KEREM BÜRSİN'LE SAMİMİ SOHBET

Yakışıklı oyuncuyu yakından tanıyoruz.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 07 Şubat 2017
KEREM BÜRSİN'LE SAMİMİ SOHBET
Yoksa bu hayalinden vaz mı geçti? Mükemmel İngilizce, oyunculuk eğitimi, fizik, yakışıklılık yetmedi mi? Buraya neden geldi? İstanbul’da hiç aşık oldu mu? Oyuncu Kerem Bürsin’le tanışın. Röportaja başlamadan önce “Sorulara bir göz atabilir miyim?” diye soruyor kibarca. “Hayır” cevabını alınca sadece gülümsüyor. Kapris olsun diye istemediğinden eminim, galiba biraz çekiniyor. Ne de olsa yıllarca Amerika’da yaşamış. Ancak iyi ki (spontane olsun diye) hayır demişim, o iyi bir anlatıcı. Başa alalım: Kerem Bürsin Türkiye’de doğdu; ancak bebekken ailesi önce İskoçya’ya gitti, ülke ülke gezdi. 2000’de de Teksas’a taşındılar. Kerem lise ve üniversiteyi orada okudu. Gerisini “Güneşi Beklerken” dizisi sayesinde tanıdığımız Kerem Bürsin anlatsın.





ELLE: Niye Teksas’ta yaşadınız?


KEREM BÜRSİN: Babamın işleri yüzünden birçok ülke gezdikten sonra Teksas’a taşındık.





ELLE: Oyunculuğa orada mı başladınız?


K.B.: Evet, lisede başladım.





ELLE: Oyunculuk yapınca okulda popülariteniz arttı mı? Yani kızların ilgisi çoğaldı mı?


K.B.: Hayır, okulda asıl sporcu olmak popülerdi. Zaten ben de spor yapıyordum. Oyuncu olmak, okuldaki tiyatro faaliyetleriyle ilgilenmek hiç havalı değildi. Gerçi ben oyunculuğa başlayınca insanların hoşuna gitti. Beni daha popüler yaptı mı, yapmadı mı bilemem; ama olumsuz yorum da gelmedi. Neyse, okulda son sene bir tiyatro yarışması yapıldı...





ELLE: Ve yarışmayı siz kazandınız.


K.B.: Öyle oldu. Böylece lisedeki son yılımda karaktere girmek, oyunculuk nedir, ne değildir, öğrenmeye ve araştırmaya başladım.





ELLE: Lisede bile bunu bu kadar ciddiye mi aldınız?


K.B.: Evet ama biraz da öğretmenim sayesinde oldu. O beni teşvik etti. Bir anda oyunculuk sanatıyla tanıştım. İnsan kurcaladıkça, öğrendikçe daha kaptırıyor; farklı metotları, oyuncuları, Çehov, Moliere gibi oyun yazarlarını merak ettim. O noktada oyunculuğun hiç de basit olmadığını anladım. Ve oyunculuğu sevdim.





ELLE: Sevdiniz ve sonra ne yaptınız?


K.B.: Üniversitede oyunculuk eğitimi almaya karar verdim. Aslında çok başarılıydım, ödüller aldım ama...





ELLE: Yoksa aileniz bunu duyunca şaşırdı mı?


K.B.: Yok, şaşırmadılar çünkü oyunculukla ciddi ciddi ilgilendiğimi görüyorlardı. Sadece gerçekçiydiler. “Tamam, bir oyunda oynadın ve başarılıydı ama...”





ELLE: Ama ne?


K.B.: Ama “Bu işler belli olmaz. Bir oyunda başarılı ancak 20 tanesinde başarısız da olabilirsin.” Özellikle babam çok tedirgindi.





ELLE: Sizce niye tedirgindi?


K.B.: Para kazanamazsam diye. Tamam, “ben bu işi seviyorum, yapacağım” diye tutturuyorsun; ama para kazanmak da önemli.





ELLE: Peki anneniz?


