Lalın Ve Suzın Akalan

Görüşmek istememizin iki nedeni vardı: Sanatla ilgilenmeleri ve giyim tarzları.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 23 Şubat 2013
Lalın Ve Suzın Akalan
Lalin Akalan: 25 yaşında. Tasarım okumuş. Resim yapıyor, “bir şeyler” yazıyor, çok okuyor, çok düşünüyor. Birkaç aylık bir proje olarak düşündüğü, Galata'da “Parlor X”adlı galerisiyle ilgileniyor ama galerici olmak istemiyor. Asıl işi küratörlük. Aralarında 10 ay fark olan bir kız kardeşi var: Suzin. Suzin Akalan: 24 yaşında. Üniversite öğrencisi. Lalin'e galeride yardımcı olmaya çalışıyor, ancak o işin daha çok performans kısmıyla ilgileniyor. Kendi deyimiyle, “sanata başka bir açıdan” bakıyor, resimden anlamadığını, anlaması için Lalin'in onu eğitmesi gerektiğini, fakat “buna gelemediğini” itiraf ediyor. Modayı seviyor.



ÇEKİM ÖNCESİ



Lalin ve Suzin'e ulaştım. Önce Şubat sayısı için bir araya geleceğimizi konuştuk, çekim gününü bile seçtik, fotoğrafçıyı ayarladık. Her şey tamam gibiydi. Birgün kala Suzin hastalandı, erteledik. İyileşti mi diye merak edip arayınca “Japonya'dayız!” cevabı geldi.



ÇEKİM GÜNÜ



1 Şubat'ta, yağmurlu bir günde Lalin'in Galata'daki evinde buluştuk. Pencereden sarkmış “kapı açık, yukarı çık” diye bağıran sesleri duyunca, hele kapıda beni sokaktan aldıkları Ayki neşeli havlamalarıyla karşılayınca, bizi ilginç bir günün beklediğini anladım.



ELLE:
En önemli soruyla başlayalım: Suzin kim? Lalin kim?


Suzin Akalan: Ben Güzel Sanatlar'da, Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okuyorum. Ben epeyce bir süre okumadım. Amerika'ya Lalin'in yanına gittim bir buçuk sene. Ondan sonra Milano'ya gittim. Bir müddet hiçbir şey yapmadım.   ~


ELLE: “Epeyce bi süre” neden okumadın?


S.A.: Bilmem, istemedim. Zamanı değildi...


L. A.: Otoriteyle sorunu vardı diyelim...


S.A.: Evet! Ama asıl sebep, ne yapacağımı ve ne istediğimi bilmememdi. Neyse, şimdi okuyorum. Çok da iyi okuyorum.



ELLE:
Peki niye sanat? Kaç yaşında sanatla ilgilenmeye başladınız? Ve sizi kim etkiledi veya yönlendirdi?


S.A.: Annem! Mesela ne zaman bir müzik enstrümanına merak salsak, bizi destekledi. şunu çalmak istiyoruz derdik, hemen ilgilenirdi. Yok flüt, yok elektronik gitar ya da başka bir müzik aleti, hemen alıyordu. Bizi resim derslerine götürürdü. Yani küçüklüğümüzden beri sanat hep hayatımızda vardı.


L.A.: Biz ilkokuldayken annem mesela bir odayı bir başkasına yaptırmazdı; kendi elleriyle odayı boyar, çiçek desenleri yapardı. Aylar, yıldızlar asardı. Annemin çizimi de çok iyi zaten. Gözü kapalı Atatürk portresi çizen bir kadın düşünün.


S.A.: Belki de yapamadıkları içinde kalmış. Sonuçta o bir sanayici. Aslında iç mimarlık okumak istemiş. O yüzden bizi hep sanata yönlendirdi, hep o yönde beslemeye çalıştı.



ELLE:
Lalin, sen de sanat okudun değil mi? 


L.A.: Evet, New York Parsons School for Design'da, Design Management, yani Tasarım İşletmeciliği okudum. Sonra buraya geldim, biraz Contemporary Istanbul'da çalıştım, ardından Londra'da Sotheby's Institute'a gittim. Orada da Art &Business (Sanat ve İşletme) okudum. Sonra geri geldim.~


ELLE: Bu galeriyi, Parlor X'i açmak kimin fikriydi?


