PARIS'TEN SEVGİLERLE

Emily in Paris dizisinin oyuncularıyla dedikodu yaptık, biraz moda konuştuk. Fransız kültürünü masaya yatırırken dizinin yaratıcısı Darren Star’ın kulaklarını çınlatmayı da ihmal etmedik!

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 16 Şubat 2023

Netflix’in hit yapımı Emily in Paris’in yeni bölümlerini bir oturuşta bitirdikten hemen sonra karşımda dizinin oyuncuları oturuyordu!

Yeni bölümleri izlediğimde verdiğim ilk tepki bugüne kadarki en iyi sezon olduğu yönündeydi. Diziyle ilişkim yasak bir zevk gibi başlarken ekibin ve hikayenin bir anda en büyük fanı olduğumu geçen sezonun ortalarında fark etmiştim! Bu sezon Darren Star bambaşka bir Emily in Paris kurgulamıştı. Hani o her şeyin mükemmel olmasından dolayı sinirimizi bozan atmosfer bu kez yoktu. Eğlencesi, rüya gibi hayatı yine dozundaydı.

Henüz izlememiş olanlar için kısa bir özet geçmek gerekirse, Chicago’dan Paris’e taşındıktan bir yıl sonra Emily, kendisini hayatının her alanında çok önemli bir yol ayrımında bulur. İşte ve romantik hayatında sadakatinin tam olarak nerede olduğuna ve bu kararların kendisi için ne anlama geldiğine karar vermek zorunda kalıyor. Bu arada sadece Emily değil, her bir karakterin varoluşsal sancılar çektiği bir sezon oldu. Tabii bunların hepsi Darren Star’ın karikatürize edilmiş yorumuyla sunulmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz ay dizinin Paris prömiyeri yapıldıktan hemen sonra, ki bu ilk kez oluyor, kadronun tamamıyla tam da bu meseleler üzerine kısa kısa sohbetler ettik!

 “SEÇİM YAPMAMAK DA BİR SEÇİMDİR”

 Lily Collins & Ashley Park

Bu sezon ilginç bir şekilde dizi varoluşçuluk felsefesi üzerine söylemlerle başlıyor. Her ikinizin karakteri de hem duygusal hem de profesyonel anlamda bir dönüşüm içinde. Sizce karakterleriniz nasıl bir mesaj yolluyor?

Lily: Emily daha ilk bölümde bir seçim yapmamanın da seçim yapmak olduğunu fark ediyor. Aklındaki sorulara veya problemlere çözümler arayabilmek için sürekli dışarıya bakıyor. Her zaman da içine sürüklendiği durumda neler yapması gerektiği üzerine kafa yoruyor. Ama Mindy (Ashley Park) bana gerekliliklerden ziyade neleri gerçekten istediğimi ya da nelere ihtiyaç duyduğum üzerine düşünmemi öğütlüyor. Emily de neticede onu mutlu edecek kararlar üzerine gitmek için çalışıyor. Sanırım bu sezon artık Emily’nin karar verebildiğini ve o verdiği kararların da arkasında durabildiğini görüyoruz. Onu rahatsız eden durumları bile olgunlukla karşılamayı öğreniyor. Hayatta her şey, her zaman istediğimiz gibi gitmiyor. Bu sezon da bunu anlatıyor bence. Emily optimist ve çözüm odaklı yaşayan biri ama bir yandan da ayakları yere basan realist bir yanı var. Hem karakterin, hem de dizinin...

Ashley: Mindy’nin unutamadığım bir sözü var ve sanırım tam sezonun ortasındaki bölümlerden birinde bunu dile getiriyor: “Artık olduğum kişi yüzünden özür dilemek istemiyorum.” Yine de karakterimin bu sözünü tam anlamıyla yerine getirebildiği konusunda emin değilim. Bence hayatta insanların düşünceleri Mindy için pek önemli değil, ama sahneye çıktığı anda bu yaklaşım geçerli olmayabiliyor. İnsanların izlerken şu mesajı almalarını isterim: Etrafınızda hislerini cömertçe sergileyen insanlar olmalı. İnsanlar sevdiklerine onlardan neler istediklerini çekinmeden söyleyebilmeliler. İş, aşk, dostluk... Her türlü ilişki için geçerli bu.

