Zehirli Masallar
Şu anda esenlikten bu denli uzaksak, bu masallar yüzünden. İhtiras, vesvese, şüphe, açgözlülük, öfke, kıskançlık, şehvet, kin ve kibir tarih boyunca tüm çocuklara süslü kıyafetler olarak bayram havasında şenliklerle giydirildi. Paylaşma, sevecenlik, affetme, tevazu, sükûnet, şefkat tozlu raflara kaldırıldı. Buna rağmen, hayatımız boyunca içimizi tırmalayan bir şeyler oldu. Bir iç sıkıntısı. Bir rahatsızlık. Bir yabancılık. Bastırmaya, saklamaya, hatta parçalamaya çalıştığımız bir arayış. İhtirasla peşine düştüğümüz hiçbir hedef bize vaat ettiği esenliği sağlayamadı. Artık başka bir yol aramanın zamanı gelmedi mi? Bildiklerimizi zorlayacak, zehrimizi akıtacak, ezber bozacak yeni bir yol?
Kendini tanıma yolculuğu için vakit geldi... İyileşme yolculuğu için...
Radyoda Şarkımız Çalıyor
Yeşilçam'ın yıldız eskisi Handan Leyla ve satmayan aşk romanlarının yazarının, eski bir İstanbul köşkünde bir araya gelerek; Türk sinemasının parlak günlerine, pırıltılı anlara, unutulmaz aşklara ve hepimizin zihnine yazılmış repliklere uzandığı roman; kitap satılan her yerde.
Ölümsüz Kadın
“Neydi bu film?” Bugün de izleyenlerin çoğunda bıraktığı ünlem buyken, şu elinizde tuttuğunuz kitabı yayımlamamak olmazdı. Hele ki sinema tarihinde İstanbul’u, İstanbul’un siluetini, İstanbul’a bakışı bu denli dert edinen böylesine güçlü bir başka film hemen hiç yokken. Edebiyatta “Yeni Roman” akımının kurucusu olarak bilinen Fransız yazar Alain Robbe-Grillet’nin 1963’te İstanbul’da çektiği Ölümsüz Kadın, oryantalist, eril bakışı lime lime doğrarken aynı zamanda nostaljik bir albüm tadı veriyor. (Tanıtım Bülteninden)
Şemsiyoloji
Varlığından ziyade yokluğuyla, ancak olmadığında farkına vardığımız günlük, sıradan bir nesne şemsiye. Öyle veya böyle binlerce yıldır hayatımızda. Marion Rankine, geçmişten günümüze edebiyattan hayatın türlü hallerine, “şemsiye olmanın”, üzerine bir bilim inşa edilecek kadar derin ve karmaşık bir gerçeklik taşıdığını gösteriyor bize. (Tanıtım Bülteninden)
Küçük Bir Tohumdan Ormana
Sertan Çağlar, dallarına salıncak kurduğumuz, gölgesinde dinlendiğimiz ağaçların büyüme öyküsünü şiirsel bir dille anlatıyor. İçinde, yer yer güneş açan, rüzgâr esen ve yağmur yağan kitap, Gökçe İrten'in özgün desenleriyle boyutlanıyor. Kozalak, büyüyüp güneşin altında olgunlaşınca, daha fazla dayanamadı sıcağa, başladı kabuklarını tek tek açmaya. İçindeki tohumlar birer birer yere düşerken, yakaladı rüzgâr tohumlardan birini, aldı sırtına. (Tanıtım Bülteninden)
Sait ile Sabahattin
“Sanki iki yazar birbirlerini tamamlamak üzere yazmışlardır. Köyleri, kasabaları, adaları, kentleri paylaşmışlar ve ikisi de gerçekliklerini en çok da yazarken kavramışlar, varlıklarına en çok yazarken inanmışlardır. Yazmak için yaşamak kadar, yaşamak için yazdıkları da doğrudur. ‘Yazmasam deli olacaktım!’ diyen Sait’tir ama ‘yazmasam nasıl ölecektim?’ diye yazının karşısına ömrünü koyan da Sabahattin’dir...” (Tanıtım Bülteninden)
Rüzgarın Gölgesi
Barselona şehrinin göbeğinde, maziye karışmış kitaplardan bir labirent: Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı. Daniel çocukken işte o kütüphaneden kendisine bir kitap seçer: Rüzgârın Gölgesi, yazarı Julián Carax. Yıllar sonra bir adam çıkagelir, ısrarla o kitabı istemektedir. Tek amacı, kitabın kalan tüm kopyalarını yakmaktır. Peki ama neden? Sahi, kitaplar neden yakılır? Aptallıktan, cehaletten, nefretten... siz seçin. (Tanıtım Bülteninden)