyken beynimiz “Beta” dalga boyundadır. DNA’yla iletişimse normalde uyurken, rüya görürken yani bilinçaltıyla etkileşim halinde olduğumuz “Alfa” boyutunda gerçekleşir. Beyin sakin ve günlük düşüncelerden uzaktır. İşte buradayken altbilinçle, organlarımızla, ortak morfogenetik alanla iletişim kurabiliriz. Bu, küçük çocuklarda ya da şamanlar, aborijinler, kızılderililer gibi eski kültür toplumlarında zaten kullanılan bir bilgidir. Bizlerse bunu kullanmakla ilgili bilgi sahibi olmadığımız için sürekli Beta’da yaşıyoruz. Yoksa genlerimizde bunu kullanabilme yeteneği var. İlk önce nasıl kodlandık, onu bilmemiz lazım tabii.


~ELLE: Nedir düzeltmemiz geren yanlış kodlamalar?


N.Z.: Yanlış kodlamalar bizi kısıtlayan, mutsuz eden durumların içinde yaşamamıza sebep olan, bilinçaltımızda kodlu olan tüm olumsuzlukları kapsıyor. Bunlar DNA’mızda yani bizim bilgi depomuzda kayıtlı bilgiler. İnsan DNA’sı yedi nesil öncesine kadar uzanan bir bilgi taşıyor, bu çok önemli. Sadece genetik hastalıkları miras almıyoruz; atalarımızın travmaları da bize miras kalıyor, “psikomiras” diyoruz buna. Kodlama süreci, bebek anne karnındayken başlıyor. Anne karnı çok belirleyici. 0-6 yaş döneminde de anne-babaların söylediği, yaptığı her şey emir gibi kayda giriyor, çocuk süzmeden alıyor bu bilgileri. Bir kere çocuğa “geri zekalı” dediniz mi, çocuk kaydeder bilgiyi, sorgulamaz o yaşlarda. TV’deki bir dizi, duyduğu bir şarkı da çok önemli çünkü bunları kendi hayatı olarak algılıyor. Herkes Türk dizilerinde olduğu gibi aşktan acı çekiyor ve bir türlü kavuşamıyorsa mesela, çocuk da aşktan ya kaçar ya da aşık olduğu zaman acı çeker. Bir de hormonların çok yüksek seviyede olduğu, çok savunmada ve kırılgan olduğumuz ergenlik döneminde yaşananların büyük etkisi oluyor DNA kayıtlarımıza.





ELLE: Terapiler, psikologlar, “Çocukluğunuza dönelim”le başlayan seanslar işe yarıyor mu? Sizce doğduktan sonra edindiğimiz negatif kodlar bu şekilde giderilir mi?


N.Z.: Doğduktan sonrakilerle çok uğraşırlarsa tabii ki fayda olabilir, eğer çok niyetlilerse ve sebebini biliyorlarsa. Aslında kendi sebebini bulmak çok zor. Çünkü anne karnı ve önceki kısım esas olarak bizi çok etkiliyor. Biz ilk sekiz hücreden oluşuyoruz. O sekiz hücrede zaten bütün bu kayıtlar var. Çok küçükken bilinçaltına ittiğimiz olumsuzlukları da bilinç seviyesinde çözmek çok zor.





ELLE: Değiştirilemez kodlar var mı?


N.Z.: Değiştirilemez pozitif kodlar var sadece. Ana kodlarımız hep pozitif çünkü hayatta kalmaya programlıyız. Negatif, hareket olarak yıkıcıdır; ölüm, hastalık getirir. Fizik bakış açısından bakarsak, çekirdekte hep pozitif olmak zorunda, yoksa yıkım olur. Çekirdekte biz de hep pozitif olmak zorundayız. Sonradan bu olmaz, kötüyü sonradan öğreniyoruz, toplumun sistemini kabul ediyoruz.





ELLE: Sürekli olumlu mu düşünmemiz lazım o zaman, negatif bütün kodlar zararlı mı?


