GERÇEKLİKLE KURGU ARASINDA
Alex Prager'la sanatı üzerine keyifli sohbetimiz, haberimizde.
ELLE ONLINE 15 Kasım 2016
Alex Prager, kurgu ve gerçeğin sınırlarını ortadan kaldıran bir fotoğraf sanatçısı. Onun sinematik dünyasını keşfe çıkmaya ne dersiniz?





Los Angeles’lı sanatçı Alex Prager’in işlerine baktığınızda fotoğraflarının gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu anlayamıyorsunuz. İki olgu arasındaki sınırları o kadar profesyonel şekilde harmanlıyor ki insanda “yok artık” etkisi yaratıyor. Prager, aynı zamanda deneysel filmler de çekiyor. 2012 yılında Touch of Evil isimli film serisiyle Emmy ödülü kazandığını atlamayalım. Deneysel filmler, popüler kültür, sokak fotoğrafçılığı, insanı huzursuz eden duyguların cilalanmış şekilde işlenmesi belki de onu tanımlayan en önemli özelliklerden.





ELLE: İlk fotoğraflarınızı ebay’den satın aldığınız bir makineyle çektiğinizi duydum. O günkü çekimleriniz hakkında ne düşünüyorsunuz?


ALEX PRAGER: İkinci el aldığım fotoğraf makinesiyle altı ay boyunca sadece siyah-beyaz sokak fotoğrafları çekiyordum. O sıralar tuvaletimi karanlık odaya çevirmiştim ve bu tarz fotoğrafları kolaylıkla geliştirebiliyordum. Fotoğrafçılık sürecini anlayabilmek için iyi bir yoldu.





RUTİNİ KIRMAK





ELLE: Tüm bunlar başlamadan önce bir ofiste rutin işiniz vardı. Her şeyi geride bırakarak fotoğrafçı olmaya çalışmak gerçekten cesur hareket.


A.P.: Sanırım o dönem hayatımda yeni bir yol arıyordum. Müzik, dans ve resim gösterilerine çok sık gidip ne hissettiğimi bulmaya çalışıyordum. Her zaman sanatçı olmak istediğimi, yeni bir şey yaratacak enerjimin olduğunu biliyordum. Daha sonra bir müzede William Eggleston’ın fotoğraflarını gördüm. Çalışmalarının duygusallığı ve sıra dışılığı beni gerçekten çok etkiledi. Bu fotoğraflarda öyle bir şey vardı ki hayatımdaki her şeyi geride bırakmak ve fotoğraf sanatçısı olmak istedim.





ELLE: Her zaman böyle kreatif miydiniz, yoksa hayatınızın rutinini kırmak istediğinizde birdenbire fark ettiğiniz bir özellik mi bu?


A.P.: Belli program ve kurallar altında çalışmak istemediğimi, her zaman özgürlüğüme çok düşkün olduğumu biliyordum. Bir şekilde özel ve önemli işler yapmak istediğimin farkındaydım. Sıradan bir iş hayatı bana göre değildi, ben de bu şekilde yolumu çizdim.





ELLE: İstanbul’74’teki serginizden bahseder misiniz? Farklı dönemlere ait çalışmalarınızı görüyoruz.


A.P.: Hayatımdaki farklı periyotlardan bir araya getirdiğim işlerimi sergiliyorum. Bazıları 2007 yılında, bazılarıysa birkaç ay önce çekildi. Hayatımın son sekiz yılında yaptığım çalışmaların karması bu.





ELLE: Her biri farklı dönemlere ait olsa da ortak dilleri var; sanki hepsi bir sinema filminden çıkmış kadar dramatik ve aynı zamanda sinematik.


A.P.: Tecrübe ettiğim ve beni rahatsız eden bazı duyguların yansıması diyebilirim. Mesela kalabalık fotoğraf serilerim, insanlar önünde konuşmaktan çekindiğim için ortaya çıktı. Dünyadaki farklı ve tanımadığım insanlarla havalimanları ya da metrolar gibi kalabalık yerlerde bir arada olmak beni yalnız ve biraz da tedirgin hissettiriyor. Fark ettim ki kalabalıkta olmak beni daha az değil, tam tersine daha da yalnız hissettiriyor. Eğer daha iyi bir ruh halinde olursam kalabalık içinde kimin nasıl davrandığını, insanların ne giydiklerini gözlemliyorum. Aslında tüm işlerim gerçeklikten yola çıkıyor. Gerçek ve gerçek olmayan arasında bir dünya yaratıyorum.
~

KALABALIKLAR ONUN İŞİ

ELLE: Kalabalık fotoğraflarınızda kız kardeşinizin yer aldığını görüyoruz. Bu, kendinize yarattığınız bir çeşit güvenlik çemberi mi?


A.P.: Sanırım öyle, fakat aynı zamanda atmosferi de değiştiren bir etken. Kız kardeşim sayesinde fotoğraflar benim için gerçek hayatla daha bağlantılı oluyor. Böylece fotoğrafın da enerjisi değişiyor.





ELLE: Genellikle sanatçılar, özellikle de çağdaş sanatçılar genelde dönemlerinden yıllar sonra anlaşılırlar. Fakat bu genelleme size ve işlerinize hiç uymuyor gibi... İşlerinizin tam olarak anlaşıldığını hissediyor musunuz?


A.P.: Hollywood’un “glam” yanını ve sinematik unsurlarını fotoğraflarımda kullanıyorum ve sanırım bu sayede insanlarla daha kolay bağlantı kurabiliyorum. Klişe estetik algılarını yıkmaya çalışıyorum.





FARKLI AÇILAR





ELLE: Güzellik kavramının nasıl bir tanımı var sizin için?


A.P.: İnsanı rahatsız eden unsurların, güzel renkler ve farklı, nefes kesen nesnelerle birleşmesi, mükemmel bir ışık... Tüm bunların karışımı bence ortaya güzel sonuçlar çıkarıyor.





ELLE: Fotoğraflarınızda çekim açıları da hep sıra dışı. Bu, sizin bir simgeniz diyebilir miyiz?


A.P.: Evet, sanırım diyebiliriz. O an, hikayeyi ve o ruh halini en iyi şekilde yansıtabileceğim açılardan çekiyorum.





ELLE: Sizin için kalabalıkları yücelten sanatçı diyorlar. İstanbul da dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri. Buradaki kalabalık ve kaos hakkında ne düşünüyorsunuz. Size bir şekilde ilham vermiş olabilir mi?


A.P.: Bu şehrin çok farklı bir yapısı var. Çok fazla turist var, yerel insanların stilleri ve giyim şekilleri birbirlerinden çok farklı. Kesinlikle ilham verdiğini söyleyebilirim.





ELLE: Şu sıralar nelerle meşgulsünüz?


A.P.: Ekim ayında Paris’te bir sergim olacak. Tamamen yeni işlerimden oluşan bir sergi... Şu sıralar bütün enerjimi bu işe odaklamış durumdayım.





ELLE: Her şeyin sıradanlaştığı bir dönemde size ilginç gelen bir şey var mı?


A.P.: Evim! Çok sık seyahat ediyorum, zihnim görüntüler, sohbetler, tatlar ve kokularla doluyor. Hepsini düşünmeyi bırakıp sindirmeye ve işlemeye başladığım yer her zaman evim oluyor. Ve her şey orada ilginçleşiyor.





Yazı: SERLİ GAZER BOYACI











SON HABERLER