CESARET VER ANNA!

Anna Dello Russo'nun evine konuk olduk.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 17 Mart 2016
CESARET VER ANNA!

Sokaklarda konuşturduğu ihtişamlı stilini tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği İtalyan moda editörü Anna Dello Russo, Milano'daki evinin kapılarını ELLE Türkiye'ye açtı. W Dergisi'ne geçecek mi? Erkekler çok şık kadınlardan kaçar mı? Neden cool kadın olmak istemiyor? Güneşin ilk ışıkları ve gece elbiseleri nasıl ve nerede buluşuyor? Her yerde yeni gerçekçi yönetmen Luchino Visconti'nin "Leopar"ı vardı.

"Tokanın fotoğrafını çektim Anna. Twitter sayfamıza koymayı planlıyorum."

"Olamaz. Korkunç bir şey o!" diye gülerek karşılık veriyor bu yarı şaka, yarı ciddi kararıma Anna Dello Russo. İnanmayacaksınız ama hiç beğenmesek de bir türlü vazgeçemediğimiz o seksenlerin kitsch mandal tokalarının mavisinden onda da var.

Anna, Anna ve yine Anna! Dünya moda blog'larında bir süredir en çok kimin stili göz kamaştırıyor? Yanıt: Anna. Kimin stili ilham veriyor? Yanıt: Yine Anna. En heyecan verici kim? Yanıt: Bir daha Anna. Peki en "korkusuz" kim? Tüm yanıtlar: Anna. Bu aralar dünya stilinde bütün yollar Anna Dello Russo'ya çıkıyor.

İşte bu yüzden, ELLE Türkiye'nin yolu da Anna'nın evine düşüyor.

Yıllarca Kate Moss dedim başka bir şey demedim. Cool Fransız şıkları devreye gireli beri onları da ilgiyle takip ettim. Ancak bir şeyler eksikti bir süredir. Hani bir ilişkiniz vardır, çok da mutlusunuzdur. Ama heyecan kalmamıştır. Ne yapacağınız size bağlıdır o anda. Çekip gidebilirsiniz. Ya da güvende kalmayı seçersiniz. Heyecan olacak da ne olacak dersiniz. Üzgünüm ama ne Kate'le, ne de cool Fransız şıklarıyla kalmam mümkün değildi. Anna'yı seçtim, onun göz kamaştıran ve hiç de çabasız olmayan stiline kilitlendim.

Blog'larda ve dergilerde gördüklerim yetmedi. Tıklanma rekorları kıran kişisel blog'unu takip ettim. Bir süre yazıştık. Olmadı. Evine konuk olmak istediğimi söyledim. "Seve seve!"dedi. İşte şimdi onunlayım.

MİLANO'DA BİR AKŞAMÜSTÜ

Şehrin bir numaralı oteli Park Hyatt'ta, koskocaman  bir odada geçirdim Milano'daki tek gecemi. Anna'yı çekmek isteyen onlarca fotoğrafçının arasından seçtiğimiz Danilo Scarpati ve asistanı Pablo'yla gözde mekan Cafe Radetzky'de buluştuk. Abartmak gibi olmasın, sıcaklık neredeyse elli derece civarındaydı diyebilirim. Anna'yı ve Roma'yı, biraz da Danilo'nun Napolili oluşundan dolayı orayı konuştuk. Milano'yu hiç sevmediğimize karar verdik. Napoli'yi henüz görmediği- mi duyunca üzüldüler. Öyle bir anlattılar ki, hemen gitmek istedim. Çok heyecanlıydık. Bastırmaya çalıştık. Sonra şehrin en hip caddelerinden Corso Como, hemen birkaç sokak solda Anna Dello Russo'nun evi...

~

Güzel bir iç avlu. Asansör. Üçüncü kat. İki bitişik daire. İkisinin de kapısı açık. Soldakinin önünde kocaman Chanel paspas. İkisinden de içeri baktım. Anna sağdakinde. Giriyorum. "Selam Anna" diyorum. Yalınayak. Üzerinde nefis bir Moschino elbise var. Makyajsız. Olduğu gibi. "Hoşgeldiniz" diyor. İçerisi nefesimi kesiyor. Küçük ölçekte bir sarayda olduğumu hissettiren duvarlara bakıyorum. Bir yerden hatırlıyorum bu duvar kağıdındaki mekanı diye düşünürken, Anna yardımıma yetişiyor: "Gangri Sarayı orası. Visconti'nin ‘Leopar'ı çektiği yer."

