Tatil planları yapıldı ve bavulunuz büyük ölçüde hazır. Sırada, tatilin olmazsa olmazı, yanınızda ayırmak istemeyeceğiniz kitaplarınız var. İster Akdeniz kıyısında serin bir esintiyle sayfaları çevirin, ister Avrupa şehirlerinin sokaklarında soğuk bir kahveyle gölgede okuma keyif yapın. Bu yaz, sizi uzaklara götürecek, heyecanlandıracak ve bazen de kalbinizi hızlandıracak kitaplar burada. Kült klasiklerden modern aşklara, unutulmaz karakterlerden gizemli hikayelere… Bu yaza özel seçkimiz, her tür tatil ruhuna hitap ediyor. Sahilde, parkta ya da güneşli bir terasta okuyabileceğiniz bu kitaplar, sizi sadece vaktinizi dolu dolu geçirmenizi sağlamakla kalmayacak; muhtemelen sizi ilgi çekici keşiflere ya da uzun sohbetlere sürükleyecek. Olduğunuz yerde farklı seyahatlere çıkmaya hazır olun!
Françoise Sagan’ın 18 yaşında yazdığı bu klasik roman, Fransız Rivierası’nda geçen bir yaz tatilini anlatıyor. 17 yaşındaki Cécile, babasıyla özgür ve neşeli bir hayat sürerken, babasının eski eşinin en iyi arkadaşının gelişiyle dengeler bozulur. Bu roman gençlik, hedonizm ve aile içi çatışmalarını sade ve akıcı bir dille işleyerek bir kült haline geldi.
Moda dünyasından uzaklaşmasının ardından yazdığı bu ilk romanında Charlie Porter, Nova Scotia’daki uzak bir kulübede geçmişle yüzleşen Johnny Grant’in hikayesini anlatıyor. Johnny, AIDS krizinden önceki kuir topluluğun deneyimlerini, kaybı ve aşkı düşünürken, detaylı ve sakin bir anlatımla yas ve kimlik temalarını işliyor.
Red Hot Chili Peppers'ın basçısı Flea’nın anıları, 1970-80’lerin Los Angeles’ında, müzik ve zorlu aile hayatıyla şekillenen gençliğine odaklanıyor. Ünlü olmadan önceki hayatı, arkadaşlığı ve kendini keşfetme sürecini samimi ve esprili bir dille paylaşıyor.
Atmosphere, 1980’lerde NASA’nın ilk kadın astronot adaylarından Joan Goodwin’in hikayesini anlatıyor. Joan, fizik ve astronomi profesörü olarak hayatını sürdürürken, bir yandan da uzaya gitme hayalleriyle dolup taşıyor. Eğitim sürecinde farklı karakterlerle tanışırken, kendini hem işine hem de beklenmedik duygulara kaptırıyor. Kitap tutku, dostluk ve değişen zamanları sade bir anlatımla sunuyor.
Maggie Nelson’un Bluets kitabı, mavi renginin etrafında şekillenirken, kısa kısa duygulara, kayba ve arzuya dair düşünceler sunuyor. Roman ya da anı olmaktan çok, şiirsel ve felsefi bir deneme gibi. Yazın, kelime ve renklere aşık olmak isteyenler için uygun ve sade bir okuma.
Japonya’da büyük ilgi gören Butter, gerçek bir olaydan esinlenen, zengin erkekleri yemekleriyle baştan çıkarıp öldürmekle suçlanan bir kadının hikayesini anlatıyor. Ancak kitap, klasik bir polisiye değil; kadınlık, arzu ve utanç temalarını yavaş yavaş işleyen, hem takıntı hem de araştırma niteliğinde bir roman. Bir gazetecinin mahkum bir kadını ziyaret etmesiyle gelişen olaylar, açlığın farklı biçimlerine dair derin bir portre sunmakta.
Philippa Snow, ünlü bir kadın olmanın dönüştürücü etkisini beden, kimlik ve hikaye üzerinden; Anna Nicole Smith, Lindsay Lohan ve Amy Winehouse gibi ikonlarla ele alıyor. 2000’lerin magazin dünyasında patriyarka ve performansın şekillendirdiği şöhretin, trajik ve bazen gerçeküstü portresini çiziyor. Snow, kadın olmanın zorluklarını ve yıldızların bedenlerinin nasıl metalaştığını, stil sahibi bir dille anlatıyor.
