'Çok Güzel'den Fazlası!

Zeki, cesur ve sıcakkanlı milli gelinimiz Martha Graeff Şavkan ile söyleştik.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 01 Temmuz 2010
'Çok Güzel'den Fazlası!
ELLE: Çocukken hiç bu ülkeye geleceğinize ve burada yaşayacağınıza dair hayaller kurdunuz mu?


MARTHA GRAEFF ŞAVKAN: Hiç kurmadım. Çocukken, ben de diğer arkadaşlarım gibi hep Brezilya’da yaşayacağımı düşünürdüm. Ama okul bitince gelen modellik tekliflerini kabul etmeye ve dünyayı gezmeye karar verdim. Kendimi hiç Türkiye’de yaşarken hayal etmemiştim fakat bu bölgenin kültürünü hep merak ederdim; özellikle de Türkiye’nin bölgedeki tek gerçek demokrasi oluşu nedeniyle buraya gelmeyi çok arzu ediyordum. Bu şehir kesinlikle beni kendine bağlamış sihirli bir yer ve buranın bir parçası olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum.



ELLE:
Türkiye’ye ilk kez ne zaman gelmiştiniz?


M.G.Ş: İlk kez 2005 yılında Avrupa’da çalışırken gelmiştim. Seyahat etmek ve yeni yerler keşfetmek benim için büyük bir tutku. Yeni bir yerde dolaşmak, oralar hakkında bir şeyler öğrenmek bana çok keyif veriyor ve kendimi canlı hissettiriyor. İstanbul’a ilk kez bir arkadaşımla birlikte gelmiş ve adeta büyülenmiştik. Bütün bir günümüzü Kapalı Çarşı’da dolaşıp inanılmaz güzellikte antika gümüş takılar ve şık ceketler almıştık. Sonra Boğaz’da bir tur atmış; camileri, müze ve sarayları gezmiştik. Kültürün zenginliğinden, tarihin eskiliğinden ve ayrıca müthiş gece hayatından, bar, restoran ve konserlerin çeşitliliğinden kesinlikle çok etkilenmiştik. Sanki dünya burada dönüyor gibiydi!~


ELLE: Modellik maceranız nasıl başladı?


M.G.Ş: Brezilya’nın güneyinde Porto Alegre’de yaşıyordum. Burası, Portekizli, İspanyol, Alman, Polonyalı gibi birçok ırktan insanın karışık yaşadığı bir yerdir ve Gisele Bundchen, Shirley Malman, Raquel Zimmerman gibi birçok ünlü manken buralıdır. Dolayısıyla bir sürü insan yeni yüzler aramak için buraya gelir. Benim hikayem de böyle başladı. Sao Paulo’dan bir ajans beni buldu ve hemen Avrupa’ya gelmemi istedi. Zorlu bir süreç yaşadım çünkü ailem başlangıçta benimle hemfikir değildi. Hangi aile kızlarının kalkıp uzaklara gitmesini ister ki? Bu nedenle önce eğitimimi bitirmem gerekti ve ailemin ikinci şartı da, ilk seyahatime annemin de benimle birlikte gelmesi oldu. Böylesi daha güvenli bir yoldu ve annemin iş hakkında bilgi sahibi olması açısından da faydalıydı. Yabancı bir ülkenin lisanına hakim değilseniz, geride konforlu bir hayat bırakıp yola çıkıyorsanız, başlangıçta çok zorlanıyorsunuz. Yemekleri, arkadaşlarımı, evimi, televizyon programlarımı, günlük hayata dair bir sürü küçük şeyi özledim. Yine de önceden hiç hayalini kurmamış olduğum bu deneyimi yaşamak istedim. Kariyer hayalimde kendimi daha farklı şekillerde ifade edebileceğim yollara gereksinim duyuyordum. Karşınıza bir fırsat çıktığı zaman, size ve yaptığınız işe inanan insanlar varsa, bu fırsatı kullanmalısınız. ~


ELLE: Brezilya’dayken kimlerle çalıştınız? Kariyerinizde nasıl ilerlediniz?  


M.G.Ş: Brezilya’da birçok tasarımcıyla ve dergiyle çalıştım; birçok televizyon reklamında Nivea, Coca Cola Samsung gibi büyük isimli kuruluşlarla iş yaptım.  En çok hoşlandığım işler ise Sao Paulo veya Rio’daki Moda Haftaları’ydı, bu defilelere çıkmak beni heyecanlandırıyordu! Çünkü her zaman fotoğraf çekiminiz, reklam yazılarınız, kataloglarınız olabilir ama podyuma çıkmadan önceki anın heyecanını hiçbir şeyde bulamazsınız. Sanıyorum modaya odaklanmam ve tutkuyla bağlanmam da o dönemlere rastlıyor; her ayrıntıyı görmeye, her kumaşı kontrol etmeye, onlar hakkında sorular sormaya, onlara dokunmaya, diğer modellerin sadece bir kere giyip çıkaracağı her giysiyi evde yapmaya ve defilede gördüğüm parçaları birleştirmeye başladım. İlk Moda Haftası maratonumun sonunda ise Milano’dan bir ajans onlarla çalışmamı istedi. Bir süreliğine İtalya’ya gittim.