Bu sezon özellikle ikinizin ilişkisi derinleşiyor. İki farklı karakter sizce birbirlerinde neleri sevip sevmiyorlar?

Lily: Emily bence en çok Mindy’nin cesur ve kendine güvenen biri olmasından hoşlanıyor. Mindy sürekli Emily’i iyi hissettirmeye çalışıyor, kalbinin sesini dinlemesi konusunda onu yüreklendiriyor. Emily de Mindy’ye rahatlık ve güven duygusunu aşılıyor. Başlangıçta her ikisi için de yabancı ve biraz ürkütücü olan bir şehirde sonunda ikisi de birbirlerinin dayanağı ve sırdaşı oluyorlar. Birbirlerine ev duygusunu veriyorlar sanki.

Dizi insan ilişkilerini ele aldığı kadar moda ve stil yönüyle de konuşuluyor. Bu sezon favori parçanız neydi?

Lily: Çok fazla var desem yalan söylemiş olmam sanırım.

Ashley:

Benim için favori parça içinde en rahat ettiklerimdi. Bir bölümde erkek arkadaşımın gömleğini giymiştim ve kendimi çok rahat hissetmiştim. Ama şaka bir yana inanılmaz cool modaevlerinden efsane parçalar giydik. Bence artık bu sezonla birlikte Emily in Paris’in küresel bir moda platformu olduğunu görebilecek insanlar, özellikle de birçok yükselmekte olan tasarımcı için de harika bir sunuş şekli.

Lily: Emily, Provence’a giderken vintage turkuaz bir elbise giyiyor. Kostüm departmanı bu kıyafeti eski depolardan birinde bulmuş. Tasarımcının kim olduğunu bilmiyoruz. Bunu temsil ettiği anlam nedeniyle de seviyorum. Her zaman bir tasarımcıya ait kıyafet giymek zorunda değilsiniz, ancak o kıyafeti giydiğiniz yerde, taşıdığınız şekilde ona yeni anlamlar yükleyebilirsiniz. Neticede kimin yaptığı önemli değil, önemli olan nasıl giydiğiniz ve geçmişe gösterdiğiniz saygı.

Ashley: Evet kesinlikle katılıyorum! Benim de sanırım aklımda en çok yer edinen parça giydiğim korseydi. Saç tasarımcımın erkek arkadaşı tarafından yaratılmış. İzleyenler inanılmaz cool olduğu yönünde bana hak vereceklerdir!

Ashley bu sorum özellikle sana. Sevdiğin şarkıları söylüyorsun dizide. Önce BTS’in şimdi de Dua Lipa ve Lady GaGa’nın popüler şarkılarını yorumladın. Gelecek sezon için istek parça yapabiliyor muyuz? Ya da senin aklında bir şeyler var mı?

Ashley: Haha! En çok ne istiyorum biliyor musun? Lily ile birlikte söylemeyi.

Emily: Evet, evet geri vokallerde yer alabilirim.

Ashley: İkinci sezonda dizi için kaydettiğimiz orjinal şarkı “Mon Soleil” favorimdi. Umarım yine böyle fırsatlar yaratabiliriz.

 

“DİZİ BU SEZON HAYATTA KARŞILAŞTIĞIMIZ ENGELLERİ DE GÖSTERİYOR”

 Philippine Leroy-Beaulieu, Samuel Arnold & Bruno Gouery


Yeniden bir araya gelmek nasıldı?

Samuel: Elbette okula dönmek kadar heyecanlıydı. Artık bu noktada hepimiz arkadaştan da öte bir aile olduk. Bence bu sezon, önceki ikisinden çok daha güzel oldu. Özellikle de bizim karakterlerimiz açısından konuşacak olursam. Senaryo bu sezon artık bizim de zihnimizin içinde neler döndüğünü göstermeye başladı, daha derinleştiğini söyleyebilirim.