N.Z.: Sürekli hayal edip yatarsanız, hiçbir şey yapmazsanız, sadece kilo alırsınız. Bu negatif-pozitif olma durumları son zamanlarda çok yanlış yorumlanıyor. Okuyoruz, televizyondaki programlarda izliyoruz. Sürekli “pozitif düşünün” deniyor, negatif hiçbir şeye kimsenin tahammülü yok. Bu çok yanlış. Doğanın kuralı hem pozitif, hem negatifin bir arada olması ki akım olsun, enerji olsun. Sağlıklı stres düzeyi motivasyon yaratır. Beyin en tembel organımız, kamçıya ihtiyacı var. Evet bizi engelleyen, mutsuz eden negatif kodları siliyoruz. Çünkü zaten yaşamın akışında sürekli negatif olaylarla yüz yüze geliyoruz, negatif yükleniyoruz. Burada sadece şuna dikkat etmek lazım: Her ikisi de hayatın doğal bir parçası. Ama negatif, yani dişi enerjinin her zaman daha baskın olduğunu unutmayalım. O yüzden pozitiflerimiz her zaman negatiflerimizden daha fazla olacak ki denge olsun. Yoksa mutsuzluk, depresyon, hastalık, ölüm olur. Aslında negatif bizi koruyor ama dozu kaçırmamak lazım. Mesela birisiyle iş yapacaksanız, pozitif düşünürsünüz. Ama ilerde sorun çıkarsa, işler kötü giderse ne yapacağınızı da düşünün. Buna göre önceden sözleşme yaparsınız. Bu bir negatif düşünce, ama bizi koruyan bir negatif düşünce.


~ KADINLAR ERKEK GİBİ YAŞARSA



ELLE: Kadınlara özel negatif kodlar var mı?


N.Z.: Kadınlara özel negatif kod aşırı korumacılık, aşırı annelik. Kadın, doğuran. Hayatta kalabilme, kendini koruma içgüdüleri erkeklere göre daha yüksek. Kadınlarda “Ne olursa olsun çocuğumu savunmak zorundayım” içgüdüsü kodlu; o da hormonlarla ilgili. Hormon seviyesi ne kadar yüksekse, o kadar kırılgan ve savunmada oluyorsunuz. Hayatta kalmak için, daha dikkatli olması lazım kadının. Ama her şeyin aşırısı zarar zaten. Aşırı korumacılık, çocuğun gelişmemesi demek, birey olamaması demek.





ELLE: Kadınlara özgü pozitif kodlar nelerdir?


N.Z.: Kadının duygusal zekası daha yüksek. Kadın sağ loblu. Tehlike anında kadında iki lob birden devreye girer. Mesela yangın var. Kadın oradan kurtulmak için iki lobu birden kullanır. Erkekse ilk önce “Nasıl?” diye düşünür, orada birkaç saniyeyi kaybeder. Bu bile büyük bir üstünlük kadın için.





ELLE: Kadınların temel negatif kodları, kadın-erkek ilişkilerini nasıl etkiliyor? Standart sorunlar var, bunların nedenleri nedir?


N.Z.: Burada çok enteresan bir durum var aslında. Kadınların aşırı anne olma durumunun özellikle Türkiye’de, yetiştirdikleri erkekler üzerinden kadınlara ve ilişkilere çok olumsuz bir geri dönüşü var. Bir şekilde kadınlar kendilerine kötülük yapıyorlar. Anneler aşırı korumacı, Türk erkeklerinin çoğu anneci. Annesinden onay almadan yaşayamayan, birey olarak vermesi gereken kararları hala annesinin aldığı, takvim yaşı büyük ama gelişim yaşı küçük erkekler var. Anne en kutsal varlıktır, anneler de bunun bilincinde ama çocuklarından bunu sürekli olumlamalarını istiyorlar: “Kocam bana değer vermedi, oğlum bana değer versin” anlayışıyla büyütüyor çocuğu. Yeni nesli yetiştiren kadınlar, o erkeği nasıl büyütürse, onun hayata bakış açısı da öyle oluyor. Anneye benzer eş neden seçerler, çünkü bildiği şey o zaten. Ama o zaman boşanmalar başlıyor. Anne gibi eş seçtikten sonra, sevgili aramaya başlıyorlar, al sana ihanet. Çünkü altbilinç bunu anne olarak algılıyor, anneyle cinsel ilişki olmaz. İşte cinsel ilişki orada bitiyor. Zaten çoğu kadın da evlendikten sonra bu rolü benimsiyor, erkeğin bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, derken otomatik olarak anne rolünü üstleniyor. Sonrasında kadında doyumsuz cinsellik, paylaşım olmamasından kaynaklanan mutsuzluk başlıyor. Kadın mutsuz, çünkü temel hormonlarını çalıştırmıyor. Ondan sonra o da erkeği istemiyor zaten. Her insanın bedenindeki dişi ve erkek enerjinin dengede olması, sağlıklı bir hayat için birinci koşul.





