JACQUEMUS HAKKINDA HER ŞEY

Güney Fransa’daki pastoral bir hayattan, Paris’in moda çevrelerine bir hikaye... Simon Porte Jacquemus nahifliğin dayanılmaz hafifliğiyle içimizi ısıtıyor.
ELLE ONLINE 08 Ağustos 2018
ELLE

‘’Merhaba, ben Simon, 19 yaşındayım ve bu benim ilk koleksiyonum. İncelemeniz gerekiyor. Teşekkürler.” Fazla ciddi hayatlarımızda özlediğimiz hafiflik ve nahiflik hissiyatlarını hatırlattı. Akdenizli olmanın sıcaklığını yeniden gündeme taşıdı. Bir çocuğun saf cesaretiyle bilge bir kadının sofistikeliği birleştirdi. Simon Porte Jacquemus, özlediğimiz hisleri uyandırdı. “Param yoktu, aslına bakarsanız hiçbir şeyim yoktu. Bir tek yüreğim vardı. Hiçbir şeyden ve kimseden korkmayan...” Marsilya ve Avignon arasında küçük bir kasaba olan Mallemort büyüdüğü yer. Çıplak ayakla oyunlar oynadığı, ailesinin elma bahçelerinde koşturduğu... “İnsanlar aileniz çiftçi diye moda ya da estetik algısı olmayan biri olduğunuzu düşünüyor. Oysa çiftçiler dünyanın en poetik insanları, güzelliğe ve estetiğe düşkünler” diyor verdiği röportajlarda.

90’larda büyüyen her insan gibi tekno müzik ve teknolojiyle değil, sebze ve meyvelerle ilgileniyor. İçimizdeki en saf duyguları uyandıran koleksiyonları o günlere gönderme. Bir nevi büyüdüğü yere ve yetiştirilme şekline saygı duruşu. İzledikleriniz, bir dönem tek gündemi hafta sonları büyükannesiyle sebze ve meyve satmak olan küçük bir çocuğun hayalleri. “Paris’te ünlü olursan, bütün dünya seni tanır.” Bu cümle küçük Simon’ın kulaklarına bir yabancı tarafından fısıldandığında, hayallerini gerçekleştireceği o ilk düşünce tohumu da ekilmiş oluyor. 19 yaşına geldiğinde Paris’e taşınıyor. Okuduğu moda okulunu fazla teknik bulduğundan ve kendisine bir şey katmadığını düşündüğünden yarıda bırakıyor. Tam bu sırada hayatının en trajik olayı gerçekleşiyor. Simon, Paris’e taşındıktan bir ay sonra annesi Valerie’nin ölüm haberini alıyor. “O gün hayatımı değiştirdi. Yaşamın bir saniyede sona erebileceğini görünce zaman kaybetmeye vaktiniz olmuyor.” Böylece Simon 19 yaşındayken annesinin soy ismini verdiği markayı kuruyor; Jacquemus. Kariyeri boyunca yaptığı her koleksiyon, yarattığı her vizyon annesine olan hayranlığının somut örneği. Aslında hikaye Montmartre civarında bir perdeciden içeri girmesiyle başlıyor. İlk koleksiyonunu daha ucuz olduğu için perdeciden aldığı kumaşlarla tasarlıyor. Hayır, minimallik takıntısından değil, parası yetmediğinden hiçbir aksesuar ya da düğme kullanmıyor. Hayalindeki işi yürütebilmek için farklı bir yerden gelir elde etmesi gerektiğini fark ettiğinde Rue du Faubourg Saint-Honore’daki Comme des Garçons mağazasından içeri giriyor. Adrian Joffe’nin devreye girmesi de işte bu zamana denk geliyor. Comme des Garçons’un beyinlerinden ve Dover Street Market’ın yaratıcısı, aynı zamanda yetenek avcısı Joffe’nin elinden tuttuğu tasarımcılardan biri Simon. “Koleksiyonunu ilk gördüğüm anda ondaki orijinalliği, sadeliği ve tazeliği fark etmiştim. En önemlisi de güçlü vizyonunu.” diyor Another’a verdiği röportajda. “Ne yapmak istediğini bilen, buna cesaret eden, bu kadar kararlı biriyle uzun zamandır tanışmamıştım.” Sıra üçüncü koleksiyona geldiğinde Simon, tamamı yünlerden oluşan bu koleksiyonunu Tokyo’da satışa sunuyor. Ne var ki parasızlıktan şehre uçamıyor. Rei isimli bir kadının, koleksiyona hayran kaldığını mağaza çalışanlarından öğrendiğinde ismi Google’lıyor: Rei Kawakubo. “Comme des Garçons’un arkasında kim olduğunu o zamanlar bilmiyordum. Alabileceğim en iyi övgülerdendi.”