Evet özellikle bu sezon sizin karakterleriniz hakkında da yeni şeyler keşfetmeye başladık. Yeni bir ajansın kurulumu sanırım bu derinliğin başlıca sebebiydi...

Philippine: Hem de nasıl! Bu sezon Amerikalı ortaklarımızla olan ilişkiyi kesiyoruz. Kendi yapımızı, kendi ajansımızı kurmaya çalışırken aslında özellikle üçümüzün kimliklerinin de kurulmaya, derinleşmeye başladığını görüyoruz. Bunu yaparken de aslında yine köklerimize dönüp “Fransızlar gibi” hareket ediyoruz. Yapmamamız gereken hataları da yapıyoruz bu sırada! Ama neticede biz de insanız değil mi? Kendi hayatınızı düşünün... Hiçbirimizin iş yerinde hayat mükemmel ve kolay değil. Hayatta sürekli engellerle karşılaşıyoruz. Dizinin artık gittikçe bunları göstermesi de hoşuma gidiyor. Üstelik sadece üçümüzün adına konuşmuyorum, bence Emily ve diğer karakterlerin de dalgalanmalarını görüyoruz. Darren Star’a bunun için teşekkür ederiz gerçekten de.

Evet artık üçüncü sezondayız, ama karakterinizi kurgularken ilham aldığınız isimler oldu mu hiç?

Samuel: Müzik benim için esas ilham kaynağı. İlk defa senaryo elime geçtiğinde aklıma gelen ilk şey müzik ve renkler olmuştu. Julien’i yaratırken hep aklımda bunlar vardı.

Bruno: Hayali bir karakterden bahsedemem belki ama ben genelde babamı düşünürüm yeni bir senaryo geldiğinde. Onun ayakları hep yerden kesilmiş bir tavrı vardı sanki, aklı beş karış havada demem doğru değil belki, ama o Ay’da yaşıyordu sanki. Ama şimdi düşününce bir de aklıma Roberto Benigni geldi. O da İngilizceyi tıpkı benim gibi konuşuyor. Ağır bir aksanı var.

Philippine: 

Bruno bayıldım bu örneğine! Benim için de kesinlikle annem! O moda endüstrisinde çalışıyordu ve yıllar içinde yaptığım gözlemlerin neticesinde bence birinci sezonda tamamıyla onu canlandırıyordum. Zaman içinde o tavırdan biraz uzaklaşmış olabilirim gerçi. Ve bir de Bette Davis! Sylvie’i onun oynadığını hayal ettim hep. Düşünsenize, onunla tanışmadım hiç ama Bette Davis burada olsaydı, nasıl söylerdi, nasıl hareket ederdi hep bunu hayal ettim. Ve kesinlikle Bruno ile Samuel. Oyunculuk biraz reaksiyon işi. Yanınızdakiyle paslaşıyorsunuz. Onların beden diline göre hareket ediyorsunuz neticede!

Üçünüzün de kendine has bir stili var! Bu sezon karakterinizin giydiği en iyi look neydi sizce?

Philippine: Seçmem imkansız ama bence ikonik bir an var. Kate Walsh’ın karakteri (ajansın Amerikalı ortağı) ve ben aynı kıyafeti giyiyoruz. Bence efsane bir an. Düello başlasın!

Bruno: Heyecanla operaya gitmeyi beklediğim bir bölüm var ve tüm günü smokin giyerek geçiriyorum. Bence bana inanılmaz yakıştı ve havalı duruyordum. Ayrıca o smokinli sahneler o kadar eğlenceliydi ki... 


“İZLERKEN BİZİM KADAR ŞAŞIRIRSINIZ UMARIM”

Lucien Laviscount & William Abadie


Bu sezon sizi en çok ne heyecanlandırdı?

Lucien: Sadece bu ekiple yeniden bir araya gelme fikri bile o kadar heyecanlı ki. Ve bir de tabii Paris’te bulunmak... Senaryo geldiğinde karakterimin çıkacağı bu yeni serüven karnımda kelebeklerin uçmasına neden olmuştu. Çekim öncesinde Darren’la konuştuğumuzda bana şöyle demişti: “Beklenmedik sürprizlere hazırlıklı olun.” Düşünsenize tam sete girmeden önce birinin size böyle dediğini; ne gizem ama! Umarım siz de izlerken bizim senaryoyu okuduğumuz o ilk andaki şok edici olaylara şaşırmışsınızdır. 

