”İstanbul’daki çocukluğum sanatla iç içe geçti. Merakım aileden geldi, annem zevklidir. Güzel sanatlar akademisi mezunu. Şu anki Mimar Sinan. Türkiye’nin en havalı üniversitelerinden biri olduğu dönemde mimari okumuş orada. Kendisi sonra kariyer yapmamayı tercih etmiş. Evlenmiş ve çocuk büyütmüş ve hiç çalışmamış. Bizleri yetiştirmek için fedakarlıkta bulunmuş. Annemler benim için Vitali Hakko’dan randevu aldı. Giyinip kuşanıp Vakko’nun Merter fabrikasına gitmiştim ve çizimlerimi Bay Vitali’ye göstermiştim. Bay Vitali çok beğendi benim çizimlerimi ve “Okul çıkışları ne zaman istiyorsan gelebilirsin, Vakko’nun kapıları sana açık” dedi. Bir-iki yaz staj yaptım ve bir-iki kış hep gittim. Okuldan çıkıp (ki Alman Lisesi ağır bir okuldur) soluğu Merter’de alırdım. Yaşım da 14-15, yani çocuğum henüz. Okuldan kalan serbest vakitte millet ek ders alırdı, ben okuldan çıkar, Merter servisine binip Vakko’ya giderdim.”
”Okulda defileler düzenlemeye başladım. Bu arada okul yönetimi Vakko’da çalıştığımı ve yaptıklarımın ciddiye alındığını duyunca, bir organizasyona girişmeye karar verdi. Ben tabii ki Vakko’da tüm havayı soluyordum. Çok şeyler öğrendim Vakko’dan. Avrupai bir müesseseydi. Okulum da bunu fark etmiş olacak ki defile yapmam konusunda beni motive ettiler. Alman Lisesi dört yıllıktır, lisenin son üç senesi defile yaptım orada. Kafamda oluşturduğum konsepte göre defile ve koleksiyon akışı yaratırdım. Sonra sene sonunda kültürel bir mesajı olan (mesela bir tanesine geçmişten geleceğe moda demiştik) defileler gerçekleştirirdik. Alman Lisesi aslında benimle birlikte bir bakıma o dönem imajını değiştirdi. Çünkü daha sert, fizik, matematik ağırlıklı bir okulken sanatsal, sosyal becerilere önem veren bir okul haline geldi. bunda mutlaka az da olsa payım vardır. Şimdi düşününce, o zamanlar hem koleksiyon hem organizasyon yapmışım.”
AMERİKA YILLARI
“Vizon” dergisinde çıkmıştı son Alman Lisesi defilem. Sevgili Bilgün Boyner gelmişti. Bilgün defileyi çok beğenmiş, etkilenmiş. Üzerine beni Cem Boyner çağırdı ve lisenin son yazı Beymen’de staj yapmaya başladım. Daha o zaman Vakko’dan Beymen’e transfer oldum dermişim. İkisi de, Vakko ve Beymen de beni tutmak istedi. “Moda oku, biz yönlendirelim ve bize geri dön” dediler. Alman Lisesi’ni iyi notlarla bitirdim. Bu arada AFS bursuyla Amerika’ya da gittim. Birkaç ay Amerikalı bir ailenin yanında kaldım. Fashion Institute of Technology’yle görüştüm. Parsons School of Design’la da iletişime geçtim. Orada çizimlerime bayıldılar. Burs bile teklif ettiler. Fakat ben düşündüm taşındım, işletme okumaya karar verdim. İşletme okumak için gözüme Viyana’yı kestirdim. Amerika’yı çok sevmeme rağmen Viyana’yı seçtim. Türkiye’ye yakın olması kararımı etkiledi. Viyana’da güzel bir semtte çok güzel bir ev bulduk. Bu arada, Amerika’daki aileyle hala görüşüyorum, şimdi biraz kopsak da uzun yıllar iletişimimiz oldu aileyi tam bir Türkiye dostu yaptım. Türkiye’ye geldiler, oğullarından biri bir Türk kızıyla evlendi ve İstanbul’da düğünleri oldu. O zamanlar hayatlarında gördükleri ilk Türk’tüm. Düşünceleri benim sayemde çok değişti.”