K.B.: O sessiz destekçiydi. Babam “Emin misin oğlum?” derken, annem en uygun üniversite nerede diye araştırmış; onun sayesinde Boston’daki Emerson College’a gittim. Bana “Oyunculuk yapmasan ilgini ne çeker?” diye sordu. Reklamcılık, işletme, pazarlama gibi alanları söyledim çünkü bunlar da hoşuma gidiyordu.~ OYUNCULUKTA ŞANS ÖNEMLİ Mİ?



ELLE: Siz hiç tedirgin olmadınız mı?


K.B.: Ben de biraz tedirgindim çünkü Amerika’da yaşadığınızda bu mesleğin kolay olmadığını yani işinizin çok zor olduğunu hemen anlıyorsunuz. Oyuncu olacağım diye tutturanlar epey sürünüyor. O kadar çok oyuncu bu işi çok istemesine, sevmesine rağmen hiç kamera karşısına çıkmamış ki.





ELLE: Sizce niye?


K.B.: Kesinlikle şans. Binlerce aday arasından sıyrılmak, seçilmek, onaylanmak çok zor. Ve öyle bir piyasa ki, çok büyük paralardan bahsediyoruz. Yönetmen ve yapımcılar, o kadar yüksek meblağlar konuşulurken oyuncuya kolay kolay nasıl güvensin? Bilinen bir oyuncuysa tamam, ona milyon dolarlar “yatırıyorlar”. Yani sırf senin çaban ve istemenle olmuyor.





ELLE: Neden geçmiş zaman kullandınız? Yoksa hayalinizden vaz mı geçtiniz?


K.B.: Yok, asla vazgeçmedim. O anki duygularımdan bahsettiğim için geçmiş zaman kullandım. Bu arada, bana ismimi değiştirmemi de önerdiler. Bunu düşündüm de; düşünmedim dersem yalan olur. En basiti, insanlar ismimi nasıl söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Yine de böyle bir şey yapmak içime sinmedi. Ken di kendime “hayır, ben Kerem’im” dedim. O zamanki kız arkadaşımın babası (ki o da çok iyi oyuncudur) bana “İsim oyuncuyu yapmaz, oyuncu ismi yapar” demişti. Bu beni çok etkiledi. Ben bir oyuncuyum, işimi doğru yaparsam ismin önemi yok. Ama sürünmedim değil; o dönem çok süründüm. İnsan korkuyor, ben de korktum. Emin miyim bunu istediğime, yeterli miyim, gibi bir dolu soru soruyorsun kendine.





“OYUNCU OLMAKİÇİN YAŞAMAK LAZIM. NE KADAR ÇOK ŞEY YAŞARSAN OKADAR İYİ OYUNCU OLURSUN. O YÜZDEN TÜRKİYE’DE KALMAK ÇOK CAZİP GELDİ”



ELLE: Annenizin seçtiği üniversiteye başlayınca ne oldu?


K.B.: Benim için çok iyi oldu çünkü orası sadece oyunculuk değil; pazarlama eğitimi de veriyordu. Sinema sektörünü endüstri olarak ele alıp ilgili her şeyi öğretiyordu. Zaten annem de bana “bak marketing okuyacaksın ama bu üniversitede oyunculuk da var...” dedi. Kendim okul arasam bu kadar iyi bir seçim yapamazdım. Çok hoşuma gitti çünkü “business mind”ı severim; demek istediğim oyunculuk sadece romantik değil; bunun bir de “business” tarafı var. Bunu görmezden gelemezsiniz.





ELLE: Yine de oyunculuğa neden Amerika’da, Los Angeles’ta devam etmediniz?


K.B.: Tabii ki orada da devam edebilirdim. Yine de şöyle bir şey var: Her yaz tatili anneannemlere yani buradaki ailemin yanına geliyordum. Hep yurt dışında yaşamış olabilirim; ama benim için burada her yıl geçirdiğim o üç aylık tatil dönemleri bambaşkaydı. En ben, en özgür olduğum anlardı. Türkiye’de bulunmak, bu kültürü yaşamak, ailemle vakit geçirmek, yazlıkta olmak, Türk arkadaşlarımla takılmak... Bana çok şey kattı. Ben de zaten Türk’üm, burada iyi hissediyorum.





ELLE: Los Angeles’ta iyi hissetmiyor muydunuz?


