Onun için mesele hiçbir zaman sadece kıyafetler olmadı. Aksine, sanat, müzik, film ve modanın derinliklerine daha çok ilgi duydu. Nostaljik elementlerle gençliği ve onların yarattığı kültürü koleksiyonlarına taşıdı. Nostaljik tanımına takılmayın, buna rağmen hem zamanının çok ötesindeydi hem de tam bu anın içinde. Peki ama tüm kalbini ve ruhunu yaptığı işe veren Raf Simons neden büyük modaevlerinde tutunamıyor? O mu tüketim temposuna ayak uyduramıyor yoksa moda devleri onun vizyonunu mu anlayamıyor? Hikayenin başına gidersek belki bu bilmeceyi çözebiliriz.
Kariyerini moda yerine endüstriyel tasarım üzerine kurmak istemesi şaşırtıcı gelebilir. Fakat Raf Simons modayla ilgili bir eğitim alabileceğini öğrendiğinde zaten dört yıllık üniversite hayatının sonundaydı. Onun yerine Antwerp Six ekibinden Walter Van Beirendonck’ın stüdyosunda çalışmak için sahte bir portfolyo hazırladı. Herkes bir yerlerden başlıyor sonuçta... Bunlar olurken takvimler 1990 yılını gösteriyordu. Aynı dönemde okul arkadaşı olan tasarımcı Van Beirendonck’ın kendisini Margiela defilesine davet etmesiyle işler Shakespeare’in tanımladığı gibi turning points of event yani bir dönem noktasına ulaşır. Genç Raf, elindeki fazladan bir kişilik davetiyesiyle, Paris Moda Haftası’na ilk kez ayak basar. Margiela’nın ikonik “beyaz” defilesinden öyle etkilenir ki moda alanında kariyer yapmayı kafasına takar. Ve akışı değiştiren bu olaydan tam beş yıl sonra kendi markasını kurar. Artık 1995’teyiz. Ortalıkta kaslı İtalyan erkeklerin vücutlarının ve giyim tarzlarının propagandası niteliğinde Versace ve Armani rüzgarı esiyor. Belçika’dan gelen bu çekingen, içine kapanık ve duygusal çocuk alternatif bir maskülenliğin de olabileceğini öne sürdüğünde önceleri onu pek ciddiye almadılar. Ne var ki dar kalıplı takımları onun eşsiz vizyonunun bir örneği olarak sonraki 20 yılı şekillendirdi. “Kıyafetler pek de umurumda değil. Umurumda olan bir tavır sahibi olmak. Geçmiş, bugün ve gelecekle ilgileniyorum. Anıları geleceğin vizyonuyla birleştirip bugüne yerleştiriyorum” diyor verdiği bir röportajda. Belçikalı bu sessiz ve çekingen çocuğun gücünü fark eden modaevleri tabii ki kendisini rahat bırakmayacaklardı. 2005 yılında Jil Sander’ın kreatif direktörlüğünü üstlenmesiyle başladı bu macera. Markanın minimalist yaklaşımını kendine özgü tavrıyla bir araya getirdi. Keskin, net ve güçlü... Daha önce kadın koleksiyonları yapmamış olmasına rağmen yarattığı yeni Jil Sander dünyasıyla minimalizm akımının 2000’li yıllara taşınmasına neden oldu. Ve kapılar diğer kadın markalar için de aralanmaya başladı. Sırada Dior vardı. John Galliano’nun ardından Dior’un kreatif direktörlüğüne seçilen isim hiç kuşkusuz şaşırtıcı bir etki yaratmıştı. Dior’da başlayan bu yeni dönem sayesinde marka modern ve güncel bir hal aldı. 2014 yılında yayınlanan Dior and I belgeselinde modaevinin CEO’su Sidney Toledano, Raf Simons etkisini bir cümleyle özetledi aslında. “Çağdaşlığın bir işareti olarak ona Raf diyelim.”
1995 yılında romantik elementler ve gençlik takıntısıyla, sadece erkekler için başlayan kariyeri bugün bambaşka bir noktaya evrilmiş durumda. Raf Simons daha o zamanlar defilelerinde gerçek insanlarla casting yapıyordu, kaykaycıların ve öğrencilerin üniformalarını yüksek modaya taşıyordu. Onun esas yeteneği de tam olarak bu değil mi? Aklını, gençlikten aldığı ilhamla ortaya koymak. 2000’lerde takım oluşturma becerisini yılda gerçekleştirdiği ortalama altı defileyle ve yeni fikirlerle bir araya getirdi. Duygusaldı ama hırslıydı da. Oyunda kalmak için kuralları çok bilmesine rağmen aklı kalbine yenik düştü. Verdiği bir röportajda bu konuyu Phoebe Philo ve Marc Jacobs’la da tartıştıklarını anlatıyor. “LVMH ödülünü aldığım geceden bir gün önceydi. Marc’ın evinde yemek yerken sohbet açıldı ve benim için tamamen farkındalık yaratan bir zaman oldu. 10-20 yıl önce olanları konuşuyorduk, gelecekle ilgili hislerimizi, beklentilerimizi... Tabii ki aramızda bir rekabet de var. Fakat birbirimize çok saygı duyuyoruz. Sanırım bu güzel ve insanı besleyen bir şey. Deneyimleri ve duyguları paylaşmaya her zaman meraklıyım.”
Onun modayla tanıştığı yıllarda bu kavram bir kadın olmakla ilgiliydi. Margiela kadını, Dries Van Noten kadını ya da Yohji Yamamoto kadını olmak… Bugün insanların her beğendiğine sahip olabilmesi, Raf Simons’un hevesini kaçıran unsurlardan biri. “Son 10 yılda modanın geldiği hali anlayamıyorum.” Neyse ki biz ve bazıları onu anlayabiliyor. Asap Rocky’nin adına yazdığı şarkı gibi... “Don’t touch my Raf”. İzindeyiz Simons.
Yazı: Serli Gazer Boyacı
Fotoğraflar:
Willy Vanderperre, Dazed And Confused 2007/ Mariano VivancoELLE 2019, Nisan sayısından alınmıştır.