Şeffaf Bir Günlüğün Sayfalarını Çevirmek: Lorde’un Virgin Albümü Üzerine
Virgin, yalnızca bir albüm değil; bedensel, zihinsel ve duygusal bir yolculuğun haritası...
MERVE DURAN 14 Temmuz 2025
Instagram/ @Lorde

Lorde’un Virgin albümü, bedenin ve kimliğin akışkanlığıyla, ilişkilerin duygusal tortularıyla örülü bir glitch-pop evreni kuruyor. Tracey Emin’in yerleştirmelerinden Greta Gerwig sinemasına, kuir deneyimden yeme bozukluklarına uzanan bu günlük, yalnızca bir müzik albümü değil; büyümenin, dağılmanın ve yeniden varolmanın şiirsel bir haritası.



Lorde, Virgin, 2025

Lorde’un Virgin albümü çıktığında gece yarısı bir şehirlerarası otobüs yolculuğundaydım. Hit parçalar dışında Lorde’un önceki şarkılarına derinlemesine hâkim olmadığım için bu haber ilk anda beni pek heyecanlandırmamıştı. Ancak albüm kapağını görmemle her şey değişti.

Kapakta, sanatçı Heji Shin’e ait olduğunu sonradan öğreneceğim bir X-ray görüntüsü yer alıyordu. Lorde’un pelvis bölgesine ait bu imaj, estetik olmaktan çok, şeffaflığı, içe dönüklüğü ve fiziksel gerçekliği yansıtıyordu. Görselde pelvis kemiği, kemer, jean fermuarı ve bir doğum kontrol aracı olan spiral gibi detaylar yer alıyordu. Lorde’un daha sonra “my essentials” (vazgeçilmezlerim) diye bahsedeceği bu unsurlar, onun gündelik yaşamının en sıradan ve en sahici parçalarıydı. Beni en çok etkileyen ise spiraldi; çünkü bu detay, toplumun baskılarına karşı bir kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi oluşunun görsel bir temsili gibiydi. Nitekim, kadın bedeni, geçmişte ve bugün politik bir savaş alanına dönüştürülmeye çalışılıyor; bu göz ardı edilemez bir gerçek.

Albüm kapağında ne cinsel objeye indirgenmiş bir beden, ne de eril bakışa hitap eden bir erotizm vardı. X-ray görüntüsü, kelimenin tam anlamıyla bir “içgörü” sunuyordu. Görsel yalnızca Lorde’un bedenini değil; ruhunu, hormonlarını, iç dünyasını ve yaşadığı fiziksel dönüşümü de bizimle paylaşıyordu. Bu, “seksi” olmanın ötesinde; fiziksel varoluşun doğal ve kırılgan bir haliydi.

Lorde

Albüm ismiyle birleşince bu görsel, zihnimde bir düşünce zinciri oluşturdu. Virgin, yani “bakire” kelimesi çoğu zaman dini, kültürel ya da cinsel çağrışımlarla yüklüdür. Ancak Lorde’un röportajlarına ve özellikle Met Gala’da sunduğu, tasarımı kendisine ait bant biçimli görünüme dair açıklamalarına baktığımda, burada başka bir hikâyeyle karşılaştım. Bahsi geçen kostüm, Lorde’un da özellikle vurguladığı üzere cinsiyet kimliğini ve bedenini sorgulayışının yansımasıydı. Buna ek olarak, Lorde doğum kontrolünü bıraktığını ve yeniden ovulasyon yaşamaya başladığı gibi özel detayları da paylaşmıştı. Bu kişisel dönüşüm, Virgin kelimesine yeni bir anlam katıyordu: yeniden başlamak, değişmek, içe dönmek ve bedenle barışmak.

Tüm bu düşüncelerle birlikte, Lorde’un şiirsel ve metaforlarla dolu 11 şarkılık evrenine daldım. Şarkılar, genç bir kadının hayatını, ilişkilerdeki yanlış anlaşılmaları, arzu, aşk ve ayrılıkları, kuşaklar arası travmaları, anne-kız gerilimlerini, yeme bozukluklarını, cinsiyet kimliğiyle kurduğu akışkan ilişkiyi ve nihayetinde benliğiyle çatışmalarını anlatıyordu. Tam olarak aynı gün doğduğumu tesadüfen keşfettiğim bu kadınla, bambaşka hayatlarımız olsa da, aynı yaşta benzer korkuları, coşkuları ve takıntıları taşıyorduk. Lorde, artık benim hayali arkadaşım gibiydi; saydam kapaklı bir günlüğü bana gönüllüce açmıştı. Sayfaları empati, heyecan ve şefkatle çevirdim.