William: Beni heyecanlandıran şey, rahatlama seviyem. Üçüncü sezonuna geldik, geçmiş bölümleri, bugüne kadar izlediklerimizi düşününce bence en iyisini yaptık. Bu nedenle izleyicinin de çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. Her bir bölümde sürprizlerin ve aksiyonun arttığını göreceksiniz. Bence bir oyuncu için tarif edilemez bir his. Umarım önsezilerim beni yanıltmıyordur ama bugüne kadarki en iyi şovumuzdu bu.

Peki hiç karakterlerinizin verdiği kararlar için pişmanlık duydunuz mu? Onlar adına sinirlendiğiniz oluyor mu?

Lucien: Kesinlikle! Dizinin, rol yapmanın keyifli yanı da bu zaten! Karakteriniz bir anda beklenmedik yollara sapabilir. Bazen “Alfie adamım ne yapıyorsun” dediğim oluyor. Bazen de “Vayy, inanılmaz iyi bir cevaptı bu” diyorum. Oyunculuk biraz hayatı öğrenmemi sağlıyor. İşimi bu yüzden bu kadar çok seviyorum. Kendi gözlemlerimle Alfie karakterine hayat verdiğim gibi Alfie’den öğrendiklerimi de kendi hayatımda uyguluyorum. 

William: Sinirlenmek belki tam olarak hislerimi açıklayan sözcük değil, ama kendimi sürekli senaryoyla konuşurken yakalıyorum. Böyle değil, şöyle yapmalısın gibi mırıldanırken buluyorum kendimi hep!

Bu sezon sizi ayrılmaz bir ikili olarak izledik. Nasıldı yakın olarak çalışmak, set arkasında neler yaşandı?

William: Ben buna iyi bir hediye diyorum. Ve aynı zamanda sürprizdi de. Lucien’in çok özel bir yanı var. Yetenek bambaşka bir şey ama kamera Lucien’i çok seviyor. Farklı bir sinerji yaşanıyor onun sahneleri çekilirken. Aktörler daima rol arkadaşlarından yeni bir şeyler öğrenirler, hatta çalarlar. İkimizin arasındaki dinamik de çok hoşuma gitti. Kağıt üstünde patron ve çalışanı gibi dursalar da ikimiz de ekrana bu şekilde yansıtmadık. İkisinin hem birbirlerine ihtiyaçları var, hem de sevgi-nefret ilişkileri var. Seviyorum, nefret ediyorum, seviyorum, nefret ediyorum. Bakalım dördüncü sezonda neler olacak. Merakla bekliyorum.

Lucien: Woow, benim için söylediklerin çok değerli. Teşekkür ederim. William bence sürekli karşı tarafa veren bir aktör. Sadece birlikte çektiğimiz sahneler için demiyorum bunu, geri kalan bölümlerde prova yapmak istediğimde, benim için senaryodaki diğer diyalogları da okuyordu. William hep sizin için orada olan bir arkadaş gibi. Almak istediğiniz, almak zorunda olduğunuz bütün kararlarda sizin yanınızda ve rahat hissetmenizi sağlıyor. Set bir dans pistiyse birbirimizin ritmine ayak uydurmasını çok iyi becerdik.

Peki, en çok merak ettiğim şeyi sorabilir miyim? O yeşil arabayı gerçekten sürdünüz mü?

Lucien: Hayıırrr!

William: Skandal değil mi gerçekten de.

Lucien: Sadece içine oturduk ve makineler bizi sürükledi.

William: Lucien en azından arabada biraz vakit geçirdi! Ben onu da yapamadım.

 “DARREN STAR DOKUNDUĞU HER ŞEYİ FENOMEN YAPIYOR”

Camille Razat & Lucas Bravo

 

Dün akşam dizinin Paris prömiyeri vardı. Nasıl geçti?