HER YER LEOPAR

Nasıl unutabilirim? Kaderin cilvesine bakın ki, dört-beş ay kadar önce üç saatimi verip izledim o filmi. Bu muhteşem tarihi epik, İtalyan yazar Giuseppe Tomassi di Lampedusa'nın aynı adlı çok satan romanından faşizm sonrası dönemde, 1963'te lüks tutkunu aristokrat bir Marksist olan Visconti ta- rafından çekilmiş bir uyarlama. Luchino Visconti. İtalyan modasının, bilhassa Dolce&Gabbana'nın esaslı ilham kaynağı. Film, şaşaalı bir moda çekimi gibi. Sırf sonundaki bir saate yakın süren balo sahnesi için dört yüz kostüm dikilmiş. 1860'larda İtalya'nın güneyinde feodalitenin yıkılışına, demokrasinin gelişine şahitlik etme deneyimi.


Yeni gerçekçi çünkü ayrıntılar çok önemli. Yeni gerçekçi çünkü mutluluk özlemi var. Cesaret var. Yeni gerçekçi çünkü sokaklarda çekiliyor. Sokaklar çok önemli.

Tıpkı Anna'nın hayatında olduğu gibi. Blog'lara bakarsanız görürsünüz. Partiler vesaire değil, sokaklardır onun stilinin evi. Yanlış anlamayın. Yüksek modadan, tasarımcıların en kıymetli şaheserlerinden vazgeçmez ama onları coşkuyla taşıdığı yer asla değişmez: Eninde sonunda sokaklarda buluşur Anna ve stili.

NASIL KIŞKIRTILIR?

"Cool değil, moda olmak istiyorum!' diyorsun blog'unda. İnan, sana baktığımda modayı görebiliyorum, hatta ona dokunabiliyorum. Ama cool'sun aynı zamanda" diye başlıyorum söze. Gülüyor ve bana bu tarz söylemleri kışkırtıcı olmak için seçtiğini belirtiyor. Yani onun için bunu söylemek bile cool olmayı reddedişin bir parçası: "Cool olduğunda rahat ve kendinden emin görünürsün. Oysa moda bir rahatlama süreci değil. ‘Giydim-çıktım' diyerek modayı yüceltemezsin. Be- nim için giyinmek bile bir ön hazırlık süreci gerektirir. O gün ya da o sıralar peşinde olduğum görüntünün havasına girmem gerekir. Aynen bir oyuncunun rolüne hazırlanması gibi. Rolünün gerektirdiği gibi davranırsın; o anda sen, sen değilsindir artık. Başka biri olursun. Benim için özgür olmak bir anlamda moda."

Aslında çok utangaç bir yapısı var. İşte tam da bu yüzden cool olmaktan nefret ediyor: "Cool olmak, kendin olmak. Ben kendim olmak istemiyorum!" En sevdiği rolün hangisi olduğunu sorduğumda gülerek "moda kurbanı" rolünü dahi severek oynadığını belirtiyor. Belli ki öyle olduğunu söyleyenler var ve o da bu şekilde bir çeşit sitem ediyor. Modanın ironik yönünü vurguluyor. Bu şekilde utangaçlığını defedebildiğini anlatıyor. Ve eşsiz bir replik geliyor: "Cool kadın rolü, beni tatmin edebilecek güçte bir rol değil. Ben daha çok heyecan verici olmanın, tutkunun peşindeyim. Cool kadın siyah- beyazdır. Ben renkleri severim."

~

ANNA'NIN HİKAYESİ

Milanolu değil Anna, Barili. Güneyden, renklerin, mü- cevherlerin diyarından geliyor. On yaşındayken çekilmiş siyah-beyaz fotoğrafındaki kısacık saçlarının ilgimi çektiğini gördüğünde, "Annemin seçimi bu saçlar. O da benim hep cool olmamı isterdi" diyor gülerek ve ekliyor: "Ama ben hep uzun saçların, feminen görüntünün peşindeydim. Bir keresinde jean'imle bir arkadaşımın annesinin Versace elbisesini değiş tokuş etmiştim."