L.A.:
Benim fikrimdi. New York'ta yaşarken “ağır” tasarım okudum. Buna işletme ve hukuk da dahil. Orada bir de caz departmanı ve resim departmanı vardı. Bu bölümlerde okuyanlarından çok yakın arkadaşlarım oldu. O sırada da Londra'da Paradise Row adlı galerinin sahibi olan ortağım Nick Hackworth‘la tanıştım. Onunla hep sanat fuarlarında buluştuk.Yoksa başta benim aklımda sanatla ilgilenmek yoktu. Geze geze bu olayı çaktım, kendi kendime bu yapılabilir dedim. Bu arada, tasarım okuyordum ama üniversite tezim bile İstanbul'da sanat ve geliştirilebilecek şeylerle ilgiliydi. Mesela beş sene önce internette New York'ta sanatla ilgili arama yapıyorsunuz, binlerce yer çıkıyor. İstanbul'la ilgili arama yapmıştım, sadece 136 yer çıkmıştı. Demek burada bir boşluk var diye düşündüm. Neyse, başta ortağımın Londra'daki galerisinin İstanbul ayağını açmayı düşünüyorduk. İlk sergiyi de Bienal sırasında açtık.



ELLE:
Burada hangi sanatçıyı konuk edeceğinize nasıl karar veriyorsun?


L.A.: Bienal sergisine Londra'daki ortağım sayesinde Chapman Brothers (Jakeand Dinso Chapman), Keith Tyson ve Idris Khan gibi çok çarpıcı isimler getirdik. Sonuçta buraya da herkes gelmez, o büyük isimlere ihtiyaç duyuldu. Yoksa dengeli gidiyoruz. Bir büyük isim katıyoruz ki çok elit veya sanattan anladığını zanneden zengin insan da ilgilensin (çünkü ona da ihtiyacımız var), yeni isimler de buluyoruz. Mesela şu anda sergisini gördüğünüz Gamze Özer'i internette bulmuştum.Yeni mezun olmuş, 24 yaşında bir sanatçı. Çalışmalarını çok beğenip tanıştığım genç sanatçılar oluyor. ~


“ÜRETİM” DERDİNDE KIZLAR


ELLE: Suzin, senin sesin de güzelmiş gailba... Teoman seninle şarkı söylemek istiyormuş, doğru mu?


S.A.: Babam bir defa benim sesimi dinletmiş, o da güya beğenmiş. Bu konuda anlatılanlara inanacak olursak, benim geçen Ağustos'ta albümüm filan çıkmış olmalıydı! Sesim güzel, ama olur da bu işten para kazanmayı düşünürsem, reklamla falan işim olmaz. Albüm çıkarıp popüler olmak değil ilgimi çeken. Kendim için müzik yaparım, daha farklı bir açıyla... Müzikle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum tabii.



ELLE:
Lalin, senin yaptığın işin en zor ve en keyifli kısmı nedir?


L.A.: En zor ve aynı zamanda eğlenceli kısmı, bir serginin her şeyiyle kendim ilgilenmem. Aldım elime fırçayla boyayı, her şeyi kendim yaptım. Londra'da da işler böyle yürüyor. Orada bu tür işler için kimse usta filan çağırmıyor. Ben asıl küratörlük yapıyorum. 2010 Prag Bienali içindeki Türk sergisini ve 15 Nisan'da ikinci bir sergiyi hazırlıyorum. Sotheby's Türk Sanatı Müzayedesi'yle, Paradise Row'u Londra'da ortağımla birlikte hazırlıyorum. Haziran ayında Mardin'de özel bir proje var, onun da bir kısmının küratörlüğünü yapacağım, kesinleşmesini bekliyorum. Bunlara odaklanmış durumdayım. Ancak hayatımı bu şekilde sürdürür müyüm, bilmiyorum. Her detayla ilgilen, sanatçıya para kazandır, oradan buradan para bul... Bu işi kendi cebimden de finanse ediyorum. Bana bir geri dönüşü olmadığı için, izlenecek bir yol olduğunu düşünmüyorum. Zaten galeriyi açarken burayı yedi aylık bir proje olarak düşündüm. Bunu deniyorum, bir iddiam yok. Galerici olmak istemediğimi biliyorum.~


ELLE: Bu işte kendini geliştirmek için neler yapıyorsun?