Lucas: Sonunda ilk defa bu sezon için Paris’te bir prömiyer yapabildik. Dizinin fanlarıyla tanışıp feedback’lerini alabildik. Bugüne kadar kendimi hep bir reality tv programının içinde hissediyordum. Stüdyoya giriyorduk çekiyorduk, Netflix yayına alıyordu, evet elbette insanların sosyal medyada yazdıkları vardı, ama canlı canlı o reaksiyonları görmek nefes kesiciydi. Ne ölçüde hoşlandıklarını, neden hoşlandıklarını bilmek keyif veriyor neticede. Şovun insanlar üzerindeki etkisini bu şekilde görebildik. Bu da dördüncü sezonda masaya koyacaklarımız konusunda bizi daha da heyecanlandırdı. 

Camille: Darren Star dokunduğu her şeyi popüler kültür fenomeni yapıyor. Öncelikle bir sezon daha çekmiş olduğum ve gelecek sezonda da yer alacağım için çok mutluyum. Ama sezonu tanımlarsam seçeceğim kelime kesinlikle rollercoaster olurdu.

Bu sezon sizi daha yakından tanımaya başladık, Lucas senin kararların, Camille yaptığın kaçamaklar... Siz nasıl anlatırsınız karakterlerinizin gelişimlerini.

Lucas: Darren karakterlerini yaratırken bazı hayaller kuruyor, onu canlandıracak kişileri seçerken de bu hayale en yakın kişi olması konusunda özen gösteriyor. Bazen gerçekte olduğum kişi ve Gabriel’in adımları birbiriyle uyuşmuyordu. Bu sezon Gabriel’i yakından tanımak istedim. Ve her seferinde kendime şunu söylüyordum: “Sen Gabriel değilsin.” 

Camille: Bence canlandırdığım karakter Camille benim farklı bir versiyonum olabilir. Ben değilim, ama fiziksel olarak bana çok benzeyen ve benden bazı özellikleri kapan birisi. Özellikle bu sezon hazırlanırken ilham almak için hep kendime döndüm, ama kendime farklı bir gözle baktım.

Lucas: Kendi kendinin ilhamısın yani.

Camille: Biliyorum çok kendini beğenmiş gibi durdum böyle söyleyince. (Kahkaha atıyor.) Ama farklı yönlerimi keşfetmek için kendimi analiz ettim diyelim... Kolaysa sen cevapla o zaman Lucas! Sen nasıl hazırlandın?

Lucas: Çok fazla Pepé Le Pew izledim!

Emily in Paris’te Fransız kültürünün en yanlış anlaşılan yönü sizce ne?

Camille: Bildiğin gibi Darren Star klişelerle oynamaya bayılıyor. Klişeleri klişe yapan da bunların gerçekçi bir yanı olmasıdır. Sadece bunu zaman zaman dizide daha karikatürize ediyoruz bence. Ama ben kültürümüzün özellikle Amerikalılar tarafından yanlış anlaşılmasını da garipsemiyorum, çünkü birbirinden çok farklı iki kültür. Bir şeyleri dile getirme, karar verme, hareket etme şekillerimiz hep farklı...

Lucas: Bence yanlış anlaşılmak bütün insan ilişkilerinin de temelini oluşturuyor. Düşününce dizi bile bu fikirle başlamıştı. Emily dairenin yerini yanlış anlayarak, ilişki durumumuzu yanlış okuyarak başlamıştı dizi. Bir öpücüğü yanlış yorumluyor. Dizi tamamıyla bunun üzerine kurulu. Darren gençken Paris’e taşınmış ve hayatının bir bölümünü burada geçirmiş. Kurgu da tamamıyla onun gözlemlerine dayanıyor.



Röportaj: Aykun Taşdöner
Portre Fotoğrafları: Carin Backoff, Netflix Arşivi
ELLE Türkiye Ocak 2023 sayısından alınmıştır. 

Dergide Bu Ay

ELLE Türkiye 25 yaşında!

Mayıs sayımızda ELLE dergisi global kodlarıyla bir araya getirdiğimiz kendi alanlarında çok başarılı tam 8 isim ve 8 marka var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.