Sonrasında Bari'de açtığı butik. Bu arada İtalyan dili ve sanat tarihi eğitimi. Bitirme tezi: Göstergebilim. 1989'da ver elini Conde Nast İtalya. Deli bir çalışma temposu. Bir fotoğrafçı asistanıyla altı ay süren evlilik. Düğünde muhteşem bir Dolce&Gabbana gelinlik. İlle de kilisede evlenmesi gerektiğine inandığından bir daha evlenmeyeceğini düşünüyor; zira bir Katolik olarak bir kez evlenmiş olduğu için bunu yapabilmesi için yığınla prosedür gerekiyor. "Hem artık yaşlandım, evlenmem" diyor gülerek.

Daha sonraları Vogue İtalya'nın yayın yönetmeni Franca Sozzani'nin ricasıyla altı yıl boyunca İtalyan erkek Vogue'unun yayın yönetmenliğini yapıyor: "Benim için oldukça farklı bir süreçti. Denemeliyim diye düşündüm ve yaptım. Başlangıçta her şey çok iyiydi, ancak sonraları kadın modasını o kadar çok özledim ki, dayanamayıp bıraktım."

2006'da gelen Vogue Japonya moda direktörlüğü ve yaratıcı danışmanlık teklifi. O zamandan beri aynı görevi sürdürüyor. Yılda dört kez gidiyor Japonya'ya. Japonların modaya tutkuyla bağlı olmalarına bayılıyor ve ekliyor: "Kendimi bir prenses gibi hissetmemi sağlıyorlar."

ÖTEKİ EV'DE

Güneşin batmaya yüz tutmasıyla muhteşem bir ışık yakalıyoruz ve fotoğraf çekimine geçiyoruz. Anna üç kıyafet değiştiriyor. Koşturuyor, bitişikteki evde giyiniyor ve geliyor. İnanılmaz bir alaka, ilgi. Tam istediği gibi, o kadar heyecan verici görünüyor ki! Onu beş dakikalığına izlemek bile bir nevi "Nasıl moda editörü olunur?" dersi gibi. Yanında kişisel blog'unu yapan asistanlarından biri var, o yardım etmek istiyor, ben bir şeylerin ucundan tutayım diyorum ama o, her ayrıntıyla bizzat o kadar ilgili ki.

Gardırop odasındayım şimdi. Anna'nın sahip olduğu dört bin çiftten fazla ayakkabının bir kısmı burada, bir kısmı çekim yaptığımız, bazı konukların ve gazetecilerin ağırlandığı evde. Elbiseler ve aksesuarlar dışında her şey o kadar sade ki. Antre boydan boya kitaplık. Salonda yine oldukça yalın kanepeler var. Tabii bir de dünyanın en güzel koltuğu olduğunu düşündüğüm leopar desenli bir koltuk var orada. Başka bir dünya.

~

Bu arada üstünü değiştirmeye gidip gelirken benim de onu takip ettiğimi hissediyor. "Asıl ev"e girmek istediğimi  fark ediyor. Burada fotoğraf çekmememizi rica ediyor. "Sorun değil, yeter ki ben gireyim" dediğimde beni içeriye davet ediyor. Dosdoğru yatak odasına gidiyoruz. Sokakların, moda haftalarının en ihtişamlı kadını Anna Dello Russo"nun yatak odası mini minnacık. Dünyanın en sade yatağı. En yalın çarşafları. Ama leopar deseni duvar kağıdı. Yatağın hemen üzerinde devasa ebatta bir Deborah Turbeville resmi. Tipik bir Turbeville çalışması. Sisli, puslu. O da Visconti gibi ayrıntılara meraklı, cesarete hayran bir sanatçı.

70"lerde moda editörlüğünden moda fotoğrafçılığına geçiş yapan Turbeville"e göre "İkinci hayat dediğimiz şey, rüyalardı."