S.A.: Saçımı değiştiriyorum de Lalin!


L.A.: Çok okuyorum. Bu işte iyi olmak için çok ama çok okumak, dünyada ne olup bitiyor takip etmek ve gezmek lazım. Sanatta her an her şey olabiliyor, hepsinden haberdar olmanız gerekiyor. Bir araba tasarımcısının nasıl arabalarla ilgili yeni ne çıkmışsa bilmesi gerekiyorsa, sanatla ilgilenen bir kişinin de hiçbir yeniliği kaçırmaması bekleniyor. Sanat, içinde pek çok ayrıntıyı barındıran bir dünya. Her şeyi hep o bütünün içinde düşünmek lazım. Galiba zaten bu resmin tamamını yakalayabilen bu işte başarılı oluyor. Bu arada, bu iş acımasız olmayı da gerektiriyor. İşletme ve hukuk bilgisi de gerekiyor. Sanatçı dediğin, bazen çok kaprisli bir yaratık olabiliyor. Neyse ki henüz bu konularda pek zorlanmadım.



ELLE:
Japonya'dan yeni döndünüz. Orada ne işiniz vardı?


S.A.: 2010 Türk-Japon Dostluk Yılı. Günseli Kato'nun dahil olduğu bir grupla oraya gittik. Orada belgesel çekiyorlar. Annem Şükufe Gökçen de davetliydi, çünkü büyük dedesi Saffetbeyzade Memduh Gökçen, ilk Türk-Japon fabrikasını ve ortaklığını kuran kişi.


1929 yılında Bursa'da ilk Türk-Japon iş birliğinin temelleri atılıyor. O dönemin Japon imparatoru bu işe inanılmaz destek oluyor... Annemin büyük dedesi ve Kont Kozui Otani ortaklaşa Bursa'da bir ipek dokuma ve boya fabrikası kuruyorlar. Annemde vergi levhasından sözleşmelere kadar buna dair tüm belgeler var. Gittiğimizde kendisine inanılmaz saygı gösterdiler, kimsenin girmediği yerlere girdik. Kyoto'da bir tapınağın duvarında büyük dedemizin resmi vardı. Görünce inanamadık.~


Bir de yanımızda iki profesör vardı, biri Japon biri Türk, ne sorsak anlatıyorlar. Dolu dolu bir kültür turu oldu. Bu arada, annemdeki belgeleri görünce  çok mutlu oldular, onlar da bunları arıyormuş. Bizim evde o tür şeyler atılmaz. Mesela Bursa'da o eski tekstil makineleri bile hala duruyor. Şu anda hepsi temizletiliyor, büyük bir serginin parçası olacaklar. Hem Kyoto, hem de İstanbul'daki Japon Konsolosluğu içinde, hem de Bursa'da bu hikayeyi anlatan sergiler düzenlenecek.



GÜZEL GÖRÜNMEZSEN HAYAT YOK!



ELLE: Lalin, sen Japonya dönüşü çok bakımlı olacağına karar verdiğini söyledin. Niye öyle söyledin, orada ne oldu?


L.A.: Bunu aslında iş anlamında söyledim. Tokyo'yu görünce öyle hissettim. Orada acayip bir mimari, acayip tasarım var... Mesela Issey Miyake'nin mağazasına girdik, bir sergi katalogları var, büyülendim. Mesela kemik üzerine inanılmaz tasarım çalışmaları yapmışlar, ölürsün. Tokyo'da insanlar çok hoş ve rafine giyiniyor. Aslında hepsini kelimelere dökmem çok zor. Ben de bir sürü şey yapıyorum ama kendimden çok fazla şey katamıyorum. Ve insanlar ne yaparsan yap, görmek istediklerini görüyorlar.


