Kapak Fotoğrafı: Only Lovers Left Alive
Güneş gözlüğünü yalnızca güneşli günlere ait bir aksesuar olarak görmek modanın en yerleşik ama en sık kırılan kurallarından biri. Oysa gözlüğü karanlıkta takmanın, “havalı” olmanın ötesinde hem kişisel hem fiziksel anlamda geçerli sebepleri var. Bu alışkanlık sinema kahramanlarından müzisyenlere, çağdaş moda ikonlarından sıradan insanlara kadar geniş bir kültürel yelpazede kendine yer buluyor.
Stan Lee, Wong Kar-wai ya da Hiroshi Fujiwara gibi gözlüğü adeta kimliğinin parçası haline getiren isimler bu görünümün bir tercih olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüşebildiğinin en iyi örneklerinden. Aynı durum New York’un 60’lar alt kültüründe de karşımıza çıkıyordu: Caz kulüplerinde Thelonious Monk, Chet Baker veya Bob Dylan’ın gecenin içinde karanlık camların ardına saklanması hem gizem hem mesafe yaratmanın ince bir yoluydu. Dylan’ın sözleri hâlâ akılda: "Gözlerimi saklamak için koyu renkli gözlük takıyorum / İçlerinde gizleyemediğim sırlar var.”
Bugün hâlâ aynı etkiyi hissediyoruz. Corey Hart’ın kültleşmiş "Sunglasses at Night" videosundan Balenciaga’nın Paris’te geçen gece yürüyüşlerini andıran 2021 Ön-Koleksiyon filmine, hatta Wong Kar-wai’nin neon ışıkları altında kaybolan karakterlerine kadar hepsi aynı fikri yineliyor: Gözlük, karanlıkta bile bir duruş simgesi.
Bu görünümü seçen herkes bunu moda için yapmıyor. Işığa duyarlılık, migren veya epilepsi gibi sağlık durumları nedeniyle pek çok kişi sert iç mekan aydınlatmalarından, gece kulüplerinin lazerlerinden ya da neon tabelalardan korunmak için güneş gözlüğünü bir savunma aracı olarak görüyor. Bu yüzden karanlıkta gözlük takmak bazıları için son derece rasyonel bir tercih.
Kimileri ise bakışlarını saklamak, kendine bir sınır çizmek veya sosyal bir mesafeyi korumak için takıyor. Ünlülerin paparazzi flaşlarından korunmak için tercih ettiği bir görünüm olduğu düşünülürse bu tavrın hem pratik hem psikolojik bir yanı olduğu açık. Tabii ki sadece estetik sebeplerle takanlar da var. Jim Jarmusch’un yıllar önce söylediği gibi: “Gösterişçi olduğunu düşünen varsa… boş ver.”
Mesela Wong Kar-wai filmlerinde güneş gözlüğü, karakterlerin duygularını saklamak ya da mesafelerini korumak için kullandığı sessiz bir araç gibi. "Fallen Angels"taki kiralık katilin karanlık camların ardına gizlenen yalnızlığı ya da "Chungking Express"te Faye Wong’un kırmızı gözlüklerinin ona yarattığı özgür alan, bu estetiğin en güçlü örneklerinden. Gözlük, Wong Kar-wai evreninde bir aksesuardan çok karakterlerin iç dünyasının kısa bir özeti gibi kullanılıyor.
Celine ve Saint Laurent gibi markalar defilelerinde gecenin içinden çıkmış gibi duran modelleriyle bu görünümü yıllardır sahipleniyor. Gözlük, görünümü yalnızca tamamlayan değil ona yön veren bir aksesuar haline geliyor. Modern hayatın yorucu ekran ışıkları, keskin LED’ler ve hızla tüketilen anların içinde güneş gözlüğü bazen stilin bir uzantısı, bazen günün parlaklığından korunmak için küçük bir zırh halini alıyor.
Karanlıkta güneş gözlüğü takmak hâlâ herkesin taşıyabileceği bir görünüm değil, belki bu yüzden hâlâ etkileyici. Bu görünüm biraz cesaret, biraz özgüven ve dik duruşlu bir kayıtsızlık gerektiriyor. İç mekanda gözlük takan birini gördüğünüzde ister istemez merak ediyorsunuz: Kaçtığı birileri mi var, yoksa yalnızca kendini böyle daha mı rahat hissediyor?
Hem iç mekanlarda hem gece saatlerinde güneş gözlüğü kullananlardan biri olarak, çoğu mekanda, ister içeride ister dışarıda olsun, ışıklar gözümü rahatsız ediyor. Fakat bir an geliyor, biriyle gerçekten göz göze gelmek istiyor ve gözlüğü çıkarıyorsunuz, o an bir anda donuyor. Bazen gözlerin buluştuğu anı daha özel kılıyor.
Güneşin olmadığı yerlerde güneş gözlüğü takmak bazen sağlık, bazen gizem, bazen de sadece iyi görünme isteği. Herkesin taşıyabileceği bir alışkanlık olmayabilir fakat taşıyabilenlere gerçekten çok yakışıyor. Beyaz sokak lambalarının altında, bir restoranın loş ışığında ya da bir konserin neon parlaklığında… Gözlüğün ardındaki bakışın ne söylediğini yalnızca sahibi biliyor, belki tüm cazibesi de burada.