ŞIK KADINLARIN ERKEKLERİ

Geri döndüğümüzde sehpanın üzerindeki fotoğraflardan birinin ortadan yok olduğunu görüyorum. Upuzun saçlı bir adamla görünüyor bu fotoğrafta Anna. Neden kaldırdığını sorduğumda "Eski erkek arkadaşımdı, fotoğraflarda görünmesini istemem" diyor. Ve tabii ki konu erkeklere geliyor. Bir erkek arkadaşı olduğunu söylüyor. Ben de ona şu muallakta kalmış mevzuyu, şık kadınların erkekleri korkutup korkutmadığını soruyorum ve oldukça şaşırtıcı bir yanıt alıyorum: "Bir erkekle randevum varsa, kesinlikle bu kadar ihtişamlı giyinmiyorum. Bu onları fena halde korkutuyor. Daha sade şeyler giymeyi tercih ediyorum. Siyah iç çamaşırı gibi. (Gülüyoruz.) Mesela vücuduma oturan siyah bir elbise ve topuklu ayakkabılar."

"Peki göze çarpmanın yanı sıra, çok pahalı giysiler giymenin de erkekleri korkuttuğunu düşünüyor musun? "Bu kadar para harcayan bir kadınla olamam!" diyorlar mıdır mesela?" Bu sorum da Anna"yı hiç şaşırtmıyor: "Aynen böyle düşünüyorlar" diyor ve ekliyor: "Ama asıl sorun, insanların hep sana bakıyor oluşu. Yanlarındaki kadının aşırı ilgi çekmesi rahatsız ediyor onları. Gay olmadığı sürece bundan hoşlanan bir erkek tanımadım henüz."

Kendisine şık olmayan bir erkekle beraber olup olmayacağını sorduğumdaysa, "Ah tabii, bizzat ilgilenebilirim stiliyle, hiç sorun değil" yanıtını veriyor gülerek ve ekliyor: "Ama şimdiye kadar birlikte olduğum erkeklerin hepsi de stil sahibi adamlardı doğrusu."

GECE UYKUSUNUN STİLE ETKİSİ

Anna o kadar hoş görünüyor ki yakından. Kırk sekiz yaşında olduğuna inanmak çok zor. Formda. Deliler gibi yüzüyor. Her sabah beşte uyanıp yoga yapıyor. Bu kadar erken kalkmak için akşam sekiz-dokuz gibi yatıyor. Eskiden daha bir zevk aldığı gece hayatını sevmiyor: "Asla parti kızı değilim. Moda haftaları sırasındaki davetlere katılmak zorunda olmak dahi beni deli ediyor."

Gün ışığına, sabahın güzelliğine hayran. İşte, stilindeki o görkem bu hayat tarzından kaynaklanıyor biraz da: "Gece çıkmadığım için bütün gece elbiselerimi gündüz giyiyorum."

O kadar para verip alınan gece elbiselerinin yalnızca geceleri, üstelik de genellikle tek bir gece için giyilmesi hep saçma gelmiştir bana. Çoğu insanın tuhaf bulacağı bu fikrin Anna"da da hayat bulması gerçekten harika.

~

NE GİYMİYOR?

Evde Abercrombie Fleece'den rahat bir şeyler giyiyor. "Canının hiçbir şey giymek istemediği günler olmuyor mu hiç?" diye sorduğumda, "Hiçbir şey giymek istemiyorsan depresyondasın demektir. Moda duşu almalısın" diyor.  Kişisel blog'unda da bahsettiği moda duşunun, kendini ne olursa olsun güzel bir şeyler giymeye zorlamak anlamına geldiğini söylüyor. "Ama ya hiç ama hiçbir şey giymek istemiyorsan?" dediğimde de, "Abercrombie ve spor ayakkabılarım ya da abartılı elbiselerim. Ortası yok" diyor. Ağzından jean kelimesi hiç çıkmıyor.

Geçtiğimiz ay erkek moda haftasında giydiği transparan elbisesi ona bir de "korkusuz moda ikonu" unvanını getirdi. Ama o korkusuz olduğunu falan düşünmüyor. "İnsanları provoke etmeyi seviyorum" diyor, "Ne yapabilirim? İsteyen her gün jean'ini giymeye devam etsin; ben böyle giyinmeyi seviyorum. Kadınları elbiselerin içinde görmeye bayılıyorum." Pijama almaktan, hatta pijama kelimesinden nefret ediyor. Yine de umutsuzca alıyor, zira uyurken pijama giyiyor!