VİYANA’DA İLK ADIMLAR
Viyana’nın Vakko’sunu buldum: Fürnkranz isminde bir mağazalar zinciri. Aklım fikrim modadaydı yani. Çok zaman geçmeden bir gün üniversiteye giderken tramvaya birileri bindi. Ben yanımdaki kadına “Bu bey Viyana Belediye Başkanı, değil mi?” diye sordum. Kadın, “Evet evet, ta kendisi” dedi. Tramvay durdu, adamlar indi, ben de indim. Korumaları beni önce durdurdular. Ben “Sayın Başkanla konuşmak istiyorum” dedim, kendimi tanıttım. “Tabii buyurun” diye çekildiler, “Zaten kendisi bunun için burada” diye cevap verdiler. Medeniyete bak. Titreyerek ama bütün cesaretimi toplayarak kendimi tanıttım. Bu arada bu adam, Helmut Zilk, o yılların efsane belediye başkanı. “Ben artık emekliliğimi yaşamak istiyorum, karım da çok sıkılıyor bu işlerden” diyerek cumhurbaşkanı olmayı reddetti. İş insanlarıyla, sanatçılarla çok güzel ilişkiler kurmuş enfes bir kişi. Viyana’yı popüler etmiş biri. Onun zamanında Viyana uykusundan uyanıp canlı, modern, dinamik bir şehir haline geldi. Şehirde bir sürü festival düzenledi. Yanındakilere “Hemen not edin, bu genç adama yardım etmeliyiz” dedi, “Bizden haber bekleyin” diye de ekledi. Bir daha kendisini kim bilir ne zaman görürüm, beni arayıp sormazlar, diye geçirdim içimden. Bir hafta geçti, Viyana belediyesinin kültür işleri sorumlusu aradı. “Dokümanlarınızı alıp gelin” dedi. Giyindim, kuşandım, hazırlanıp yola çıktım. Şimdi düşünüyorum da kendimden ne kadar eminmişim, bir özgüvenim varmış demek ki.”
İLK DEFİLE
Görüşmeye gittim. Eşi, Dagmar Koller de üst kattaydı. Elimde Vakko çizimlerim, adamın huzuruna çıktım. Bayıldılar. “Nasıl destek olabiliriz?” diye sordular. Ben de “Defile yapmak istiyorum, işletme okuyorum ama benim hayalim Viyana’da büyük bir modacı olmak. Kendi markamı kurmak” dedim. Bunun üzerine ilk defilem için bana finansal destek verdiler. Büyük bir dostluk, iyi niyet göstergesi. Ardından Türkiye’ye geldim, Türk firmalarından destek istedim. Okuduğum üniversitenin rektörüne gittim, defile yapacağımı belirttim. Birdenbire çocuğun teki çıkıyor, defile yapıyor. Helmut Zilk destek oluyor falan. Şaşırdılar tabii ki. Çünkü bu isim her kapıyı açıyor o dönem. Müthiş saygı duyulan bir kişilik zira. Prestijli bir adam olduğu için rektör de “Biz de destek verelim o zaman” demez mi. Yine okuldan güzel kızları seçtik. Viyana’nın en havalı üniversitesi, bütün prestijli ailelerin çocukları, bütün hoş kızlar orada. Mankene gerek yok. İşte böyle, bu ilk defilem resmen Viyana’da olay oldu. Sonra Türkiye’ye gittim. Alman Lisesi’nden sınıf arkadaşım Güzin Suveren’in ailesinin penye üreten fabrikaları vardı. Hemen onlardan penyeler aldım. Omurtaklar vardır, onlar da dericidir. Derilerimi de onlar yaptırmıştı. Herkes böyle destek oldu. Her şeyi Viyana’da kendim diktirdim, orada atölyeler buldum. 29 Mayıs’ta, üniversitenin merdivenlerinde, ılık bir Viyana akşamında, defileyi içeride yapacakken dışarı taşımaya karar verdik. Fazladan bir etki yaratmak için dev ekranda İstanbul’un tarihçesiyle kıyafetler eş zamanlı gösterilmişti.”
VİYANA’DA TÜRK RÜZGARI
Yer yerinden oynadı. Helmut Zilk ve Dagmar Koller seyahatte oldukları için defileye gelemediler ama Türkiye büyükelçisi geldi. Hakikaten gelmiş geçmiş en kaliteli büyükelçilerden Erdem Erner, çok zarif bir kadın olan eşi Gökçen Erner’le birlikte seyretmişti defileyi. Avusturya sosyetesinden isimler, politikacılar, kimi ararsan vardı. Defileden hemen sonra Dagmar Koller beni evine davet etti. Böylece bu aileyle dostluğumuz, destekleriyle de Viyana’daki moda hayatım başlamış oldu. Defilede Viyana sosyetesi vardı dedim ya. Üzerine, Barones Helma von Pach dönemim başladı. Eski Avusturyalı bir manken kendisi. Missoni’nin Avusturya temsilcisi ve Missoni ailesinin çok yakın ahbabıydı. Büyük bir Missoni mağazası vardı. Bir de küçük bir butiği. İşte orada benim koleksiyonumu satmaya başladı. Küçük bir kokteyle de tanıttık. Helma sayesinde ben de yavaş yavaş Avusturya basınıyla tanıştım. O zaman 10-15 manken giydirip Viyana’da, butiğin caddesinde sokak defilesi yapmıştık. Gazetelerde bunun haberi çıkmıştı. Her sene Helma von Pach’ın butiğine koleksiyon verdim. Bu arada da işletme okumaya devam ediyorum tabii ki.”