Demna Gvasalia, Gosha Rubchinskiy gibi akranları moda ahalisinin dikkatini daha underground tasarımlara çekerken, o aynı dönemde farklı bir dille de var olunabileceğini gösterdi. Jacquemus’un tekno kulüpler ve partilemekten çok sebzeler ve meyvelerle, çimlere uzanmakla ilgili olduğunun altını çizdi. Bir trende dönüşen bu underground ruh halinin tam tersini karakterize etti. Muzır, özgür ve gusto sahibi bir dille. “Moda dünyasındaburjuvazinin tekel olduğu bir dönemde, modeller yerine gerçek hayattan arkadaşlarıyla koleksiyonlarını sunan bu yeni çocuk birden ilgiyi üstüne çekmişti. “Yeni nesil için bir şeyler yapmak istedim. Çünkü herkes burjuvaziye ilgi duyuyor. Bizim gibiler için kimse tasarım yapmıyordu. Bembeyaz bir tişörtte bile poetik bir taraf bulanlar için...” Her koleksiyonu kelimelerle değil, kıyafetlerle anlattığı otobiyografisi gibi. Hikayenin son bölümü olan ilkbahar/yaz 2018 koleksiyonuysa en çok ilgi uyandıranı. Belki de en samimi hikayesi. Başrolde dekonstrükte gömlekler, muazzam drapeler, derin dekolteler, heykelimsi silüetler...

“Kıyafetleri tasarlamaya başlamadan önce o sezon hangi filmi çekmek istediğimi biliyorum. Nasıl bir set olacak, müzikler, hikaye... Her detayı senaryo gibi yazıyorum”

Sadece kalbini dinleyerek bugünkü başarısını yakalayan ve ailemizin sevimli çocuğu etkisini yaratan Simon, tüm bu süreç boyunca ulaşılabilir olmayı ve paylaşmayı ilke edindi. “Ergenlik yıllarımda bir Tumblr’ım vardı ve Fransa’da oldukça popülerdi. Her hafta benimle ilgili olan bir hikaye paylaşıyordum. Sosyal medyayı kullanmaktan çekinmiyorum, vizyonumu paylaşmak kendimi iyi hissettiriyor.” Şu sıralar en büyük ilham kaynağı, en iyi tatil arkadaşı Jeanne Damas’yla da internet sayesinde tanışmış. Ben bu satırları yazarken onlar Marsilya’da tatildeler. Ve tüm yaşadıklarını Instagram’dan bir Fransız filmi izler gibi takip ediyorsunuz. “Klişe ama kadınlara takıntılıyım ve onların hikayelerini anlatmak istiyorum. İmaj yaratmak benim için her zaman öncelik oldu. Fransız filmlerinden aldığım ilhamla da koleksiyonlarıma isimler veriyorum.” 80’lerin Jean Paul Belmondo ve Gerard Depardieu’lu filmleri, Jean-Luc Godard, Isabelle Adjani, Serge Gainsbourg ve Charlotte Gainsbourg onun sonsuz ilham kaynakları. Referans aldığı bir diğer büyük sanatçı da Picasso. Amcasının arkadaşlarından olan Picasso’nun referanslarını her koleksiyonda hissedebilirsiniz ama hiçbiri sonbahar/kış 2015 sezonunda modellerin yüzlerini Picasso çizimlerine benzetmesinden daha güçlü değildi. “Kıyafetleri tasarlamaya başlamadan önce o sezon hangi filmi çekmek istediğimi biliyorum. Nasıl bir set olacak, müzikler, hikaye... Her detayı senaryo gibi yazıyorum.” Güney Fransa’nın güneşli günleri Simon’ın kalbini ısıtırken, naif bir seksilik onun sayesinde podyuma yansıyor. Biraz çekingen ama kendinden emin. Hem çocuksu hem yetişkin. Herkes gibi. Tam bir La Bomba.


İlkbahar/yaz 2018 koleksiyonu La Bomba’nın kısa filmini çeken erkek arkadaşı, yeni yeteneklerden Gordon von Steiner.

YAZI: Serli Gazer Boyacı

ELLE Temmuz 2018/07 

SON HABERLER