RAF SIMONS'I ANLAMAK

21. yüzyılın en ilham veren tasarımcılarından Raf Simons, her fotoğrafında,video röportajında gözlerindeki kırgınlığı görebiliyor musunuz? Raf Simons neden modaevlerinde tutunamıyor?

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 14 Mayıs 2019
RAF SIMONS'I ANLAMAK WILLY VANDERPERRE

Onun için mesele hiçbir zaman sadece kıyafetler olmadı. Aksine, sanat, müzik, film ve modanın derinliklerine daha çok ilgi duydu. Nostaljik elementlerle gençliği ve onların yarattığı kültürü koleksiyonlarına taşıdı. Nostaljik tanımına takılmayın, buna rağmen hem zamanının çok ötesindeydi hem de tam bu anın içinde. Peki ama tüm kalbini ve ruhunu yaptığı işe veren Raf Simons neden büyük modaevlerinde tutunamıyor? O mu tüketim temposuna ayak uyduramıyor yoksa moda devleri onun vizyonunu mu anlayamıyor? Hikayenin başına gidersek belki bu bilmeceyi çözebiliriz.

Kariyerini moda yerine endüstriyel tasarım üzerine kurmak istemesi şaşırtıcı gelebilir. Fakat Raf Simons modayla ilgili bir eğitim alabileceğini öğrendiğinde zaten dört yıllık üniversite hayatının sonundaydı. Onun yerine Antwerp Six ekibinden Walter Van Beirendonck’ın stüdyosunda çalışmak için sahte bir portfolyo hazırladı. Herkes bir yerlerden başlıyor sonuçta... Bunlar olurken takvimler 1990 yılını gösteriyordu. Aynı dönemde okul arkadaşı olan tasarımcı Van Beirendonck’ın kendisini Margiela defilesine davet etmesiyle işler Shakespeare’in tanımladığı gibi turning points of event yani bir dönem noktasına ulaşır. Genç Raf, elindeki fazladan bir kişilik davetiyesiyle, Paris Moda Haftası’na ilk kez ayak basar. Margiela’nın ikonik “beyaz” defilesinden öyle etkilenir ki moda alanında kariyer yapmayı kafasına takar. Ve akışı değiştiren bu olaydan tam beş yıl sonra kendi markasını kurar. Artık 1995’teyiz. Ortalıkta kaslı İtalyan erkeklerin vücutlarının ve giyim tarzlarının propagandası niteliğinde Versace ve Armani rüzgarı esiyor. Belçika’dan gelen bu çekingen, içine kapanık ve duygusal çocuk alternatif bir maskülenliğin de olabileceğini öne sürdüğünde önceleri onu pek ciddiye almadılar. Ne var ki dar kalıplı takımları onun eşsiz vizyonunun bir örneği olarak sonraki 20 yılı şekillendirdi. “Kıyafetler pek de umurumda değil. Umurumda olan bir tavır sahibi olmak. Geçmiş, bugün ve gelecekle ilgileniyorum. Anıları geleceğin vizyonuyla birleştirip bugüne yerleştiriyorum” diyor verdiği bir röportajda. Belçikalı bu sessiz ve çekingen çocuğun gücünü fark eden modaevleri tabii ki kendisini rahat bırakmayacaklardı. 2005 yılında Jil Sander’ın kreatif direktörlüğünü üstlenmesiyle başladı bu macera. Markanın minimalist yaklaşımını kendine özgü tavrıyla bir araya getirdi. Keskin, net ve güçlü... Daha önce kadın koleksiyonları yapmamış olmasına rağmen yarattığı yeni Jil Sander dünyasıyla minimalizm akımının 2000’li yıllara taşınmasına neden oldu. Ve kapılar diğer kadın markalar için de aralanmaya başladı. Sırada Dior vardı. John Galliano’nun ardından Dior’un kreatif direktörlüğüne seçilen isim hiç kuşkusuz şaşırtıcı bir etki yaratmıştı. Dior’da başlayan bu yeni dönem sayesinde marka modern ve güncel bir hal aldı. 2014 yılında yayınlanan Dior and I belgeselinde modaevinin CEO’su Sidney Toledano, Raf Simons etkisini bir cümleyle özetledi aslında. “Çağdaşlığın bir işareti olarak ona Raf diyelim.”