ELLE:
Kariyerinizdeki sizi en çok etkileyen anınız nedir?


M.G.Ş: İlk iş tekliflerimden birini Benetton’dan aldığım zamanki heyecanımı unutamam! Arkadaşlarımla dışarı çıkıp bunu kutlamıştık. Ayrıca Almanya’da Loreal’in bir kampanyası da saç alanında büyük bir işti. Ama moda hakkında bilgi sahibi olmak, beni model olmaktan daha çok ilgilendiriyordu. Dolayısıyla Almanya’da üç yıl bir show room’da prova asistanlığı yapıp Valentino, Moschino, Bluemarine, Alberta Ferreti, Ice­berg, Bluegirl, Bellstaff gibi isimlerin koleksiyonlarını yazarak çalıştım. O dönemlerdeki sezonlar hakkında çok şey öğrendim, her sezon koleksiyonlarda olan değişikliklere, trendlere, esin kaynaklarına, kumaşlara, kesimlere ayrı bir gözle daha dikkatli bakmaya başladım. Bu süreç benim için bir okul olarak başladı ve bir tutku olarak sürdü. ~


ELLE: Peki en beğendiğiniz fotoğrafçılar?


M.G.Ş: Terry Richardson,  Steven Meisel,  David LaChapelle, Steven Klein Bruce Weber, Mario Testino’yu beğeniyorum. Fotoğrafçılık çok sevdiğim bir konu. Her dakika gittiğim yerlerin, rasgele insanların resimlerini çekiyorum. Hindistan’a gittiğim zaman o renk çeşitliliği, yerler ve insanlar karşısında makinamla çok güzel günler geçirmiştik.



ELLE:
Brezilya’dayken tipik bir gününüz nasıl geçerdi? Burada nasıl geçiyor? Ana farklılıklar neler?


M.G.Ş: En çok hatırladığım, ailemle birlikte geçirdiğim sıradan günlerimiz. Büyük bir ailemiz var; hemen hemen aynı yaşlarda olduğumuz iki erkek ve bir kız kardeşle çok sayıda kuzene sahibim. Yani birlikteyken harika zaman geçirdik, sürekli gülerdik. Bir de akşam üstüleri beş çayına, yarı İngiliz olan anneanneme giderdim. Kendisi bu çay geleneğini hiç bırakmadı ve onun etrafındayken İngilizce konuşurduk. Ayrıca okuldan arkadaşlarımla buluşurduk, onlara seyahatlerim veya yurtdışında yaşamak hakkında anlattığım hikayeleri dinlerlerdi. Bunun dışında ata binmeyi çok severdim. Hafta sonları yakındaki bir çiftliğe giderdim. Birçok kültürel fark olmasına rağmen, Türkiye’deki ve Brezilya’daki insanların bir şekilde birbirlerine yakın olduğunu düşünüyorum. Biz de iyimserizdir, yardım severizdir, yabancıları ağırlamayı severiz. Brezilyalıların mutlu olmak için çok şeye ihtiyaçları yoktur; mütevazıdırlar. Gayet basit şeylerle mutlu olabilirler: Futbol ve karnaval gibi  ~


ELLE: Burada olmaktan dolayı en sevdiğiniz, en çok keyif aldığınız noktalar ne?


M.G.Ş: İlk başından beri burada olmayı hep çok sevdim. Avrupa’da yaşadığım birçok yere karşı böyle hissetmemiştim. Buranın insanları daha sıcak ve dost canlısı; hem hayatın tadını çıkarmaya hem de sıkı çalışmaya gayret ediyorlar. En önemlisi de ailelerine bağlı olmaları. Dünyanın başka yerlerinde insanlar kariyerleri uğruna çocuk yapmıyorlar ve aile kurmayı bir kenara itiyorlar. Bu çok acınacak bir durum aslında çünkü aile olmak çok güzel bir şey. Eşim ve arkadaşlarım tarafından sevgiyle sarmalandığımı hissediyorum ve bu da bana kendimi evimde hissettiriyor. Yavaş yavaş dili de öğrenmeye başladıkça hayatım kolaylaştı. Önceleri bir şeyi sormaya çekiniyordum; muz, buz, tuz hayatımı epey zorlaştırmıştı! Yabancı bir ülkede yaşayacaksanız, o ülkenin dilini öğrenmeniz çok önemli. Ben bunu kendime görev edindim; gerçi hala istediğim kadar iyi konuşamıyorum ama en azından beğendiğim şeylere “çok güzel”den fazlasını diyebiliyorum!