Rytual, güzellik dünyasının parlak yüzeyinin altında yatan karanlık ve karmaşık ilişkileri anlatıyor. Melbourne’lu Marnie Sellick’in genç kahramanı, prestijli bir güzellik markasında çalışmaya başlar ve markanın güçlü kurucusu Luna Peters’ın etkisi altına girer. Kitap, aidiyet, kimlik ve etki temalarını işlerken, güzellik endüstrisinin perde arkasına dair sorgulamalar yapıyor.
Antiquity, 30’larında bir kadının, şık ve kendisinden yaşça büyük sanatçı Helena’ya duyduğu takıntıyı anlatıyor. Yunanistan’daki bir tatilde, Helena ve genç kızı Olga ile birlikteyken, başlangıçta kıskançlıkla baktığı Olga’ya karşı duyduğu hisler karmaşık bir hal alıyor. Hanna Johansson’un romanı arzu, güç ve tabu temalarını çağdaş ve etkileyici bir şekilde harmanlamış.
Leïla Slimani bu kitapta, Fas’lı kadınların cinsellik, özgürlük ve baskı üzerine gerçek yaşam hikayelerini ele alıyor. Toplumun katı kuralları ve yasaklarının içinde kadınların yaşadığı zorlukları, doğrudan ve samimi bir dille anlatan cesur bir kitap.
Griffin Dunne’nin anıları, 1960’lar ve 70’lerin Los Angeles’ında yaşayan bir aileye dair. Hollywood’un ünlü isimleriyle dolu bir çevrede büyümenin yanı sıra, aile trajedilerine samimi ve esprili bir bakış sunuyor. Yalın dili ve güçlü anlatımıyla, sadece ünlü anıları değil, derin bir aile portresi de ortaya koyuyor.
Tucci, bir yıl boyunca yemeklerin hayatındaki yerini ve bu yemeklerin anılarla nasıl bağdaştığını anlatıyor. Film setlerinden ev sofralarına, Avrupa gezilerinden aile yemeklerine uzanan bu günlük, yemeğin hayatı anlamlandırmadaki rolünü sıcak ve samimi bir dille aktarıyor.
İspanya’nın sıcak bir sahil kasabasında geçen Hot Milk, annesi gizemli bir hastalıkla mücadele eden Sofia’nın hikayesini anlatıyor. Annesini, geleneksel tıbbın ötesinde tedavi arayışları olan bir kliniğe götüren Sofia, hem annesiyle karmaşık ilişkisini hem de kadın olmanın zorluklarını keşfediyor. Roman; annelik, kimlik ve arzunun sınırlarını zorlayan, rüya vari ve düşündürücü bir anlatı sunuyor.
Orbital, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda Dünya’yı çevreleyen altı astronotun hikayesini anlatıyor. Astronotlar, gezegenin güzelliklerini ve yıkımını gözlemlerken insan olmanın anlamını sorguluyor. İnce ve şiirsel anlatımıyla, uzaklık ve bağlılık temalarını derinlemesine işleyen bu roman, insan hayatının kırılganlığını gözler önüne seriyor.
Kısa ve etkili bir okuma arayanlar için Mr. Salary, çocukluk arkadaşı Suki ve Nathan’ın karmaşık ilişkisini anlatıyor. Rooney, bu kısa öyküsünde beklenmeyen arzular, duygusal mesafe ve sevginin zorluklarını kendine has diliyle ele alıyor. Yalnızca 40 dakikada okunabilen bu hikaye, modern ilişkiler üzerine yoğun bir bakış sunmakta.
Atina’da geçen Ruins, yaz tatilinde ilişkilerini onarmaya çalışan bir çiftin, gizemli genç bir Yunan kadınıyla tanıştıktan sonra beklenmedik bir krize sürüklenmesini anlatıyor. İlk roman olmasına rağmen sürükleyici ve provokatif bir hikaye sunan kitap, güç, arzu ve yakınlık arasındaki gerilimleri modern bir Yunan trajedisi olarak işliyor. Vanessa Kirby ve Sebastian Stan’ın başrollerinde yer alacağı film uyarlaması da yolda.