ELLE: Cinsellik o kadar önemli mi?


N.Z.: Çok önemli. İyi giden evliliklerin çoğunda cinsellik sağlıklıdır. Hatta şöyle diyelim, yüzde 60 oranında iyi bir cinsel hayata bağlıdır sağlıklı yürüyen evlilikler. Çiftler kavga ederler, tartışırlar ama bir arada kalmanın bir yolunu bulurlar. İki kişiyi bir arada tutan bir zamk gibidir iyi seks, bir arada tutan ciddi bir etkisi var. Çok özel bir paylaşım var orada sonuçta. Sevmek ve sevişmek aynı köktendir.





ELLE: Peki çözüm, evlilikteki mutluluk çözümü, insanın annesine benzemeyen kadınlarla evlenmesi mi?


N.Z.: Tabii ki hayır, öyle anlaşılmasın. Eş bulma amaç olacak, asıl çözüm orada. Bir kadına, sadece ihtiyaçlarını karşılayacak diye bakmaması lazım erkeğin. Benimle arkadaş olacak, benim sevgilim olacak, onunla flört edeceğim, seks yapacağım, gezeceğim, tozacağım. Benim çoraplarımı yıkayacak, yemek yapacak değil. Bir de şu var tabii, herkes eş rolünü önceki nesillerden öğreniyor ve öyle davranıyor. Mutlu aile modeli çok az. Birbirlerini çok seviyorlar ama sürekli kavga ediyorlar. Neden? İkisinin de ailelerinde, anne-baba sorunlu, hep kavga etmişler. Kavganın normal bir şey olduğuna, evliliğin öyle olması gerektiğine kodlanıyorlar. Bunların hepsi altbilinçte tabii. DNA’mızda ne kayıtlıysa onları yaşıyoruz. Ama işin esas kötü tarafı nerede? Biz çocuklarımıza da aynı kodları aktarıyoruz.


~ELLE: Diyelim ki bunların farkına varıyoruz. Nasıl değiştireceğiz, kodlamayla mı?


N.Z.: Kesinlikle. Çözüm o. Çünkü eski kodlar anneden öğreniliyor. Anne de anneanneden öyle öğrenmiş. Bu, nesilden nesile bir sarmal şeklinde geçiyor. DNA sarmalı böyle devam ediyor. Farkında olmak çok önemli tabii. Ama bunu bilimsel olarak çalışmak lazım. Yöntem bilmek gerekiyor.





ELLE: Menopoz için negatif kodlardan bahsetmiştiniz, kadınlar kendilerini adeta kodluyorlar demiştiniz...


N.Z.: “Benim annem 40 yaşında menopoza girdi, ben de 40 yaşımda menopoza gireceğim” diye, 15 yaşından itibaren bu düşünceyle yaşayan bazı kadınlar var. Gerçekten de tam düşündükleri yaşta girerler menopoza. Kimi kadın vardır menopozu aklının ucundan bile geçirmez. Gerçekten 54-55 yaşında ilaç kullanmadan, o kadar rahat atlatır ki o dönemi; kendiyle barışık çünkü. Hayatta zaten endişe ettiğimiz, korktuğumuz her şey başımıza gelir. Korku, yoğun bir duygu ve yüksek adrenalin salgılatan negatif bir enerji. Unutmayın, negatif hep daha baskındır ve çok çabuk gerçekleştirir. Miskin miskin sürekli hayal kurarız, bir türlü gerçekleşmez; ama korku gibi hayatta kalabilmek için gerekli yüksek enerji taşıyan, yüklü hormon salgılatan negatif durumların enerjisi çok yüksektir. Bu da korktuğumuz şeyin gerçekleşmesine neden olur.





ELLE: Çalışan, erkek gibi yaşayan kadınların ne gibi sorunları var, nasıl sıkıntılar yaşıyorlar?