ELLE:
Profesyonel olarak gelecek planlarınız?


M.G.Ş: Burada moda alanında çalışmayı çok istiyorum. Bir moda delisi oldum çıktım; her şeyi takip ediyorum, üzerlerinde çalışıyorum. Parçaları birleştirmek, kombinler yaratmak, kumaş almaya gitmek, arkadaşlarım için giysi alışverişi yapmak, tasarım denemelerine girişmek en sevdiğim şeyler. Yaratıcı sürece dahil bir iş yapmak veya pazarlama alanında çalışmak benim için başka alanlarda da büyüyebileceğim eşsiz fırsatlar bence. Bu alanlarda iletişim becerilerimi, fikirlerimi, yaratıcılığımı ve bunca senedir tasarımcılarla çalışırken edindiğim deneyimimi kullanabilirim. ~


ELLE: Nerelerden alışveriş ediyorsunuz? Yurt dışındayken ve buradayken?


M.G.Ş:
Londra’ya gittiğim zaman vintage dükkanlara uğruyorum. Brick Lane, Portobello Market, Nothing Hill ve elbette çeşit görmek için de alışveriş merkezlerine gidiyorum. New York’ta kendimi şekerci dükkanına düşmüş çocuk gibi hissediyorum. Madison’dan başlayıp 5. Cadde’ye, Nolita’ya; oradan Meatpacking ve  Soho. Favori vintage dükkanlarımdan biri Resurrection ve What comes arround goes arround. Mathew Williamson, Diane von Fustenberg, Raulph Lauren, Tracy reese, Marc Jacobs ve Narciso Rodrigues’e de göz atmadan geçmem. Hong Kong da çok iyi bir alışveriş adresi. Brezilya’da alışveriş de zevkli tabii; harika tasarımcılar var. Özellikle bikinilerimi oradan almayı çok seviyorum. Türkiye’de Beymen’in yabancı tasarımcılardan oluşan seçkisini beğeniyorum. Vakko’da çok hoşuma giden giysiler bulabiliyorum. Sık sık Midnight Ex­press’e gidiyorum. Genellikle ne istediğimi ve benim için neyin hoş olacağını çok net biliyorum. Milano, Paris ve New York’ta defileleri izliyorum ve kafamda ön bir seçim yapıyorum; bu da işimi kolaylaştırıyor. Modası geçmemek üzere tasarlanmış giysileri seviyorum. Parçaları karıştırıp yeni bir giysi yaratmak ve aksesuar yapmak çok zevkli. Çok iddialı olmak beni rahatsız eder; insanların sürekli ne giydiğime baktıklarını görmek istemem. ~


ELLE: Türkiye ve buradaki insanlar hakkında en sevdiğiniz şey ne?


M.G.Ş: Türkiye gerçekten büyüleyici. Şaşırtıcı bir tarihi ve çok güzel yerleri var. Geriye dönmeyi değil de, dengeli büyümeyi isteyen bir ülke olarak burayı takdir ediyorum. Güçlenmeyi, eğitime yatırım yapmayı önemsiyor bu ülke. Benim ülkemde bütün çocukların okula gitme şansı yok; maalesef bir sürü çocuk sokaklarda dilencilik yapıyor. Hükümetimiz bu konuda çok daha iyi bir iş çıkarabilir aslında. Tamam, hiçbir ülke kusursuz değil ama bence Türkiye önemli konulara yatırım yapıyor. Brezilya’daki yolsuzlukları ve politikacıların çarçur ettikleri paraları görmek bana çok dokunuyor mesela. O paralarla okullar ve yetimhaneler yapılmalı!



ELLE:
Özel bir bakım veya diyet uyguluyor musunuz?


M.G.Ş: Hayatımda birçok kere sadece kilo vermek için değil, daha sağlıklı beslenmek için de diyet uygulamaya kalkıştım. Fakat sorun şu ki, ben bir yemek bağımlısıyım! Ekmek, bazı tatlılar ve cappucino olmadan yaşayamam. İtalyan mutfağına bayılıyorum. Türkiye’de iyi alışkanlıklar edindim; asla kahvaltıda domates, salatalık ve beyaz peynir yiyip, çay içeceğimi düşünmezdim. Burada bol bol sebze yeniyor, ben de patlıcanı çok severek yiyorum. En sevdiğim yemek mantı, özellikle de sarımsaklı yoğurtlu kıtır mantı. Baklava da favori listemde. Yemek pişirmeyi biliyorum, somon ve tavuk menülerim iyi. En çılgın salataları da ben icat ederim. Yani pek diyet uygulaya bildiğim söylenemez ama haftada 5 kere spora gidiyorum, tenis oynuyorum, yürüyüş yapıyorum. Hareketli bir insanım.  Öyle koltukta oturup televizyon seyredemem. Bir de her 15 günde bir cilt bakımına gidiyorum; arada bir de hamama. ~


ELLE: Çocuk sahibi olmakla ilgili planlarınız var mı?