MODANIN BİZE İNİŞİ

90'ları hatırlarsınız. Süpermodeller ve fotoğrafçılar devri. Hepsi bitti. Anna Wintour'la birlikte moda gazetecileri de göz önündeki yerlerini aldılar. Şimdilerde bahsettiğimiz, takip ettiğimiz kadınlar, bu değişimin armağanı bize. Modanın gün- deminin demokratikleşmesi, bunun adı. Anna Dello Russo da bu sürecin en önemli isimlerinden biri. Üstelik onun daha da önemli bir icraatı var: Yüksek modayı, dünya modasını belirleyen tasarımcıların en nadide ve ihtişamlı parçalarını, birer jean pantolon ve tişörtlermişcesine sokaklarla birleştirdi!

Dünyanın gözde moda blog'ları ona tapıyor. Jak&Jil dahi 1000. haberini Anna'nın transparan elbiseli fotoğrafıyla kutladı. Bu kadar sevilmesi belki de kimilerini rahatsız ediyor, zira Anna bazılarının onu "internet ikonu" olarak nitelendirdiğini söylüyor. Belli ki bu duruma canı sıkılıyor. Ona dünyanın artık internette döndüğünü söylediğimde içtenlikle gülümsüyor.

BU KIŞ NE GİYECEK?

İhtişamı çok seviyor. Aslında bu konuda da bir öncü olduğunu söyleyebiliriz. Zira yıllardır dünyayı sarsan "çabasız şıklık" onun gardırobuna hiç uğramadı. Yıllardır kime stil sahibi olmanın yolunu sorsanız, "Podyum görüntüsünü aynen uygulamayın; karıştırın" der. Anna'da durum tam tersi: "Eğer o an podyum görüntüsü hoşuma gittiyse ve öyle olmak istiyorsam bundan kime ne? On tane bilezik taksam bu kimi ilgilendirir? Farklı olmayı isterim. Dolu bir sayfanın en sonun- da zar zor yer bulacağıma, boş bir sayfada tek başıma olmayı tercih ederim!"

Bu yılın sessiz, erkeksi, kamel rengi "gerçek kadın" stilini de ekonomik durgunluğun bir getirisi olarak görüyor. Bu stile geçiş yapıp yapmayacağını merak ediyorum. "Celine'den bir şeyler giydim bile" diyor. Kendisine o fotoğrafını gördüğümü ancak o stilin ona bile yakışmadığını söylediğimde gülerek "Evet, bu stil iyi fotoğraf vermek için pek de uygun değil" diyor.

Celine'i minimalist olarak nitelendirmenin çok büyük bir haksızlık olduğuna inanıyor. Phoebe Philo'nun bir çeşit devrim yaptığını, müthiş detaylarla süslenmiş ve ustaca tasarlanmış bir koleksiyon yarattığını düşünüyor ve ekliyor: "Cool kadınlar için Celinemania dönemi başlıyor!" Yıllarca taklit edilen Balmain'ın şu sıralar gözden düşmesini haksızlık olarak görüyor. Hemen tüm dergiler "gerçek kadın stili" olarak Celine'i ilan etse de, onun gerçek bir kadın olarak seçimi, bu sezonda da harikalar yarattığını düşündüğü Dolce&Gabbana.

Koşarak gittiği şovun hangisi olduğunu sorduğumda, çoğu yakın arkadaşı olan tasarımcıları kırmak istemediğinden temkinli davranıp "Çok var" diyor ama Balenciaga'ya daha bir hevesle gittiğini heyecanla itiraf ediyor. Zaten eylül ayında New York'la başlayacak olan moda haftaları turunu da iple çekiyor. Giyecekleri aylar öncesinden hazırlanıyor. Bu yılki turda giyeceği en gözde parçaların da Balenciaga'dan olacağını öğrendiğim Anna'ya giysilere ve aksesuarlara ne kadar para harcadığını sorduğumda bana, "Söyleyemeyeceğim kadar çok" yanıtını veriyor.