Albüm, Hammer adlı şarkıyla açılıyor. “Çekiç” imgesi ilk anda zihinde agresif ve yıkıcı bir çağrışım yaratsa da  kısa sürede Lorde’un kuir kimlik sorgulamalarıyla birleşerek dönüşüyor. “Some days, I’m a woman, some days I’m a man” (Bazı günler kadınım, bazı günler erkek) dizesi, Lorde’un yaşadığı kimlik dalgalanmalarını ve toplumsal cinsiyet etiketlerini alaşağı etme arzusunu yansıtıyor. “When you're holding a hammer, everything looks like a nail” (Elinde çekiç varsa, her şeyi çivi sanırsın) dizesi ise psikolog Abraham Maslow’un “enstrüman yasası” olarak bilinen teorisine gönderme yapıyor. Bu teoriye göre, kişinin bakış açısı ve araçları sınırlıysa, karşılaştığı her durumu aynı dar çerçeveden değerlendirme eğilimindedir. Lorde’un bu metaforu kimlik, beden ve arzular üzerine bir sorguya dönüştürmesi hem eleştirel hem de kişisel bir anlam taşıyor. Her kelime, ritim ve duraksama, bu süreçte yeni birer “araca” dönüşüyor.

Şarkının metaforları ve oyunbazlığı, albümün ses estetiğindeki “kesintili” yapının yalnızca akustik değil, kavramsal biçimde de işlediğini gösteriyor. Lorde’un müziğindeki bu “glitch” unsurları, burada yalnızca bir “kusur” değil; Legacy Russell’ın Glitch Feminism’inde tanımladığı gibi, hata olarak görünenin bilinçli olarak veya özünden gelen doğal bir sapmayla yarattığı oyun alanı. Bazı şarkıları dinlerken öyle uzun esler ya da ani ses bozulmaları oluyor ki, bir anlığına işitsel bir sorun yaşadığınızı sanabilirsiniz. Ardından fark ediyorsunuz: Lorde sizinle oynuyor; müziğini, sesini, nefesini ve sözünü ritmik olarak yeniden örüyor. Bu kesintiler yalnızca biçimi değil, albümün anlam dünyasını da dönüştürüyor. Hammer ve albümün diğer parçalarında toplumsal cinsiyet ve beden sabit değil; akışkan ve olasılıklara açık alanlar olarak sunuluyor. Lorde; kadınlık, erkeklik ve bu ikisi arasında (ya da dışında) kalan boşluklarda özgürce geziniyor. Çocukluk, kadınlık ve annelik gibi kimlikler arasında ise doğrusal olmayan bir akış yaratıyor.

Everyone I Have Ever Slept With (1963–1995) - Tracey Emin

Bu akışkanlık ve kendini arayış, albümdeki bir diğer dikkat çekici parça olan Shapeshifter’da iyice belirginleşiyor. Lorde’un kendini bir türlü konumlandıramadığı, onaylanma ve görünürlük için sürdürdüğü birliktelikleri anlatıyor. Kimi kısa, kimi uzun, kimisi tutkuyla başlayıp sonra anlamsızlaşan ya da Lorde’un terk edildiği tüm o ilişkiler… Şarkıyı dinlerken “Everyone that I’ve slept with”(Birlikte olduğum herkes)  dizesini duyduğumda, aklıma hemen Tracey Emin’in neredeyse aynı isimli yerleştirmesi geldi. Lorde da bir röportajında bu şarkıyı yazarken Emin’in işinin zihninde yer ettiğini söylüyor.

Emin’in Everyone I Have Ever Slept With (1963–1995) adlı yerleştirmesinde, bir çadırın içinde yalnızca seks partnerlerinin değil; birlikte uyuduğu ve samimi bağ kurduğu tüm kişilerin – aile üyelerinden yakın arkadaşlara kadar – adları yer alır. Genellikle “seviştiği kişiler” olarak algılanan bu ifade, bu yerleştirmede şaşırtmaca yaratarak ve beklenmedik bir açıklık hali ile kişinin ilişkilerini ve kendini yeniden sorgulamasına yol açar. Çadırın zemininde ise şu cümle yazılıdır: "With myself, always myself, never forgetting." (Kendimle, her zaman kendimle, asla unutmadan.) Bu cümle, kendine dönüşün, hatırlamanın ve kişinin kendiyle ilişkinin ifadesi. Tıpkı Lorde’un şarkılarda geçmiş ilişkileri isim vermeden ama duygusal yankılarıyla anması ve bu ilişkiler üzerinden kendine bakışı gibi.