Öte yandan Raf Simons’ın kalp kırıklıkları bu dönemde başladı. İdealindekinden çok daha uzakta olan moda sisteminde bir yıl içinde neredeyse sekiz koleksiyon üretmek zorunda kalması tükenmişlik sendromuna neden oldu. “Bir koleksiyon için sadece üç, maksimum beş hafta çalışabilme imkanınız var. Couture koleksiyonlardaysa sadece sekiz hafta ve bu delilik” diyor Dior’dan ayrıldıktan sonra System Magazine’e verdiği röportajda. Böylece sektörel bir sıkıntıyı gün yüzüne çıkarıyor. Daha ne kadar tüketeceğiz ve tasarımcılar akıl sağlıklarını kaybetmeden bu tempoya nasıl ayak uydurabilecekler? O gün Instagram hesabıma düşen gif’te, Simons son Dior defilesinde selam vermeye çıkıyor ve yanaklarından bir çift gözyaşı akıyor. Hoşçakal Raf... Dört yıl boyunca sadece kendi markasına yönelmek istediği için hiçbir modaeviyle çalışmıyor. Bu sürecin sonuysa Calvin Klein’in Raf’ın kapısını çalmasıyla geliyor. Amerikan Rüyası’na yeni bir bakış açısı katarak, bu rüyanın karanlık taraflarını bir kabus niteliğinde ilk koleksiyonunda yansıtmaya başladı. Andy Warhol’un dramatik işleri, klasik korku filmleri, Alfred Hitchcock ilham kaynakları oldu ve daha karanlık sulara inmekten asla çekinmedi. Bir anda yaptığı değişikliklerle CK yöneticileriyle arasında sıkıntılar çıktığı dedikoduları her geçen gün daha da ciddiyet kazanıyordu. Sonrasında beklenen haber geldi; Amerikan Rüyası’nın sonu gelmişti ve Raf Simons modaeviyle yollarını ayırdı. Aralık 2018’de medyaya düşen bu bomba haberle bir kez daha anladık ki modanın ilahı sayılan Raf Simons tutunamıyordu. Neden mi? O günümüz modaevlerinin gereklilik olarak sunduklarına, bu sonu gelmeyen tüketim çağına ayak uyduramıyor. Onun gibilerin özgür olması gerekiyor. “Bu yeni moda düzeninde çalışamıyorum. Danışmanlar, stylist’ler ve kreatif tarafta bir araya gelen onca insan bana göre değil. Kreatif anlamda sağ kolum olanları bu konunun dışında tutuyorum. Onlar her zaman benimle.” 


1995 yılında romantik elementler ve gençlik takıntısıyla, sadece erkekler için başlayan kariyeri bugün bambaşka bir noktaya evrilmiş durumda. Raf Simons daha o zamanlar defilelerinde gerçek insanlarla casting yapıyordu, kaykaycıların ve öğrencilerin üniformalarını yüksek modaya taşıyordu. Onun esas yeteneği de tam olarak bu değil mi? Aklını, gençlikten aldığı ilhamla ortaya koymak. 2000’lerde takım oluşturma becerisini yılda gerçekleştirdiği ortalama altı defileyle ve yeni fikirlerle bir araya getirdi. Duygusaldı ama hırslıydı da. Oyunda kalmak için kuralları çok bilmesine rağmen aklı kalbine yenik düştü. Verdiği bir röportajda bu konuyu Phoebe Philo ve Marc Jacobs’la da tartıştıklarını anlatıyor. “LVMH ödülünü aldığım geceden bir gün önceydi. Marc’ın evinde yemek yerken sohbet açıldı ve benim için tamamen farkındalık yaratan bir zaman oldu. 10-20 yıl önce olanları konuşuyorduk, gelecekle ilgili hislerimizi, beklentilerimizi... Tabii ki aramızda bir rekabet de var. Fakat birbirimize çok saygı duyuyoruz. Sanırım bu güzel ve insanı besleyen bir şey. Deneyimleri ve duyguları paylaşmaya her zaman meraklıyım.”


Onun modayla tanıştığı yıllarda bu kavram bir kadın olmakla ilgiliydi. Margiela kadını, Dries Van Noten kadını ya da Yohji Yamamoto kadını olmak… Bugün insanların her beğendiğine sahip olabilmesi, Raf Simons’un hevesini kaçıran unsurlardan biri. “Son 10 yılda modanın geldiği hali anlayamıyorum.” Neyse ki biz ve bazıları onu anlayabiliyor. Asap Rocky’nin adına yazdığı şarkı gibi... “Don’t touch my Raf”. İzindeyiz Simons.



Yazı: Serli Gazer Boyacı

Fotoğraflar:

Willy Vanderperre, Dazed And Confused 2007/ Mariano Vivanco

ELLE 2019, Nisan sayısından alınmıştır.


ETİKETLER
SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Türkiye 25 yaşında!

Mayıs sayımızda ELLE dergisi global kodlarıyla bir araya getirdiğimiz kendi alanlarında çok başarılı tam 8 isim ve 8 marka var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.