Simon Periton

Simon Periton

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 24 Şubat 2013
Simon Periton
Olduğundan (45) en az 10 yaş genç duran kusursuz bir İngiliz centilmeni Simon Periton. İstanbul'da bulunma sebebiyse Galerist'te bulunan “Bir Yığın Kelebek” adlı sergisi. İşlerinde naif, dekoratif malzemeler kullanarak incelikli ve alternatif bir başkaldırı yaratan Periton, fantastik ancak sert hikayeler anlatıyor. Periton'la şimdiye dek tanışmadıysanız onun gerçek üstü ve romantik dünyasına girmenin tam zamanı. Zira sanatçının sergide yer alan cam altı resimleri hem kırılgan ve zarif, hem de derin ve kışkırtıcı...





ELLE: Ne tür bir hikaye anlatıyorsunuz bize?  


SIMON PERITON: Yeni aristokrasinin portrelerini başka tür bir asalet  anlayışıyla yaptım. Biraz tuhaf bir biçimde resmediyorum onları, kendilerine güvenli ve rahatlar. Makine, insan, ağaç ve hayvan  karışımından ortaya çıkan tuhaf yaratıklar gibiler. Ünlü, zengin ve aristokratların portre yaptırma geleneğine de gönderme var işlerimde.  





ELLE: Kimler yeni aristokrasi mensupları?


S.P.: Popçular, sanatçılar ve büyük kişilikler. Benim alternatif aristokrat sınıfımda   Iggy Pop, Sex Pistols, Andy Warhol, Mike Kelly ve Serge Gainsbourg var.





ELLE: Galerist bundan yedi yıl önce ilk açılışını sizin serginizle yapmıştı. Şimdi burada ikinci serginizi açıyorsunuz. Bu durumla ilgili duygusal bir bağınız var mı?


S.P.: İlk sergi benim için epeyce olağandışı ve tuhaf bir zamanda gerçekleşmişti. İstanbul'a ilk kez gelmiştim ve yakın bir arkadaşım ölmüştü. Gelişim 11 Eylül'ün bir hafta sonrasına rastlıyordu. Kafam karmakarışıktı, televizyonlarda hiç durmadan İkiz Kuleler'in yıkılışı gösteriliyordu. ~


ELLE: Herkes için tuhaf bir dönemdi.


S.P.: Öyleydi. Ayrıca İstanbul'da Bienal vardı. 11 Eylül sonrası kimse ne olup bittiğini bilmiyor ve korkuyordu. İstanbul'a gelmek de iyi bir fikir gibi görünmüyordu. Ama İstanbul'a geldiğimde her şey yolundaydı ve sokaklarda insanlar çok dostça davranıyordu. Çok hoş ve ilginç bir yere geldiğimi düşündüm. Bilinmeyen ve zor bir durumda işimi yapmaya ve resim sergisi açmaya gelmiştim. Evden uzakta olmak kadar kültürlerin kesişmesi de tuhaftı.  





ELLE: Bu seferki gelişinizde neler oldu?  


S.P.: Başka bir arkadaşım daha öldü! İkinci gelişimde İstanbul'un değiştiğini gördüm. Galeri o zaman şehrin daha lüks bir bölgesindeydi (Nişantaşı). Tam olarak tanımlayamayacağım bir değişim fark ediyorum.





ELLE: İstanbul'da Juergen Teller ile aynı galeride aynı zamanda sergi açıyorsunuz.


S.P.: Birbirimizi tanıyoruz ve esasında çok farklı iki sergi olmasına rağmen, “Neden birlikte yapmıyoruz?” diye düşündük. Heyecan verici ve ilginç bir deneyim. İşlerimiz çok  farklı ama dünyaya bakış açılarımız benziyor. Onun doğayı algılayışı ve zamanın ruhunu yakalaması çok ilgimi çekiyor. Benim onunkinden daha çok hayal gücü ve kurguya dayanan bir dünyam var.





ELLE: Adınızı “doily” (kağıt dantelden bardak altları) işleriyle duyurdunuz ama artık bu malzemeyi kullanmıyorsunuz.


S.P.: 12 yıldır devam ediyordum, biraz sıkıldım ve başka bir şey yapmak istedim. Bu tavırda biraz meydan okuyucu ve korkutucu bir taraf da var. Üç yıl önce kızım Rowan yeni doğmuştu, hiçbir projem yoktu ve stüdyomda dolanıyordum. Aklımdaki şeylerden biri de cam üzerine sprey boyayla resim yapmaktı. Eskiden kalma stencilleri de (baskı kalıpları) kullanmaya başladım, böylece eski işlerimle bağlantımı da korumuş oluyor ve bazı unsurları yeni bir biçimde ele alıyorum. Aslında benim fikirlerim geri dönüşümlü. Kağıt kesikleri de keskin, sert ve biraz gergin bir teknikti. Kendimi yumuşak ve belirsiz materyallere çok yakın hissetmediğim için bu sefer de camla çalışmaya başladım. ~


ELLE: İmzanız haline gelmiş bir çalışma tarzından vazgeçmek zor olmadı mı?