Sen çok oku, dünyanın en akıllı insanı ol, kendine güven, o ol, bu ol ama yok, insanlar onu görmüyor ki! E o zaman ben bir “canlı türü”ysem, çok aptal bir “tür”süz demektir. Geçenlerde The Economist'te bir makale okudum. Kocaman göğüslü, sarışın, Ferrari'yle gezen kadınlar var ya... Bunu çok sosyal bir olay olarak görüyoruz diyor. Peki, niye böyle görüyoruz? Bu kadının bu arabaya gitmesi ve bu şekilde görünmesinin sebebi, ancak bu şekilde görünürse o arabaya binebiliyor.~


Ve Ferrari, Ferrari demek değil. O, güç demek. Top of the food chain(Beslenme piramidinin en üst kısmı). Bu aslında içimizde olan, gayet doğal bir yukarı çıkma isteği. şimdi ben bunu okuduktan sonra o kadını nasıl yadırgılayabilirim ki! Bunları düşünüyorum. İnsan bazen farklı olayım, iyi olayım diye kendi rahatından taviz verip istemediği şeyleri de yapıyor.



ELLE:
Yurt dışına gittiğinizde her seferinde mutlaka yaptığınız bir şey var mı?


L..A.: Var. Mutlaka bir photo booth'a girip (sokaktaki şipşak fotoğraf çekilen kabinler) komik kareler çektiriyoruz. Bunu herseferinde yaparız. Tokyo'da da yaptık. Çok eğlenceli oluyor. Kitap alışverişi yaparız. Yemekten ve müzeleri gezmekten de keyif alıyoruz.


S.A.: Bir de ben gittiğim her yerde bir gün tek başıma rahat rahat dolaşmayı severim. Ne varmış burada diye merak ederim.



ELLE:
Seyahat bavulu hazırlamakta hanginiz daha marifetli?


S.A.: Lalin!  Çok düzenlidir.


L.A.:  Suzin'se neyin nerede olduğunu çok iyi bilir ama dışarıdan bakınca daha dağınık görünür. Ben çok obsesif-kompulsif, yani saplantılı olduğum için bir bavul hazırlarım, oraya asla sığmaz dediğiniz herşeyi sığdırırım, çok iyi paketlerim. Biraz asker bavulu gibi olur.



ELLE:
Bir gününüz nasıl geçiyor?


S.A.: Benim şu anda vaktimin çoğu okul ve derslerle geçiyor. Onun dışında biraz dolaşırım. Akşamsa hep birlikte oluruz. Biz zaten 10 kişi falan komün hayatı yaşıyoruz. Evimizde illa arkadaşlarımız olur, bizde kalırlar. Birlikte bir şeyler yaparız.


L.A.: Benim günüm düşünmekle geçiyor. ~


MODAYI TAKİP ETMEYEN STİL


ELLE: Modayla aranız nasıl?


S.A.: Ben severim. Ama mesela bir senedir hiç alışveriş yapmıyordum. Gerçekten hiçbir şey almadım. Almaya değer bir şey bulmadım. Her şey aynı geliyor. Eskiden ayakkabı almaya ve bir sürü markaya bakmaya bayılırdım. Senelerdir o da yok.Çok saçma geliyor. Ama modayı seviyorum; sadece ne var ne yok takip etmem.



ELLE:
Dolabınızda en çok ne var ve ne eksik?


S.A.: Bende en çok ayakkabı var. Paltom yok. Çantam yok, el çantası hiç kullanmam. Cüzdanımı alıp çıkarım. Gerçi Tokyo'da Issey Miyake'den bir tane aldım.Tasarım harikası. Üçgenlerden oluşuyor, istediğin şekilde katlıyorsun, öyle kalıyor.


L.A.: Ben kendim için “anti-fashion” diyeceğim ama insan bunu söylediğinde de modanın içinde oluyor...  Tılsımları ve mason sembollerini, yani takıları çok seviyorum. Maskülen şeyleri çok seviyorum. Mesela topuklu yerine botları tercih ediyorum, ayağımın yere basmasını seviyorum. Bundan çok güç alıyorum. Modayı hiç sallamıyorum ama evden çıktığımda ne giydiğimi önemsiyorum çünkü rahat ve güçlü olmak istiyorum. Power fashion belki de bana göre. Genelde renk giymem, siyahı severim. Yüzüklere bayılırım.



ELLE:
Birbirinizin kıyafetlerini giyiyor musunuz? Ve bunun kavgası çıkar mı?


