Haftanın kitaplarından ilki Agatha Christie’nin Örümcek Ağı. Dışişlerinde gelecek vaat eden saygın bir diplomatın karısı olan Clarissa sürekli düş kurmakta, varsayımlar üretmektedir. Yine bir gün, “Aşağıya indiğimde kütüphanede bir ceset bulursam ne yaparım?” diye düşünür. Ve sonunda ne yapacağını görme şansını yakalar, bir ceset bulur… hem de evinin salonunda. Onu ortadan kaldırma çabası içinde, evindeki konuklardan kendisine destek vermelerini ve suç ortağı olmalarını ister. Ancak tam da cesedi yok edip, katili araştırma çabalarına giriştikleri sırada bir polis müfettişi çıkagelir ve bu gizem dolu olayların başlangıcı olur.
Yapı Kredi Yayınları’nın “Gerçek Hayattan Hikâyeler Dizisi”nden öğrenme bozukluğu üzerine bir hikâye: “Natan Farklı Bir Şekilde Öğreniyor”
Natan dislektik bir çocuk! Buna rağmen çok beğendiği bir gençlik kitapları dizisi var. Evet, okumayı çok sevdiği doğru! Gelgelelim bu her zaman böyle değildi ve önceleri okurken çok zorlanıyordu. Genç çocuk aşmak zorunda kaldığı engelleri ve şu anda bulunduğu noktaya gelmek için harcadığı çabaları düşündüğünde kendisiyle gurur duyuyor!
Anthony Burgess’in kitabı Otomatik Portakal, aynı zamanda filmi de olan kült eserlerden biri. Yazar kitabını çok net özetlemiş; “Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...”
Ray Bradbury’nin kaleminden çıkan Fahrenheit 451 okunması gerekenler listesinde önemli bir eser. Kitabın konusu şöyle, Guy Montag bir itfaiyecidir. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzeredir zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe vermektedir. Montag'ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktır: Kitapları. Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştır. Tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred'la beraber yaşamaktadır. Ancak yeni komşusu Clarisse'le tanışmasıyla tüm hayatı değişir. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulamaya başlar.
Simon Kernick’in kaleminden çıkan 3:01, adrenalin yüklü, sürükleyici bir kitap. Cumartesi, öğleden sonra… Telefon çaldığında, çocuklarla bahçedesiniz. Arayan okuldaki en iyi arkadaşınız. Birkaç yıldır görmediğiniz biri. Bu, eski zamanları yâd edeceğiniz dostça bir arama olmalı. Ama değil. Aramasının sebebi farklı. İşkence altındaymış gibi, kesik kesik, hızlı hızlı soluyor. Birileri ona korkunç bir acı çektiriyor. Çığlık atıyor ve sonra hayatınızı tamamen değiştirecek altı kelime mırıldanıyor: Adresinizin ilk iki satırını...
Douglas Kellner’in kitabı Galaksinin Batı Sarmal Kolu’nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler. Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı: Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi. Bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile. Her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü korkunç, aptal bir felaket meydana geldi. İşte bu kitap o felaketin doğurduğu bazı sonuçların öyküsüdür.