S.P.: Her sanatçı benzer şeyleri yaşamıştır, sanatçılar genellikle yaptıkları tek tür bir işle tanımlanıyorlar, çünkü böylesi daha kolay. Böyle etiketlenmeye inandığımı söylemeyeceğim. Camın arkasındaki resmi görüyor ve ama erişemiyorsunuz, iş bir tür alaycılık içeriyor. Eski işlerimle yenileri arasında biçimsel  farklılıklar var ama ortaklıklar da çok. Mesela şimdiki çalışma tekniğimde de ortaya ne çıkacağını bilemediğim sürprizli bir durum var. Şans unsurunu kullanmayı çok seviyorum diğer türlüsünü sıkıcı buluyorum. Ayrıca her iki tarzım da geleneksel el sanatlarının bir türevi. Bu  sanatların bu kadar süslemeci ve dekoratif olmaları çok ilgimi çekiyor. Güzel olanı çarpıtmayı seviyorum, çünkü eğlenceli ve biraz da küstah bir şekilde manipule etmeye ve yeni fikirler geliştirmeye müsait bir zemin sağlıyor. Cam boyama Avrupa halk sanatına ait bir formdur, kiliselerde çok rastlarsınız. Kandinsky ve Matisse'in de böyle işleri vardır. Cam bir materyal olarak her zaman çok ilgimi çekti; güzel, organik, kırılgan ve başa çıkılması güç bir malzeme olması beni cezbediyor. Cama sahip olan, onu korumak  ve bir ilişki kurmak zorundadır. Cam bir şaka değildir ama şakacıdır.





ELLE: Belki işlerinizle insanları oyun oynamaya davet ediyorsunuz.


S.P.: Evet kesinlikle. İki insan arasında bir diyalog ve iletişim yaratmayı umuyorum. Mesela kağıt işlerimi yaptığım sırada Hong Kong'daki sergide eserlerin boyutları küçüktü ve onları mektup  gibi postayla göndermiştim. Los Angeles'taki sergide işler daha büyüktü ve bana geri gönderdiklerinde  televizyon kutusu gibi kocaman mukavva bir kutuya koymuşlardı. Halbuki işin ağırlığı bir şeker po?etinden daha azdı! Bu durum gözüme çok saçma görünmüştü. İşlerin müzeleri ve sergileri dolaştıkça kendi tarihlerini yaratmaları çok ilginç. ~


ELLE: Bu sergideki işleriniz psikiyatristlerin kullandığı mürekkep (Rosarch) testini de andırıyor.


S.P.: Bunu başkaları da söyledi. İmajların simetrik olması da bu benzetmeye yol açıyor olabilir. Psikolojik okumalara açık bir belirsizliği de var. İşimin kontrol edebileceğim görüntüsünün ötesine geçerek kendi kendine gelişmesinden hoşlanıyorum.





ELLE: Biliyor musunuz bir Türk düşünür, Cemil Meriç, “Camın kalbi vardır, kırılır” diyor.


S.P.: Harika bir sözmüş, bayıldım. Camın en büyük tuhaflığı inanılmaz şekilde güçlü  ancak kırılgan olmasından kaynaklanıyor.  Neredeyse çelik gibi endüstriyel bir malzeme. Medikal test tüplerinin yapıldığı bir laboratuvarda üfleme camdan kocaman pyrex mantarlar yaptım ve malzemenin gücünden çok etkilendim. Pyrex'i çok yüksek derecede fırına koyabilirsiniz ama bana “sakın yere düşürme” dediler. O kadar güçlü ama yine de kırılabiliyor. Bence kalp de öyle. Bu yüzden söylediğiniz şeyi çok sevdim. Romantik ve insani.





ELLE: Cam da kağıt gibi kadınsı materyallerden.


S.P.: Doğru söylüyorsunuz. İnsanlar beni tanımadan işlerimi  gördüklerinde bir kadın olduğumu varsayıyorlar. Kağıt keserek el işi yapmak Viktoryen hanımların zaman geçirmek için oyalandıkları bir el sanatı çünkü. Zaten pek çok el sanatı kadınların dünyasına ait ve bunları yorumlamaktan hoşlanıyorum. Dünyayı gözlemlediğimi ve sanat yoluyla yorumladığımı söyleyebilirim. Bunu üstten bakarak değil, anlamaya çalışarak doğal bir şekilde yapıyorum. İşlerim üzerine konuşmayı ve açıklama yapmayı da bunun bir parçası olarak görüyorum. Dekoratif objelerin işe yaramaz hallerini onlar için harcanan emeği seviyorum.  Aslına bakarsanız sanat da bir bakıma öyle değil mi?  Günün sonunda onu satamıyor, birlikte yaşayamıyor ve sergileyemiyorsanız ne olacak? Elbette sadece el sanatlarıyla ilgilenmiyorum.  Küçük dijital fotoğraf makinemi her zaman yanımda taşıyorum ve ilgimi çeken her şeyin fotoğrafını çekiyorum. Bu fotoğraflar benim için çok önemli bir kaynak.  Kendimi görüntüler çalan bir casus gibi hissediyorum!        

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.