'Kadınları' ve 'Dergilerini' Konuştuk

Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Kadın Dergileri.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 02 Temmuz 2010
'Kadınları' ve 'Dergilerini' Konuştuk
Ne güzel bir Cumartesi günü! Haliç’te, Kadın Eserleri Kütüphanesi’ndeyim. Aylardır kütüphane bünyesinde yapılan panellerden katıldıklarım da oldu, katılmadıklarım da. Ama bugünkü benim için çok özel. Zira konuşulacak konular arasında Duygu Asena’nın Kadınca’sı ve hayranı olduğum Pazartesi dergisi de var. Herhalde bir dergicinin yaşayabileceği en büyük eksiklik Kadınca tecrübesinin içinde yer alamamaktır. Sürekli konular yapıyoruz ya, şu ceket ya da şu ayakkabı için neler feda ederiz gibisinden. Kadınca’da bir kaç günlüğüne bile olsa çalışabilmek için çok şey verirdim. Beni görmeseler, yaptıklarımı beğenmeseler de olurdu. Duygu Asena’nın karizması bana da değsin isterdim. Dergimizin fotoğraf editörü Gülgün Özek, Duygu Asena’yla Kadınca’da değilama “Kim” dergisinde çalışmış şanslı bir dergici. Ona kaç defa anlattırdım Duygu Asena ve o “cool kadınlar” ekibini, kaç defa dinledim aynı şeyleri ama doyamadım. Her gün anlatsa her gün dinlerim ama artık Gülgün de biraz ara verip dinlensin dedim ve kütüphaneye geldim! Etrafıma baktığımda, 1925’te çıkmaya başlayan ve ilk iki sayısı “Kadın Yolu”, üçüncü sayısından itibaren “Türk Kadın Yolu” adıyla 1927 yılına kadar yayımlanan dergiyi Osmanlı Türkçesi’nden Latin harflere çeviren Prof. Dr. Nevin Ateş’in yanı sıra, bir dönem Vizyon dergisini yöneten Aliye Simavi’nin de dinleyiciler arasında yer aldığını görüyorum.~


NELER KONUŞTUK?


Sözü ilk alan Prof. Dr. Zehra Toska bize Osmanlı dönemi dergilerinden bahse diyor. O dergileri bulmaya çalışırken yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor. Kütüphanelerde bulduğu binlerce derginin arasından kadın dergilerini ayırışını, yaptığı araştırmalar sonucunda hakkında bilgi toplayabildiği tek kadın grubunun, Alay Köşkü’nde bir araya gelen Müslüman kadınlar olduğunu anlatıyor. Ancak bu defa geçmişte yaptığını yapmayacağı itirafında bulunuyor ve Osmanlı’da ilk kadın dergisinin 1869’da yayımlanan “Terakki-i Muhadderat” değil, 1845’te Rum bir doktorun eşi tarafından yayımlanan “Kypseli” olduğunu söylüyor. “Onu da bir sonraki konuşmacı Kornilia Bayvertyan’dan dinlersiniz” diyor ve Osmanlı döneminde yayımlanan dergilerin tümünün “kadın” sorununa odaklandığını anlatıyor: “tur kadınlar… Bu dergiler de ülkenin geri kalmış kadınlarını cehaletten kurtarmak, aydınlatmak amacıyla yola çıkmışlardı. Projeleri örtüşmese de, yeni bir kadın yaratma konusunda hem fikirdiler.” Toska, bize hem dönemin dergilerinden, hem de başlangıçta seslerini yalnızca okuyucu mektuplarıyla duyursalarda, sonraları dergilerin yazı işleri kadrolarını doldurmaya başlayan kadınlardan bahsediyor. Verilen mücadeleleri nasıl anlatayım size? Her zaman dilimi kendiiçinde farklıdır.  Eskiden şöyleymiş, bugün niye böyle diye acıklı bir soru sormak istemiyorum ama üzgünüm ki soruyorum. Zira bu kadar özel bir günde bile etrafta tek bir dergici göremiyorum. Neden dergilerde iyi yazılar yok diye düşünmemize gerek de yok zaten diye düşünüyorum. Yanıt çok açık çünkü. ~