S.A.: Çıkıyor tabii, çıkmaz mı! Eskiden daha çok giyerdik birbirimizin kıyafetini. Her ikimizin evinden de diğerinin kıyafetleri çıkıyor. Senelerdir çıktı, hala da çıkmaya devam ediyor.


L.A.: Artık çıkmıyor, ben bu konuda birşey demiyorum artık... ~


ELLE: Hangi konularda çok farklısınız?


S.A.: Lalin'in kendi alanı çok önemlidir. Ona girersen kavga edilebilir. Onun dışında da bir meselemiz yok.


L.A.:  Evet, ben kendi sahasına düşkün bir insanım.



KAHRAMAN ANNE



ELLE: Hanginiz aileden kime benziyor?


S.A.: Her ikisine, anneme de babama da benziyoruz. Lalin'in yüz hatları daha çok babamı andırıyor.


L.A.: Yıllarca bana “babana, babana” dediler ama şimdi de annemin geçliğine benzediğim ortaya çıktı.


S.A.: Ben babama hiç benzemiyorum. Güya anneme benziyorum ama yüz hatlarım daha ince, ben kendimi anneanneme benzetiyorum. Anneannem Alman.



ELLE:
Örnek veya ilham aldığınız birileri varmı? (Burada cevap bir ağızdan geliyor):Annem!


S.A.:
Annem inanılmaz bir kadın. Uçak kullanır, gemi kullanır, her şeyi yapar, herşeyi bilir. Bizim değil, asıl onun peşine düşmeliydiniz... (İlham derken, bunu öylesine söylemedikleri kesin. Kayıtta en az bir 10 adet “annem”li cümle kuruluyor.)


L.A.: Bir de bize çok sevgi vermiş, geçen gün onu konuşuyorduk... O kadar çok vermiş, biz de çok talepkar olmuşuz.


S.A.: Evet, bize o kadar çok sevgi vermiş ki sayesinde herkesten aynısını bekliyoruz. Alamayınca, bu çok vahşi bir şeye dönüşüyor.



ELLE:
Para en çok ne işe yarar?


S.A.:  Para ihtiyaç.


L.A.: Para hiçbir işe yaramaz! Kendini tamamlayamamış değil de kendinin zaten tamam olduğunu fark edememiş bir insanın yardımına koşan bir şey. Bir etek alır“ bak şimdi oldum” der. Aile büyüklerine sorarsanız, para güçtür. Paran yoksa hiçbir şey olmaz, gücün yoksa hiçbir şeyin yoktur... Oysa öyle düşünürsen zaten birşey olamazsın. ~


ELLE: En büyük hayaliniz nedir?


L.A.: Benim en büyük hayalim, hem Suzin'e hem de anneme bakmak. 


S.A.: Benimki bir tapınağın tepesine taşınayım. İnsanmış, aileymiş... Hiçbirini istemiyorum. İnsanların birbirine bağlı ve bağımlı olmadığı bambaşka bir düzen istiyorum. Başka bir sevgi boyutunun olduğu, insanların birbirlerini boğmadığı bir düzen istiyorum. Ailemi, herkesi çok seviyorum ama.



KENDİNİ DİNLEME SANATI



ELLE: Bunlar aşkla nasıl bir araya geliyor?


S.A: O zaman bunu şöyle anlatabilirim: Aşk nasıl olmalı? Kafanda bir hayal var... şöyle cool bir erkek olsun, şöyle olsun böyle olsun... Onu bulunca, ona vereceğim bütün sevgimi diyorsun. Bu kadar bencil, bu kadar iğrenç bir yaklaşım olamaz. Yani diyorsun ki benim şartlarıma uygun birşey çıkarsa, benim ihtiyaçlarımı giderecek, ben ona sevgimi vereceğim. Çıkıyor karşına, ikinizin kafasındaki imajlar tutuyor(çünkü her ikinizin de kafasında bir imaj var). Veriyorsun, veriyorsun sevgi... Bir süre sonra ne oluyor o “sevgiye”?  Bence sokaktaki ilk defa gördüğün bir insana bile o sevgiyi verebilmelisin. “Benim ruh eşim, birbirimizi tamamlıyoruz”! Tüm bunlar saçmalık. Kimsenin tamamlanmaya ihtiyacı yok. İlk aşık olduğundaki duyguyu düşün. Sokaktaki herkesin, dünyadaki herkesin birbirine karşı bunu hissedebildiğini düşünsenize. Beni ilgilendiren o. Dünya bence eninde sonunda bu yöne gidecek. Çünkü bu haliyle kimse mutlu değil. Bu sevgiyi yakalarsak, aşk da başka bir hale gelecek. İlişki dediğimiz şey de değişecek. Biz bunu çözdük, gerçekten herşey saygı. En büyük aşktır saygı. Aşk bir insanı değiştirmeye çalışmak değil, bir insanı olduğu gibi kabul etmek, olduğu haliyle ona saygı duymak. Aslında tüm bunları anlamak için çok okumak da gerekmiyor. Tüm bilgi senin içinde zaten. En iyi cevap kendinde. Bir insan kendini (yarım yamalak değil) çok iyi dinlerse, tüm cevapları bulur. Kendimizi dinlemekten korkmamalıyız. ~