N.Z.: Özellikle Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde kadın, ekonomik özgürlüğü yeni yeni kazanmaya başlıyor. Bu sefer iyice aşırıya kaçıyorlar. Çünkü erkeklerden dayak, zulüm, her türlü ezici davranışları gören anneler, anneanneler, tabii ki kendi kızlarına, “Kızım sakın evlenme” diyor. “Oku, meslek sahibi ol, önce paranı kazan, kocana asla muhtaç olma, erkekler zaten ne işe yarar, ben genç olsam hayatta evlenmezdim, hayatını yaşa...” Bu kalıplar beynimize kazınıyor, hücrelerimize siniyor, hepsi bilinçaltımızda yerlerini alıyor. Halbuki kadınların bir biyoritmi var. 27-32 yaş arası doğurganlık hormonu çok yükseliyor, rahim mutlaka doğum yapmak istiyor ve bir eş aramaya başlıyor. Sonra yaş ilerledikçe bu biraz daha azalıyor. Bu arada kadın yetiştirildiği şekilde çalışıyor, erkeğe parasal olarak ihtiyacı yok. Bilinçaltında erkeklere bir meydan okuma var. Her şeyi kendi yaparken görüyor musunuz, kaç görev birden üstleniyor? Otomatik olarak erkek gibi davranmaya başlıyor. Tamam, ekonomik özgürlüğümüzü kazanalım, güzel bir şey ama erkeklere de ihtiyacımız var. Kadın kendi doğasını yitirmemeli. İki eksi birbirlerini iter, iki artı da birbirlerini iter ama artı ve eksi birbirini çeker. Yani dişi ve erkek. Vücudumuzda hem kadınlık, hem erkeklik hormonu var ve bunların dengesi çok önemli. Erkek tarafınızı daha çok sol lob gerektiren analitik olaylarda devreye sokun, hayatınızın her alanına değil.





ELLE: Kadın kadın gibi davranmadığı zaman, sizin deyiminizle doğasını yitirdiği zaman ne oluyor?


N.Z.: Agresif oluyor, sinirli, kıskanç oluyor. Çünkü kendi doğasına aykırı davranıyor, yaşıyor, besleniyor. İki kişilik yük taşıyor. Bir sonraki nesle hayat vermek olan temel görevini çocuk doğurmayarak bir nevi yerine getirmiyor.


~ELLE: Şart mı çocuk doğurmak her kadın için?


N.Z.: Her kadın için tabii ki şart değil ama doğanın işleyişi bu.





ELLE: Bir tane de olsa doğurun diyorsunuz yani?


N.Z.: Evet.





ELLE: Ciddi bir sorun da kısırlık. Tüp bebek için büyük paralar harcanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?


N.Z.: Kısırlık da gittikçe daha sık karşımıza çıkıyor ve tabii ki her güncel sorun gibi bir sanayiye dönüşmüş durumda. Hormonlu gıdalarla beslenmemizin bunun üzerinde bir etkisi olduğu tartışılmaz. Kadınların kendi çocukluk dönemleriyle ilgili bilinçaltındaki algıları ayrıca çok önemli. Kendi çocukluk dönemini kötü geçirmiş olabilir. Örnek olarak çocukken çok dayak yedi diyelim. Bu durumda altbilinçte çocuk olmanın acı verdiği kodlanıyor. “Ne gerek var doğuracaksın, çocuk mutsuz olacak” diye düşünüyor altbilinç.



“SAVAŞ GENİ” KİLO ALDIRIYOR






ELLE: Aşırı kilo neden kaynaklanıyor sizce?


N.Z.: Şu anda dünyada en büyük problem “fast food çocukları”, biliyorsunuz. Bunun birkaç nedeni var. “Şişmanlık geni bulundu” diye birkaç sene önce bir yazı çıktı. Şişmanlık geninin içeriği ne biliyor musunuz? Savaş. İlk neden, miras aldığımız DNA’mızdaki savaş geni. Bu insanlar genlerinde savaş kayıtlı olan, savaşta ölen, göç etmek zorunda kalan, açlık çeken dedelerin torunları. Savaşta vücut ne yapar? Sürekli yiyecek stoklar aç kalacak diye. İçgüdüsel olarak, bir daha savaşmak zorunda kalırsam, aç kalırsam güçlü olayım diye depolar. DNA’daki bu bilgiyle otomatik olarak çok yemeye başlıyor insan, yedikçe vücut yağ depolamaya başlıyor, metabolizma yavaşlamaya başlıyor, kilo arttıkça metabolizma hızı düşüyor. Metabolizma hızı düştükçe bu sefer hormonal dengesizlik başlıyor, erkeklik hormonu yükselebiliyor. Vücut şekli değişiyor, göbek oluşuyor, bel kıvrımı gidiyor, üst taraf ve omuzlar genişliyor, erkek şekli alıyoruz. Sürekli savaşta gibi davranıyoruz; buna kızgınlık, hırçınlık hali eşlik ediyor çünkü vücut streste.