K.B.: Los Angeles’ta da çok mutluydum. Ancak diyelim ki “audition”a (oyuncu seçimine) gidiyorum. Amerikalı gibi konuşuyorum; ama “Ben Kerem Bürsin” diyorum, herkes şaşırıyor. Türk olmama da şaşırıyorlar. Her seferinde Türkiye muhabbeti başlıyor. Yanlış anlaşılmasın, Türk olmam onlara farklı ve cazip de geliyor. Ama ilk soruları “Peki Türkiye’de ne yaptın? Hangi projelerde rol aldım?” oluyordu. Yok diyorum, ben hep buradaydım. Burada okudum, yaşadım... O anda sihir bozuluyor yani ilgileri azalıyor. Çünkü Los Angeles’ta o kadar çok oyuncu var ki; hepsi yetenekli, hepsi yakışıklı. Yedi milyon kişilik sektörden bahsediyoruz. Hep farklılık arıyorlar. Yoksa benim de en büyük hayalimdi Hollywood’daki Türk oyuncu olmak.





ELLE: Cevaplarını buldunuz mu?


K.B.: Orada, o ortamda yaşarken tereddütlerin bile olsa, çevrendeki her şey, herkes, sokaktaki billboard’lar dahi size oyunculuğu hatırlatıyor. Yani bundan kaçamıyorsun; en büyük hayalin hep karşına çıkıyor. Sanki beş metre uzağında, gözünün önünde. Bazen gaza gelip “Gideceğim şu yapımcıya, ona iyi oyuncu olduğumu göstereceğim” diyorsun. Sonra geçiyor. O kadar çok “hayır” cevabı alıyor, o kadar çok “yaklaştım ama olmadı” durumları yaşıyorsun ki yoruluyorsun.~ELLE: Tüm bu olumsuzluklara rağmen ne oluyor da oyunculuktan vazgeçmiyorsunuz?


K.B.: Destek çok önemli. Aile, arkadaşlar, oyuncu koçun olmasa altından kalkamazsın. Hepsine o kadar çok ağlıyorsun ki telefonda... Oyunculukta eğitim o yüzden çok önemli çünkü sana her seferinde ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor. Bunu anladığında kendine bir şeyler katmaya, öğrenmeye başlıyorsun.





ELLE: Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu? Neden buradası nız? “Güneşi Beklerken” dizi teklifi nasıl yapıldı?


K.B.: Geçen sene Türkiye’ye gelmiştim. Bu arada Amerika’daki ilk filmimi çektim, başarılı da oldu ama sonra yine durgunluk yaşandı. Kuzenimin düğünü için buradaydım. Akşam uçağa bineceğim, herkes bana “burada kal, endüstrisi gelişiyor, burada oyunculuk yapmayı düşünür müsün?” gibi şeyler söylüyor.





“BAŞARISIZ OLURSAM YENİ ZELANDA’YA KAÇARIM”



ELLE: Düşündünüz mü?


K.B.: Düşündüm ama çok da ciddiye almadım. Ve Gaye Sökmen’le tanıştım. Onunla konuşunca kalmaya karar verdim. Çünkü sadece iş konusunda değil; genel olarak pek çok konuda düşüncelerimizin aynı olduğunu gördüm. O beni çok iyi anladı, Amerika’da başarılı olmak istediğimi anladı. Türkiye’de kalmam başka açıdan da çok güzel. Her yıl yaz tatillerinde Türkiye’ye geldim ama burada hiç yaşamadım. Bu, çok büyük bir fırsat. Henüz çok gencim. Henüz eşim veya çocuklarım yok. Beni Amerika’da (ailem dışında) tutan bir şey yok. Biraz da oradaki ortamdan, sürekli “güzel bir haber gelecek mi?” düşüncelerinden uzaklaşmak istedim. Türkiye’de kalınca en kötü ne olabilir ki? Kendi kendime “başarısız olursam Yeni Zelanda’ya kaçarım, oradaki çocuklara oyunculuk dersi veririm” dedim. 





ELLE: Yeni Zelanda da olsa, illa oyunculuk diyorsunuz.