~

“Peki ya çok paran olmasaydı?” diye soruyorum. Uzunca düşündükten sonra yanıtlıyor: “Zara ve H&M'e giderdim. İnan bana, ne yapıp edip çok şık olmanın bir yolunu bulurdum.”

DERGİ MESELESİ

Bir süre önce yayılan W Dergisi'ne geçeceği söylentisine gülerek “Hayır, Stefano Tonchi çok iyi bir arkadaşım. Hemen altta kız kardeşinin mağazası var, görmüşsündür zaten. Böyle bir konunun bahsi bile geçmedi. New York'a taşınmak, bütün ekibimi oraya taşımak gibi bir niyetim yok” yanıtını veri- yor.

Dergilerden söz açılmışken konu, stil ikonu olduğunu söylediği Fransız moda editörü Carine Roitfeld'e geliyor: “Bu işlere ilk başladığımdan beri idolüm o. Daima güler yüzlü, şık ve seksi.” Aslında Roitfeld'le stilleri birbirinin tam zıttı olsa da Anna, bir stil ikonunuzun olmasının onun yaptıklarının aynısını yapmanızı gerektirdiğini düşünmüyor. Evet, çok farklılar. Ancak ne ilginçtir ki, Anna'nın stili bir süredir Carine Roitfeld'inkiyle karşılaştırılıyor.

“Anna Wintour mu, Carine Roitfeld mi?” diye sorduğumda “Kesinlikle Carine!” yanıtını alıyorum. İyi bir dergi yapmanın yolununsa çok iyi bir ekiple çalışmaktan geçtiğine inanıyor: “Deliler gibi araştıran, çalışan bir ekibiniz olmalı. Freelance-serbest çalışanlarla yapılan dergilerin başarılı olabileceğine inanmıyorum.”

MODA, MODA, MODA

Modayla nefes alıyor. Modayı zevkli ve konuşulabilir, üzerinde saatlerce tartışılabilir hale getiriyor. İlginç kılıyor. Stili gibi güçle ve ihtişamla yoğuruyor.

Türk modasını yakından takip ediyor. Hakan Yıldırım'ı, daha geçenlerde İtalya'da “geleceğin tasarımcısı” ödülünü alan Erkan Çoruh'u beğeniyor. Ümit Benan'a bayılıyor; “Bugün erkek modasında beğendiğim tek isim o” diyor.

Ona hoş ve de nahoş olan bütün ayrıntılarıyla İstanbul Moda Haftası'nı anlatıyorum! Moda haftalarının birini ötekinden ayırmadan seven bu şık kadından “Cesur olmalısın. Ne istersen onu giy. Gardırobundaki en göz alıcı parçalar, moda haftası sırasında üzerinde olmalı” öğüdünü alıyorum.

“Canım, çocuğum” diye sevdiği, çekim yaparken nerede duracağını dahi bilen tatlı köpeği Cuccolina'nın havlamalarına Visconti'nin “Leopar”ının o unutulmaz balo sahnesinde insanlara fenalık geçirten sıcağının aynısı ekleniyor. Üç kıyafetin ardından tüm yakınlığıyla “Başka bir şeyler giymemi ister misin?” diye soruyor.

Onu daha fazla yormak istemiyorum. Dünya stil arenasını, hatta içinde bulunduğumuz odayı bile güzelleştirmek için yoğun bir gayret sarf ettiğini düşünüyorum. O, eski siyah-beyaz film seyircisi cool bir kadın değil. Kendi filminin, rengarenk bir filmin başrolünün hakkını fazlasıyla veriyor.

Çabasız şıklığın azılı savunucularından ben, modaya bakışımın değiştiği o günden; Anna Dello Russo'yu tanıdığım günden beri, sabah uyanır uyanmaz yıllar önce bir kenara attığım koskocaman küpelerimi takıyorum. Onlarla sokaklarda dolaşıp duruyorum, işe gidiyorum. Anna'nın oradan oraya koşturan, çabalayan baş döndürücü şıklıktaki hali hiç aklımdan çıkmıyor. “Leopar”ın yazarı Lombardi haklı: “Her şeyin aynı kalması için her şeyin değişmesi gerekiyor...” annadellorusso.blogspot.com


SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

ELLE Mart Sayısı Çıktı!

Baharı Hande Erçel ile karşılıyoruz.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.