5 Temmuz itibariyle Paris, Haute Couture haftası için şehrin kapılarını moda severlere açtı. İlk günün en özel defileleri sırasında yer alan Dior, Rodin Müzesi’nde gerçekleşen görkemli bir şova imza attı.
Dior’un kreatif direktörü olduğundan bu yana moda ve sanatı harmanlayan Maria Grazia Chiuri, koleksiyonlarına çağdaş sanatçıları ortak ederek onları unutulmaz bir birlikteliğin parçası haline getiriyor. Chuiri, kreasyonlarının hepsinde feminizim yankılarını dışa vurup, kadınların sesi, gücü ve yol göstericisi oluyor. Bunu yaparken tarihsel referanslara atıfta bulunmayı kesinlikle ihmal etmiyor. İlham olarak kabul ettiği çağın esintileri tasarladığı parçalara bir bir dokunuyor. Hepimiz daha Atina’daki defilenin büyüsü altındayken, dün yapılan şovla ruhumuzu markanın ışıltısına teslim ettik. Maria Grazia Chiuri koleksiyonun göz bebeği olan parçalarını, Fransız görsel sanatçısı Eva Jospin önderliğinde hazırladı. İkili, iki kadının gücünden doğan şaheserlerini “Chambre de Soie” adı verilen ve ipek eskizlerle donatılan bir defile alanında sundu.
Jospin gösteri duvalarını tasarlarken aldığı esin kaynağı, Roma'daki Colonna Sarayı'nda bulunan Hint nakışı odası! 350 m2'lik bir alana sahip olan nakışlar, Hindistan'da özel zanaatkarların eğitildiği Chanakya atölyeleri tarafından yapıldı. Eva Jospin hislerini şöyle dile getirdi : “Maria Grazia Chiuri’nin tasarımlarında çok iyi bilinen bir işçilik yatıyor. Görüşmeler esnasında defilenin nerede yapılacağını öğrenmemle teklifi kabul etmem bir oldu. Rodin Müzesi, fiziksel bir defile için dokunsal bir mekan! Mekan nakışlara bürünerek daha etkileyici hale gelirdi. 400’den fazla renk kullanarak pisti, hayranlıktan detaylarında kaybolduğumuz, sanal olamayacak kadar gerçek, ölümsüz bir sanat alanına çevirdik. Sanat yaşamalı, hiçbir zaman ölmemeli! Defilenin vermek istediği mesaj da bu.”
Eva Jospin, 18. yüzyılın Capriccios'unun kenotaphlar, manzara ve ütopik anıtlarını sanatçı kimliğiyle yeniden yorumluyor. Nakış detaylarındaki ormanlar, sarmaşıklar, kayalar, şelaleler… Barok bahçelerinin arasında sizi hayal kurmaya iten unsurlar. Nabis, Vuillard veya Bonnard'ın eserlerinin mükemmeliğinden parçalar taşıyan nakışlar işçiliği yüceltiyor.
Defile öncesinde Elle Türkiye ekibi olarak, Paris 8. bölgede yer alan Dior atölyelerini ziyaret ettik. Gittiğimizde defileye bir gün kaldığından, atölyede tatlı bir koşuşturmaca gözlemledik. Terziler işlerine öyle bir özveriyle bağlı ki, hepsinin gözünden elleriyle işledikleri koleksiyonun gururunu okuyabiliyorduk.
Dior’un Paris atölyesi üç bölümden oluşuyordu: İlki şapkalara, ikincisi elbiselere, üçüncüsü ise takımlara özel ayrılmış. Her bölümde işinin piri terziler, elbise kılıfına girmeye hazırlanan parçaların son rötuşlarını yapıyordu. O esnada bir terzinin yanına yaklaşarak, günler belki de aylar alan bir parçayı mankenin üzerinde gördüğünde neler hissettiğini sorduk. Bize şu şekilde cevap verdi: “İğneye iplik geçireceğim diye gözlerimi kısıp, parmaklarımla ince ince doku işlediğim her gün için kendimle gurur duyuyorum.” Bu özel ziyaretimiz kapsamında, defile daha gerçekleşmeden terzilerden kreasyona dair minik tüyolar almayı başardık. Ardından defile günü için saat saymaya başladık.

Haute Couture’e Geri Dönüş
Pandeminin etkisiyle 1 senedir dijital bir dünyanın içine hapsolmamız hepimiz gibi moda sektörünü de kökünden etkiledi. Maria Grazia Chiuri, bu süreçte dokunmanın, hissetmenin ve bütünleşmenin ne demek olduğunu unuttuğumuzu ve bunu hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu vurguluyor. Tüvitlerden, botlara, şapkalardan zincirlere kadar zengin bir yelpaze içeren kreasyonun en dikkat çeken detayı, pileli uzun elbiselerdi. Maria Grazia Chiuri hazırlık aşamasında bir elbisenin üzerine görünmez pile işlemenin tam 12 gün sürdüğünü belirtiyor. Feminizmi koleksiyonlarında incelikle geliştiren Chiuri, nakışın sanatsal değeriyle feminist olguyu bir araya getirerek hepimize güçlü ve korkusuz bir mesaj veriyor : “Feminizmin sonu asla gelmeyecek!”

Sanat Bir Kez Daha Dior’un Kalbinde!
Gerçek ve sanal arasında bir köprü niteliği taşıyan nakış, kreasyonun yanında mekan tasarımının ana unsuru! Fransız görsel sanatçısı Eva Jospin’in sanat dünyasını somutlaştıran ortam, ipek detaylarla kaplı. Bu sayede, tasarımlara bir terzilerin gözünden baktığımız, onların dokunduğu her bir detayı hissettiğimiz bir koleksiyon ortaya çıkmış. Maria Grazia Chiuri'ye ilham veren tekstil sanatçısı ve küratör Clare Hunter'ın Threads of Life kitabında dediği gibi : “Bir ürünün doğuşu için yaratılışına tanıklık etmek gerekir.”

Mösyo Dior’dan Kalan Bir Miras
Koleksiyon aynı zamanda Mösyö Dior’un moda felsefesinin kodlarını yeniden yorumlamamızı sağlıyor. Baştan aşağı çiçekler detaylarıyla kaplı nane yeşili bir elbise…Parçanın arkasındaki gizli detay ne? Bu elbise, marka için, geleneksel haline gelen ve bir gelinin hatlarını çizen işlemeler bulunduruyor. Bunun yanında elbise tasarımlarının görünen yüzü muazzam pililer, nüde ve toz mavisi renkleriyle bir mankenin üzerinde adeta bütünleşiyor. Dior bu yolla, Mösyö Dior’un izinden gittiğini göstererek onun ruhunu onurlandırıyor.

1960’lardan Gelen İlham
Dior ve akseasuar denildiğinde gözümüzde canlanan şapkaların tasarımı her zamanki gibi tek bir isme, markanın şapka üreticisi Stephen Jones’a ait! Tüvit takımlara uyan ve kaynağı 1960’lara uzanan şapkalar, feminizm vurgusunun dışında kadınsı olmayan görünüşe sportif hava kazandırma hedefiyle oluşturuldu. Stephen Jones, şapkaların marka için zamansız ve çağdaş olduğunu, aradan seneler geçse de etkisini yitirmediğini gösteriyor.