M.G.Ş: Çocukları çok seviyorum ve mümkün olduğu kadar çok çocuğum olsun istiyorum. Bence çocuk sahibi olmak harika bir şey; bunu her zaman arzuladım. Sanırım evlenmek, bir bakıma aile kurmaya hazırlık anlamına da geliyor, bunu çocuklar takip ediyor; işin doğası bu. Yani planlarda çocuk var ama bu kendiliğinden gelecek.



ELLE:
“İconcan” sizin için ne ifade ediyor?


M.G.Ş: Ben bu sözcüğü anladığımdan bile emin değilim. Sürekli duyuyorum ve sanırım bir ikon gibi bir şey… Giydiklerine bakılan birisi.. Bence insanları etiketlemeye gerek yok; giyinmek bir zevk olmalı ama bu konuya herkesin yaklaşımı aynı olamaz. Bazıları için bu sadece bir zaman ve sabır işi, bazıları içinse doğal ve keyifli bir şey.  Ben kendim için giyinmeyi seviyorum. Elbette ki giydiklerinin başkaları tarafından da beğenilmesi çok hoş. Ama alt tarafı bunlar sadece kıyafet ve herkesin farklı fikri olabilir. Giydiklerimi ben beğendiğim sürece sorun yok demektir.  



ELLE:
En çok neleri özlüyorsunuz?


M.G.Ş:  Tabii ki en çok ailemi özlüyorum. Ama onlar da beni sık sık ziyarete geliyorlar; ben de ne zaman daha fazla özleme dayanamayacağımı hissetsem yanlarına gidiyorum. Başlangıçta ailem benim burada olmamdan dolayı endişeliydi, şimdi her fırsatta buraya gelmeyi seviyorlar; özellikle de burada yaz, orada kış iken. Yemekleri özlüyorum. Bu sorunu da annemin ziyaretleri ile çözüyoruz. Annem sevdiğim yemekleri bana taşıyor. ~


ELLE: İlk geldiğinizde İstanbul’daki yaşama adapte olmakta zorlandınız mı?


M.G.Ş: Bu ülkeye bir bağ hissettiğimi söylerken demeye çalıştığım, gelir gelmez hissettiğim yakınlık. Sanki eskiden burada yaşamışım gibi. Hem tuhaf, hem huzurlu. Buradaki ilk gecemde ezan sesini duyup uyanmıştım. Oturup dinlemiştim ve tüylerim diken diken olmuştu. Bence ben çok şanslıyım. Latin Amerika’lı ve Türk arkadaşlarım var etrafımda. Her arkadaşım benim hayatıma ayrı bir değer katıyor. Eğer yaşadığın yeri seviyorsan, her şey kendiliğinden oluyor.  



ELLE:
Koca olarak Brezilya’lı erkeklerle Türk erkekleri arasında ne farklar var?


M.G.Ş: Bir Brezilyalı ile evlenmediğim için farkları tam bilemem. Ama sanırım Türk erkekleri eşlerine daha iyi bakıyorlar; yani en azından benimki öyle. Bence Brezilyalı erkekler bekar hayatlarına ve rahatlarına daha düşkünler. Bu ülkedeki eşlerin romantik yanlarını ve alakalarını seviyorum.



ELLE:
Nerelere seyahat ediyorsunuz?


M.G.Ş: Şimdiye kadar en sevdiğim yerler Asya’da. Kamboçya, Vietnam, Laos gibi yerlere gitmek istiyorum. Bu kültürler beni çok cezbediyor.~


ELLE: Bize tarzınızı anlatır mısınız? Gündüzleri neler giyersiniz? Geceleri bir partiye veya davete giderken ne tercih edersiniz?


M.G.Ş: Farklı parçaları birleştirmeye bayılıyorum. Ruh halime bağlı olarak pastel renklere yönelebilirim. Sabahları canlı renkte bir şey giymek ise, kesinlikle günüme harika başlamama yeter. Bazen oğlan çocuğu gibi giyinirim; bazen de kendimi çok dişi hissederim, süslenmek isterim. Önemli olan, ne giyersem giyeyim üzerimdeki kıyafetler kendimi rahat ve özgüvenli hissetmek; o giysiye ait olduğum duygusunu taşımak.

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.