AVRUPA SOSYETESİ
Bir sene sonra Türk Büyükelçiliği’nde yaptım ikinci büyük defilemi. O zaman Cumhurbaşkanı Kurt Waldheim’ın eşi, Avusturya’nın First Lady’si de gelmişti. Yavaş yavaş üst düzey politikacılarla tanışmaya, dostluklar kurmaya başladım böylece. Benim her zaman markamın bir DNA’sı oldu. Avusturya’da da, Türkiye’yi çok sevmedikleri bir dönemde ülkemi güzel bir şekilde temsil ettim. Bu konuda alçak gönüllü olamam. Benim aracılığımla hep güzel bir Türkiye gördüler, görüyorlar. Mezun olduktan sonra Türk Büyükelçiliği’nde defilelerim devam etti. Çok önemli, prestijli insanlarla ahbaplıklar kurmaya başladım. Hiçbir defilemi kaçırmıyorlardı. O sırada güzel bir çevre edinmiş olmanın verdiği cesaretle atölyemi açtım ve şirketimi kurdum. Viyana Ticaret Odası, o zaman desteklemek için yedi modacı seçmişlerdi. Bir tanesi de bendim. Milano’da bu yedi tasarımcı defile yapmıştık. “New York Times” o gruptan bir tek beni yazmıştı. Çok heyecanlanmıştım. Sonra Münih’te en iyi genç modacı ödülünü aldım. Ben 93’te artık tamamen moda kariyerime başlamış oldum. Paris’te birçok yerde, örneğin Galeries Lafayette’te, Victorie’de sattım. Amerikan basınının da dikkatini çekmiş olacağım ki Bernardine Morris’in “New York Times” için hazırladığı Paris dosyasına beni de dahil etmesiyle birlikte soluğu Amerika’da aldım. Koleksiyonumu toplayıp New York’a gittim. O zamanlar Düsseldorf’ta sergiliyorduk koleksiyonumuzu. Viyana Ticaret Odası’nın desteğiyle Düsseldorf ve Paris’te fuarlara katılıyorduk. Aynen bugün Türkiye’de İTKİB’in Türk tasarımcılara verdiği destek gibi bir şeydi. Türkiye’de yaptırdığım kumaşları kullanma şeklim, desenleri ve deri malzemem insanları tabii çok etkiliyordu.”
”Amerikan pazarına yönelmeliyim diye düşündüm. Amerika’da başarılı olursan uluslararası bir marka haline gelebiliyorsun. Önce Amerika, sonra her yer gibi bir durum var. Amerika’ya çok inanıyordum. Onlar etnik olan her şeyi çok önemsiyorlar. Philippe Starck’ın ilk oteli Paramount’ta çok şık bir daire tuttum ve bütün moda editörlerini çağırdım. Bir anda Henri Bendel’den, Barneys’ten sipariş gelmeye başladı. Barneys, Linda Dresner, Neiman Marcus’ta satmaya başladım. Showroom Seven’la birlikte çalışmaya başladım. ABD’de o sırada finansal kriz yaşandı. Bu kriz bir-iki sene sürdü. Bizi de etkiledi. Ardından Viyana’ya döndüm. Tam o zamanlarda, Türkiye’de bir program başlatıldı: Turquality. Hüseyin Çağlayan, Atıl Kutoğlu ve Dice Kayek devlet tarafından desteklendi “New York Times”ta yedi-sekiz kez haberim çıkmıştı o sıralarda. Aslında güzel bir başarıydı ama bunu maalesef Türkiye’de hiç duyuramadım. Hemen akabinde Viyana Belvedere Müzesi’nde Klimt’in dünyadan birçok eserinin getirilerek sergilendiği “2000 Klimt & Women” sergisinin açılışında bir defile yaptım. Benim elbiselerimle Klimt’in kadınlarını eşleştirdik. Mesela bu da hiç haber olmadı ülkemizde. Ama Viyana’da büyük olay yaratmıştı. Türkiye’de de Berna Yılmaz, Yıldız Sarayı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun 700’üncü kuruluş yıl dönümü sebebiyle bir davet vermişti. Ottoman Collection başlıklı bir koleksiyon hazırladım, sergiledim. Osmanlı’yı modernize ederek Yıldız Sarayı Silahhane binaları içinde enfes bir defile yaptık. Berna Hanım, Silahhane’yi restore ettirmişti, ahırları bile kullanmıştık. Çok güzel bir organizasyondu. Avusturya Prensi, aynı zamanda çok yakın arkadaşım Prens Hubertus von Hohenlohe’yi ilk defa o zaman Türkiye’ye getirdim. Defileden sonra Prens çıktı şarkılar söyledi. Olağanüstü bir galaydı.”