Korkarım ki yakın gelecekte de olamayacak diye endişeye kapılıp umutsuzlaşıyorum ve Kornilia Bayvertyan’ı dinlemeye başlıyorum. Bayvertyan bize Kypseli’nin ardından 1889-1906 arası çıkan “Bosforis-Boğazlı Güzel” adlı dergiden bahsetmeye başlıyor, hatta kapağını gösteriyor.Doğan güneş merkezli Boğaz manzarası resmedilen logonun sol köşesinde yer alan daire içinde, ev ortamında piyano çalmakta olan bir kadınla, bir köşede gazete okuyan bir başka kadın ve hemen yanında onu izleyen bir genç kız bulunan bu derginin ofisinin çeşitli tarihlerde, farklı adreslerde fakat her zaman Galata bölgesinde bulunduğunu söyleyen Bayvertyan, dergiye göre kadından dört şey istenmelidir diyor: “Yüreğinde erdem duygusunun bulunması, alnında ciddiyet, dudağında tatlılık ve el işi becerisi. ” Kornilia Bayvertyan’dan 19. yüzyıl sonunda 13 yayın organının on yedi, on sekiz bin civarı tiraj yaptığını, ama dergilerle ilgili o döneme ait tiraj bilgimizin olmadığını öğreniyoruz. Sonrasında söz alan Ebru Sönmez bize Osmanlı Dönemi’nde çıkan siyasi mizah dergilerindeki kadın imgesini anlatan görsel bir karikatür şovu yapıyor. Aşırı argo ve küfürlerle dolu karikatürlerin bugün de geçerliliğini koruduğunu görüyoruz. Kadınların özellikle de sokaklardaki durumunda değişen pek de bir şey yok demek ki. Karikatürlerin ardından küçük bir aralı’da kadının durumu içler acısıdır. Eğitimsiz, müsrif, boş inançların esiri olmuş  veriyoruz bahçede. Bu arada kütüphanenin düzenlediği tamamıyla ücretsiz gezilerden bahsediyoruz. Ertesi günkü gezinin rotası Zeyrekhane güzergahında bulunan yabancı kız okulları ve tarihi süreçte kadın yaşamları. ~


VE SONRASI


Öğleden sonra, Aslı Davaz Mardin bize İstanbul’da çıkmış kadın dergileriyle ilgili 1928- 1998 yıllarını kapsayan genel bir sunum yapıyor. Harf Devrimi nedeniyle 1928’de hiç dergi çıkmadığını söylüyor ve ekliyor: “1929’da bir, 1930-1940 yılları arası on iki, 1940-195 0 arası on yedi, 1950-1960 arası yirmi iki dergi çıkarken, 60 ve 70’li yıllarda kadın dergiciliğinde bir düşüş yaşanıyor.1970-1980 arası yirmi iki, 1980-1990 arasındaysa müthiş bir patlamayla kırkdört dergi çıkıyor. Verdiğim rakamlar oyıllar arasında yeni çıkan dergilerin rakamları, eskileri de katın bunlara” diyor. Ama asıl 1990-1996 arası 63 tane dergiyle rekor kırıldığını anlatıyor. Araştırmalarının ışığında kadın dergilerini, “kadınlar için çıkarılan dergiler” ve “kadınların kendileri için çıkardıkları dergiler” diye ikiye ayıran Davaz Mardin, ilk grubun amacının kadınları az birazcık tuz ve şekerle oyalayıp statükoyu devam ettirmek, ama bunu yaparken kadınların statükonun değiştiğini zannetmesini sağlamak olduğunu düşündüğünü anlatıyor. İkinci grubun misyonununsa kadınları, haklarını elde etme doğrultusunda yönlendirmek olduğundan bahsediyor ve sözü “şadırvan” dergisini anlatması için Fatma Barbarosoğlu’na bırakıyor. Barbarosoğlu bize derginin anti kominist ve ahlaka önem veren çizgisinden bahsediyor. Moderatör Necla Akgökçe sözü alıyor ve Aslı Davaz Mardin’inaz önce var olduğunu düşündüğünü söylediği her iki grup kadın dergiciliğinin farkl ıuçlardaki amaçlarını ustalıkla biraraya getiren Duygu Asena’nın Kadınca’sını anlatması için sözü Seda Kaya Güler’e veriyor.~