ELLE: Zincirleme bir etkileşim.


N.Z.: Evet, genlerden başlıyor ve hormonlarımıza, davranışlarımıza yansıyor. Onun için alt bilinç tekniğiyle genetik kodlarımızı mutlaka çözmek gerekiyor. Mide hacimli bir organ; çok yemeye başlayınca genişliyor, az yemekle yetinmiyor. O yüzden diyet yapmak çok zor oluyor. Bir de zamanımızda yiyecek bulmak çok kolay; bir telefonla, bir bilgisayarla hemen istediğin yemeğe ulaşıyorsun. Metabolizma artık o kalorilere alışıyor. Genle başlayıp gerçek hayatta da birbirini tetikleyen hormonlar, midenin büyümesiyle bir kısır döngüye giriyor. Bütün bu kısır döngüden çıkıp, bambaşka bir hayat tarzı yaratmak gerekiyor. Çünkü zaten şişmanlığın sonu hastalık.





ELLE: Diyet yapmak bir çözüm değil mi?


N.Z.: Diyetle ilk etapta kilo verebilirler. Ama savaş geni durduğu sürece kalıcı bir sonuç çok zor. Veriyorlar ama sonrasında fazlasıyla geri alıyorlar. Alt bilinçteki o kodları değiştirmek şart. Altbilinç ve bilincin şöyle bir farkı var: Altbilince ne koyarsan sana aynısını verir. İstediğin kiloya kendini programladığın zaman o kiloda kalırsın. Mesela birkaç kilo mu aldın, 2-3 gün mutlaka hayat öyle bir sebep yaratır ki, iştahın olmaz ya da yemek yiyemezsin.





ELLE: Ne yapmak lazım?


N.Z.: İlk önce bedeni savaşı bıraktığına ikna etmek lazım. Bunun için de bedeni Alfa moduna geçirip kodlama yapmak şart. Biz zaten başka türlü alt bilinçle iletişim kuramıyoruz. Beynimiz hep Beta’da çalışıyor. Bir tek uykuda Alfa’dayız, orada da kodlama mümkün değil. Sonra metabolizmayı hızlandırmak lazım, detoks yapmak, birikmiş yağları yakmak lazım. Hayat tarzını tamamen değiştirmek, daha sosyal, daha hareketli olmak gerekiyor. Bazı kilolu insanlar kendilerini beğenmiyorlar ve asosyal olmaya başlıyorlar. Bunu yapmamak gerek.





ŞİRKETLERİN DE DNA’SI VAR





ELLE: Sizin kurumsal çalışmalarınız da var. Bahsettiğiniz kodlamalar iş hayatına da uyarlanabiliyor mu?


N.Z.: DNA kodlaması sadece bireylerde değil; son zamanlarda şirketlere de kullanılan bir yöntem. Ama orada daha farklı. Şirketlerin de DNA’sı var. Onu da kodlamak çok doğal bir şey. Kuantum işletme danışmanlığı yapıyorum. Tüm bu yapılanları kurumsal yapılara da uygulayabiliyoruz. Nasıl kendi DNA’nıza yeni bilgi kodlayabiliyorsanız, dünyadaki ortak enerji alanı aracılığıyla her şeye etki edebilirsiniz. Hedefler için kuantum sıçramalar yapabilirsiniz. Bu çalışmalardan çok olumlu sonuçlar aldık bugüne kadar.





ELLE: Hisse senetleri fiyatlarına etki edip zengin olabilir miyiz mesela?


N.Z.: Bu kadar net olmasa bile hepimizin buna benzer bir gücü var.





Yazı: GÖRKEM GÜLENÇ



SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.