”Turquality’nin destekleriyle dokuz sene boyunca New York Moda Haftası’nda defile yapma şansım oldu. New York Moda Haftası’nda defile yapan tek Türk tasarımcı oldum. “New York Times”, “Daily News” gibi çok önemli gazetelerde defile yorumlarım çıktı. CNN’e konuk oldup 15 dakika boyunca konuştum. Bunu parayla ölçmek mümkün değil. Türkiye için çok büyük bir reklamdı. Benden sonra da sayın Tayyip Erdoğan çıktı zaten. Topu topu üç Türk davet edilmişiz. Uzun lafın kısası, hep uluslararası bir marka oldum. Tek üzüntüm New York’ta işimi sürdürememem. Orada bir butik açmayı çok isterdim. Fakat maliyetler çok yüksekti. Beni New York’ta hala temsil eden bir firma var. Halen 15 farklı mağazaya düzenli olarak koleksiyon veriyorum. 2008’de Nişantaşı’nı açtım. Nevbahar Koç, Çiğdem Simavi, Serra Tokar, Maria Eliyeşil gibi isimler düzenli müşterilerim haline geldi. Fiyatlarım hep yüksekti, bundan da gurur duyuyorum. Çünkü işçilik, kumaş kalitesi Atıl Kutoğlu markasında çok yüksek standartlarda. Fakat kafamda daha gündelik giyilebilecek, daha genç bir alt marka var. Onlar daha makul fiyatlarda olacak.”
”New York, Viyana, İstanbul arasında bir hayat yarattım kendime. Viyana ve İstanbul’da iki dünyam var. İki ülkede de müşterilerim bulunuyor. Şu anki en büyük heyecanım, birkaç güne kadar Viyana’nın en güzel caddelerinden birinde açacağım butik. Bütün büyük markaların yer aldığı, yeni gelişmiş bir bölgede... Avrupa’nın sanat başkentlerinden birinde bir Atıl Kutoğlu butiğinin açılıyor olmasını açıkçası çok önemsiyorum. Zaten kemikleşmiş bir müşteri kitlem var orada. İşin içine biraz daha heyecan katmak ve daha genç bir kesimi de çekmek için burayı “pop up store” olarak lanse edeceğiz.”
”Aslında dünyada farklılıklar ortadan kalkıyor. Türkiye’de mesela senin gibi çok kozmopolit ve dünya insanı diyebileceğim insanlar markayı beğeniyor. Avusturya’da insanlar daha komplekssiz, daha rahat alışveriş yapıyor ve seçimleri daha çok bana bırakırlar. Türkiye’de daha çok müdahale ediyorlar ve kendi tarzları konusunda çok keskin görüşleri var. Tabii ki her iki kadın tipine de çok alışkınım. Türk müşterilerime, onları kırmadan, yumuşak bir şekilde, yardımcı olmaya çalışıyorum. Cesaret vererek, denemeleri gereken kesimlere yönlendirmeye çalışıyorum. Benim müşterilerim çok “cool”, çok hoş bulduğum kadınlar. Heves Ekinci, Cannes Film Festivali’nde kırmızı halıda bakır rengi, büyük payetli bir kreasyonumu giydi ve bence yabancı aktrislerden çok daha şıktı.”
”Viyana’nın en önemli otellerinden biri olan Altstadt’ta birkaç süiti dekore ettim (ve buna halen devam ediyorum). Bu otelin sahibi Avusturya’nın en köklü, sanat koleksiyonerlerinden biri. Otelde, fark ettiğin üzere ciddi bir sanat arşivi var, her yanında, odalarda çok önemli modern sanat eserini görmek mümkün. Bu gibi projeler ilgimi çekiyor, çünkü annemden dolayı, mimariye, dekorasyona çok meraklıyım. Kumaş bilgim çok yüksek. Bazı teklifleri değerlendiriyorum şu anda. Kozmetiğe çok inanıyorum. Bir Atıl Kutoğlu parfümünün dünyada çok tutulacağını, çok beğenileceğini düşünüyorum. Çocuk modası yapmak istiyorum ve dediğim gibi birkaç alt markayla Atıl Kutoğlu markasını uluslararası dolaşıma sokmak istiyorum.”