New York Moda Haftası kapsamında Beaux-Arts mimarisiyle dikkat çeken Cooper Hewitt Müzesi’nde gerçekleşen Ulla Johnson defilesi, bir koleksiyon defilesinden çok sanatla iç içe geçmiş bir anlatı gibiydi. Bu sezon ilhamını Amerikalı ekspresyonist ressam Helen Frankenthaler’dan alan Johnson, fırça darbelerinin duygusunu kumaşa taşıdı, tıpkı onun boya ile tuval arasındaki o doğal, içgüdüsel diyaloğu gibi.
Johnson’ın uzun süredir kadın sanatçılarla sürdürdüğü yaratıcı işbirliklerinin yeni halkası Frankenthaler olurken koleksiyon da bu ilişkinin zarif bir yansımasıydı. Özellikle “Moontide” gibi ikonik eserlerin renk paleti, tasarımlarda tül, şifon ve deriyle hayat buldu. Yumuşak morlar, yeşiller, şeftali tonları ve karamel kahveler, güneşin batışını andıran geçişlerle koleksiyona güçlü bir romantik atmosfer kazandırdı.
Koleksiyon boyunca hissedilen hafiflik hissi, sadece kumaşlarda değil, siluetlerin akışkan yapısında da mevcuttu. Püsküller, tüyler, fırfırlar ve işlemeler bu hafifliği dinamizmle buluştururken koleksiyona duyusal bir zenginlik kattı. Frankenthaler’ın “soak-stain” tekniğinden ilham alan bu yaklaşım, kumaşların bedende adeta bir tuval gibi dalgalanmasını sağladı.
Ayrıca markanın önümüzdeki günlerde popüler kahve markası La Cabra ile bir işbirliği yapmaya hazırlandığını da biliyoruz, bu da Ulla Johnson evreninin yaşam tarzı odaklı bir yaklaşımla daha da genişleyeceğinin ipuçlarından biri.
Ulla Johnson İlkbahar/Yaz 2026 koleksiyonu renklerle, dokularla ve kadın sanatçılardan alınan ilhamla şekillenen, romantik olduğu kadar güçlü, narin olduğu kadar kararlı bir şehir kadınının stiline dair zarif bir yorum sunuyor.