K.B.: Zaten nerede olursam oyunculuk olacak, o kesin. Buna çoktan karar vermişim. Oyuncu olmak için yaşamak lazım. Ne kadar çok şey yaşarsan o kadar iyi oyuncu olursun. O yüzden de Türkiye’de kalmak çok cazip geldi.





ELLE: İstanbul’a alıştınız mı?


K.B.: İstanbul’a bayılıyorum. Her yönüyle çok güzel. İstanbul’u ziyaret etmek başka, yaşamak bambaşka. Burada kalarak ülkem hakkında çok şey öğrendim. Anneannemle ve büyükbabamla da bambaşka bir ilişkim oldu.





ELLE: Sizi televizyonda izleyince ne diyorlar?


K.B.: Dizideki Kerem’e çok kızıyorlar; ama asıl “bizim Kerem, dizide nasıl böyle bir adam olabiliyor” diye şaşırıyorlar. En iyi tarafı, artık ailem neden oyuncu olmakta ısrar ettiğimi anlıyor. Tabii ki kendimi ve Türkçemi geliştirmem lazım. Diksiyon dersleri alıyor, kitap okuyorum. Türkçemin handikap olmasını istemiyorum. Sekiz sene boş yere bu hayali kovalamadım.





ELLE: Hepsi çok kolay olsaydı hoşunuza gider miydi?


K.B.: Hayır çünkü bu süreçte kendimi tanıdım. Ve oyuncu olmayı ne kadar çok istediğimi anladım. Oyunculuğu meşhur olmak için isteseydim büyük ihtimal çoktan bırakmış olurdum. Para için yapsaydım da bu kadar çaba sarf etmezdim. Buna değmezdi.~ELLE: Oyuncu için çok yakışıklı olmak avantaj mı?


K.B.: Ben çok yakışıklı değilim. Neyse ki, işim yakışıklı olmak değil. İşim oyuncu olmak.





ELLE: Kadınları da konuşalım...


K.B.: Yaşadığımız dünyada kadınların işi çok zor. Kadınlara çok saygı duyuyorum.





ELLE: Kadınlara saygıyı size kim aşıladı; anneniz mi, babanınız mı?


K.B.: İkisi de; ama asıl babam. Kadınlara değer vermemi, asla el kaldırmamamı, kadınlara kapıyı açmamı, önden gitmelerini beklememi, hepsini o öğretti. Bana hep “kadınları sen koruyacaksın” der.





ELLE: Babanızı dinlediniz mi?


K.B.: Tabii ki çünkü ben de öyle olması gerektiğine inanıyorum. Bu aslında içsel bir şey, içinden geldiği için yapıyorsun.





ELLE: Nasıl kadınları beğeniyorsunuz?


K.B.: Ayakları üzerinde duran kadın, bana çok çekici geliyor. Çünkü biliyorsun ki o sana muhtaç değil. Özgüven de çok önemli. Ukalalıkla karıştırılan özgüvenden bahsetmiyorum. Kadının esprili olması da güzel. Siz kadınlar çok değişik, çok şey yaşayan değerli varlıklarsınız. Böyle bir dünyada kadın olarak başarılı ve güçlü olmak kolay değil.





ELLE: Flört etmeyi sever misiniz?


K.B.: Bir kadını rahatsız etmek istemem yani rahatsız etmekten çekinirim. Tabii ki flört yani böyle şeyler o anki akışa bağlı. Centilmenim demek istemiyorum; ama ilişkilerde uyulması gereken bazı kodlar var. Günümüzde maalesef bazı şeyler pek kalmamış. O manada biraz klasik bir insanım.





ELLE: Hiç kalbiniz kırıldı mı?


K.B.: Tabii ki. Lisedeyken kalbim çok fena kırılmıştı. Beni müzik tedavi etti.





ELLE: Çok aşık olup da evlenmeyi isteseniz, kendinizi “önce kariyerim” diye frenler misiniz?


K.B.: Oyunculuk benim için çok önemli. Aşık olacağım insan bunu anlar ki, eminim ona bunun için aşık olacağım. Aşkın, kariyerimi olumsuz etkileyeceğine inanmıyorum.





Yazı: SUZAN YURDACAN



SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.