Bu roman, 82 yaşındaki Iris Chase’in geçmişi ve özellikle genç yaşta gizemli şekilde ölen kız kardeşi Laura’nın hayatı üzerine düşüncelerini konu alıyor. Hikaye, 1940’ların diliyle örülü, roman içinde roman kurgusuyla katman katman açılıyor; Laura’nın ölümünün ardından aile sırları ve trajediler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hem güçlü bir aile draması hem de bilimkurgu öğeleri taşıyan eser, Atwood’un anlatım ustalığını ve derinliğini gösteren modern bir klasik.
Second Place, uzak bir kıyı bölgesinde yaşayan bir kadının, ünlü bir sanatçıyı hayatının ve çevresinin gizemini anlaması için davet etmesiyle başlıyor. Sanatçının varlığı, kadının kaderi, erkek ayrıcalığı ve insan ilişkilerinin karmaşık dinamikleri üzerine derin bir gözlem sunuyor. Cusk, sanatın hem kurtarıcı hem yıkıcı gücünü sorgularken, insan ruhunun karanlık yanlarıyla yüzleşen ama aynı zamanda ona güçlü bir onay veren bir hikaye anlatıyor.
Bu trajikomik aile destanı, Barnes ailesinin çözülen dünyasını konu alıyor. Dickie iflas ettiği araba işinden kaçarak, ormanda kıyamet sığınağı yaparken eşi Imelda da takılarını satıyor. Başarılı kızları Cass sınavlarını alkolle aşmaya çalışırken Küçük PJ de evden kaçmak için planlar yapmaktadır. Paul Murray bu eserde aile, talihsizlik ve iyi insan olma mücadelesini zekice ve dokunaklı biçimde ele alıyor.
1960’ların Napoli’sinde geçen bu roman, mütevazı bir dairede yaşayan Federí adlı bir demiryolu memurunun hayatını ve ailesini anlatıyor. Federí, büyük bir sanatçı olacağına inanır; ancak ailesini geçindirmek zorunda olması hayallerinin önünde engel oluşturur. Hırslı, yetenekli ama aynı zamanda kibirli ve kırgın Federí, hayatı boyunca büyük hayal kırıklıkları yaşar ve bu yükü uzun süre sabreden eşi ve dört oğlu ile paylaşır. Roman, yıllar sonra ilk oğlu tarafından, Federí’nin hayatındaki gerçekler ve yalanlar ayıklanarak, baba-oğul ilişkisinin karmaşıklığını ve bir adamın iz bırakma mücadelesini derinlemesine irdeler.
İngiliz tiyatro dünyasının önde gelen isimlerinden Charles Arrowby, Londra’nın parlak hayatını geride bırakıp deniz kıyısında izole bir eve çekilir. Burada hem kişisel hem profesyonel mentoru olan Clement Makin’le yaşadığı büyük aşkı anımsayan bir anı kitabı yazmayı planlar; aynı zamanda yıllardır peşinde olduğu oyuncu Lizzie ile zaman geçirmeyi de düşünür. Ancak planları beklenmedik olaylar ve gerçek mi, hayal mi olduğu belirsiz ziyaretçilerle dolu bir maceraya dönüşür. Charles’ın egosu sarsılırken, roman; insanın kendi kendine yarattığı illüzyonları, kıskançlıkları, kibri ve şefkat eksikliğini mercek altına alır.
Zoe Dubno’nun keskin ve acımasız romanı, adı verilmeyen bir yazarın, New York’un elit sanat çevresinden kaçarak Londra’ya yerleşmesinin ardından bir arkadaşının cenazesi için Lower East Side’a dönmesiyle başlar. Ertesi akşam, eski dostları ve aynı zamanda sanatçı-küratör olan Eugene ve Nicole’un düzenlediği bir akşam yemeğine davet edilir ve kendini yeniden bu şatafatlı, kibirli ve sığ sanat dünyasının ortasında bulur. Roman boyunca anlatıcı, davetlilerin arasındaki sohbetlere sessizce kulak verirken, onların kibirlerini, yüzeyselliklerini, maddiyatçı yaklaşımlarını ve sosyokültürel sahtekarlıklarını acımasızca eleştirir. Bu keskin sosyal hiciv, dostluk, kapitalizm, sınıf mitinin boşluklarını gözler önüne serer.
Kitap Fotoğrafları: Goodreads