KİTAPLAR VE YAZMAK ÜZERİNE


Çekimin bir kısmını Lalin'in evinde yapıyoruz. Yatağının başucunda


E.H.
Gombrichi “The Story of Art” duruyor. Lalin: “Benim kafaya çok taktığım bir yazar var: Stendhal. Ona aşığım. Babam da çok seviyor. Küçükken hep onun ismini söylerdi, beynime kazınmış. New York'ta onu okumaya başladım. İngilizcesini okuyorum, Fransızcasını okuyamıyorum. Çeviri çok önemli ya, yan yana kitapları açmşım sayfa sayfa gidiyorum. Aynı kitaptan dört tane yan yana, sayfaları çevire çevire gidiyorum. Neyse, Stendhal'la ilgili her şeyi okudum, tek bir tanesi kaldı, The Italian Chronicles. Onu henüz bulamadık, onu bekliyorum. Stendhal'ın bir lafını çok seviyorum, hani her bölüme bir cümleyle başlıyor ya.... En sevdiğim: ‘Not one unnecessary word', yani ‘Çok konuşma,  sessizlik.''Bunu çok düşünüyorum. Ben mesela sosyalleştiğimde çok konuşurum ama eve gittiğimde ağzımı açmam. Çok klişe gelecek ama ‘Dünya nereye gidiyor, ne olacak? Pozitif düşünüp hepimiz iyi olalım, peki ama o zaman hepimiz kötü olursak ne olur? Etrafta bin tane kötü insan var, bir şey olmuyor işte' gibi meseleleri çok düşünürüm” diyor. Lalin yazmayı da seviyor. Mesela dört gün kendini “o çok acı çektiği mood'ta tutup” odaya kapatıp daktiloda sayfalarca yazıyor. Geleceği bilen bir insanın, yani bir falcının kendisini nasıl etkilediği üzerinde “bir şeyler” yazıyor. Şimdi de “soul shifting” /‘ruh değiştirme' üzerinde bir şeyler yazıyor. Bu empatinin maksimum seviyesi, yani o kadar empati kuruyorsun ki, o kişiyle ruh değiştiriyorsun.“Hani bir insanla öyle bir empati kurarsın ki, bir anda o olursun” diye özetliyor bu ruh değiştirme olayını.~


ARKADAŞLARA DAİR


Lalin: “Arkadaşlarımız da, biz de, farklı yerlerde olmayı seviyoruz. Bir gün salaş bir yerdeysen, başka bir gün hoş bir yerde olabilirsin. Bir gün Babylon'da, bir başka zaman Zuma'da... Hep aynı yere gidersen, aynı kalırsın. Bizim hayatımızda durağan birşey yok. Mesela biri size “Botların ne hoş! der, sonra bir boşluk olur. İnsanlar bazen o boşluğu doldurmak için ‘Ay, kolyen de çok güzelmiş' der. Bizim arkadaşlarımız o boşlukları böyle şeylerle doldurmaya çalışmaz ve konuşurken gözlere bakar, ne dediğini anlamaya çalışır.”Suzin ekliyor:“ Çok da güzel kavga ederiz. Ama keyifli bir kavga, yani tartışmalar yaparız. Herkes bir şeyler söyler, epey hararetli konuşulur. Sonra harika bir sessizlik olur.”






ETİKETLER
SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.