Güler, Duygu Asena’yı anlatıyor. Onunla yaşadıklarını. Bize yanında getirdiği Kadınca’ları gösteriyor ve derginin o dönemde özellikle cinsellikle ilgili tabuları nasıl yıktığını anlatıyor. Bu arada Kadınca’yla ilgili yapılmış bir araştırmadan ve orada değinilen “gönüllü anlatıcılar” kav ramından bahsediyor ve ekliyor: “Biz, orada çalışan muhabirler, konuları seçerken ve yaparken sadece bir kadınla değil, pek çok kadınla görüşür, kendi gözlemlerimizden, yaşadıklarımızdan da yola çıkarak kadın sorununun o güne kadar konuşulmamış yönlerini de ele alırdık. ”Sonrasında, günümüzde kadın dergilerinin çok fazla kadına ulaşamadığındandem vuruyor:  “Mesela ELELE’nin ihmaledildiğini düşünüyorum, üzerine titrememiz gereken bir dergi aslında.” diyor. Geçtiğimiz günlerde bir sunum yapmak amacıyla misafir ettiğimiz ELLE Uluslararası Editoryal Direktörü Valeria Llopiz de bize başka ülkelerdeki ELLE’lerin en büyük rakiplerinin yerel kadın dergileri olduğunu söylediğinde yaşadığım şaşkınlığı düşünüyorum. Yetmiş, seksenbin civarı satan Kadınca’nın ardından ses seda yok. Ama etrafımda lisanslı dergilerden kimse olmadığı gibi, yerel dergilerdende kimse yok.



VE PAZARTESİ



Sözü bağımsız dergilerin “bir tanesi ”Pazartesi’nin son Yazı İşleri Müdürü Beyhan Demir alıyor ve “Artık çıkmayan dergilerden biri olarak anlatacağım maalesef Pazartesi’yi”diyor. Derginin “Hanımlara Mahsus Gazete”, Kadınca ve Kim’in oluşturduğu zincirin son halkası konumunda sayılabileceğini söylüyor. Derginin çıkış öyküsünün yanısıra, yaptığı gerçek habercilikten bahsediyor ve dergide kadınlarla ilgili söylenmeyen, yazılmayan her şeyin yer alabildiğini anlatıyor.~


“Ogüne kadar pek çok dergide hep kadınlara ‘Kalçalarınız büyükse şöyle örtün, göğüslerinizi şöyle büyük gösterin’ diye haberler yapılıyordu. Biz de buna ihtiyacımız olmadığını, adamları ayartacağımıza bizi ezmemeleri için on yolu tartışalım diye düşünüyorduk. Pazartesi, bir örgüt değildi ama o dönem kadın hareketi içinde olup biten her şeyin bir parçasıydı.” Beyhan Demir dergilerin kapaklarını gösterdikçe kıskançlıktan ve yine “orada”olamamış olmaktan ötürü tuhaflaşıyorum. Muhakkak görün derim, Pazartesi dergisinin eski sayıları Amargi Kadın Akademisi’nde mevcut. Bir yanda Janis Joplin, bir yanda o dönem Ecevit’e karşıadaylığını koyan Sema Pişkin süt röportajı,bir yanda İran, bir yanda “Orgazm verilmez, alınır” dosyası… Tekstil atölyelerinde çalışırken Ayşe Düzkan’a gidip Pazartesi’de çalışmaya başlayan ve başlangıçta de’leri, da’ları ayıramazken, sonrasında Metin Göktepe gazetecilik ödülünü alan Nevin Ceral… Maddi imkansızlıklar nedeniyle çıkmıyor artık Pazartesi. Duygu Asena da yok zaten. Başka birileri olsa… Var mı? Evet, tabii ki.   



KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ



Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı ve Kadın Eserleri Kütüphanesi  birlikteliğinde yapılan geziler ve paneller yıl boyunca devam ediyor.


Sırada İstanbul’da Kadın Karikatüristler, İstanbul’u Temizleyen ve İstanbul’a Bakan Kadınlar, İstanbul’un Kadın Politikacıları ve İstanbul’un Görünmeyen Yüzü: Zürafa Sokak Sakinleri gibi ilgi çekici sohbet konuları yer alıyor. Kütüphaneye uğradıktan sonra, hemen yolun üst kısmında yer alan Fener’in ara sokaklarına dalın ve oralarda kaybolmanın tadını çıkarın.~


Ya da birkaç adımda sahile inin ve Haliç’in sularına bakın. Orada bir de bank var, orada oturmak çok keyifli olabiliyor, haberiniz olsun! Kütüphane her türlü bağış ve yardımlarınızı bekliyor.

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.