Albüm boyunca sıkça karşımıza çıkan “yatak” imgesi, yalnızca tensel bir alan değil; aynı zamanda yeme bozukluklarıyla mücadele edilen, kabuslarla dolu, aşkın ve utancın iç içe geçtiği bir kaos mekânı. Bu da yine Tracey Emin’in 1998 tarihli My Bed isimli işini hatırlatıyor: sigara izmaritleri, iç çamaşırları ve boş şişelerle dolu, estetikten uzak ama yaşanmışlık yüklü o yatak, rahatsız edici ölçüde samimi bir ifade sunar.

My Bed (1998) - Tracey Emin

Favorite Daughter şarkısına geldiğimizde, Lorde’un annesiyle kurduğu ilişki ve bu ilişkinin kendilik algısı üzerindeki etkileri hissedilir. Küçük yaşlardan itibaren mükemmel olmaya çalışan, annesine kendini kanıtlama ihtiyacı duyan bir kız çocuğunun, 28 yaşında ve dünya çapında tanınan bir sanatçı olduğunda bile bu mükemmeliyetçiliği taşıdığı, kariyerine ve ilişkilerine yansıttığı görülür.  Broken Glass parçası ise yeme bozukluklarıyla çatışmaların en açık anlatımıdır. Lorde burada sürekli aynaya bakan, kalori hesaplayan, zaman zaman o aynayı kırmak isteyen biri olarak resmedilir. Zamanla anlar ki mesele bedeni değil, ona nasıl baktığıdır. Ayna kırılmıştır; algı çarpıklaşmıştır. Bu fark ediş yalnızca bir kabullenme değil, yaratıcı bir dönüşümün de başlangıcıdır.

Frances Ha filminden bir kesit

Albüm baştan sona bir hikâye formunda ilerler. Virgin, eksiltili bir roman ya da açık uçlu bir film gibidir. Albümün bu yapısı ve içeriği, bana mumblecore sinemasını hatırlatıyor: düşük bütçeli ama yoğun duygusal katmanlara sahip, büyüme sancıları, bireyselleşme, mekânsızlık ve zamansızlık üzerine kurulu anlatılar... Özellikle Greta Gerwig’in yönetttiği Lady Bird ve yine Gerwig’in ana kahramanı canlandırdığı Frances Ha filmleriyle duygusal bir akrabalık kurmak mümkün. Lady Bird’deki anne-kız ilişkisi ve bireyleşme arzusu ile Frances Ha’daki yerini bulamamışlık, karmaşa ve dans ederek var olma hali Lorde’un albümünde karşılık bulur. Frances gibi Lorde da New York sokaklarında gezer ve dans eder. Zamansızlık, nostalji, mekânsal bulanıklık ve synth-pop’un titreşimleri, ses sapmaları ile birleşerek bu filmlerdekine benzeyen bir akış yaratır.

Ve işte metaforlarla dolu poetik diliyle tam da bugünün ve kaosun şairi olan Lorde, sonunda tüm rollerin, ilişkilerin, aynaların, çarpık bakışların, annesinin, eski sevgililerin ve kimlik krizlerinin ardından Virgin ile yeniden doğuyor. “Yanıyorum, şarkı söylüyorum, oyunlar kuruyorum ve dans ediyorum” diyor ve bizi de samimiyetle dans pistine davet ediyor.

Virgin, yalnızca bir albüm değil; bedensel, zihinsel ve duygusal bir yolculuğun haritası. Lorde’un sadece sesiyle değil; glitch’leriyle, bedeniyle, sorgulamalarıyla ve dönüşümüyle kurduğu bir kozmos. Albüm beni gece karanlığında içine çekti ve hâlâ zihnimde yankılanıyor, yön değiştiriyor ve  genişliyor. Bu albüm, bir son değil; kimi zaman melankolik kimi zaman ekstazik bir geçiş töreni.

SON HABERLER