Yazı: Tuba Ulaştıran
ELLE Türkiye Kasım sayısında alınmıştır.
Bir zamanlar lüks, sessizdi. Logolardan uzak, minimal “lüks”, moda dünyasına adeta bir dinginlik getirmişti. Hepimiz gardıroplarımıza bu zarif yalınlığı taşımıştık. Ama zaman değişti. Moda tutkunları artık sadece estetik değil, bir öykü, bir duygu, bir bağ istiyor. 2026’da lüksün sesi daha yüksek, daha anlamlı: Kumaşın ardındaki coğrafyayı, defilenin arkasındaki fikri, bir markanın dünyaya sunduğu vizyonu duymak istiyoruz.
İşte tam olarak bu nedenle lüks markalar için “runway”, kıyafetlerin olduğu kadar markaların da hikâyelerinin en etkileyici sahnesine dönüştü.
Neden Anlamlı Lüks?
Çünkü bugünün moda tutkunları artık yalnızca “Ne giyiyorum?” diye sormuyor. Onların aklındaki soru çok daha derin:
“Neden?”
Neden bu kumaş?
Neden bu koleksiyon?
Neden bu defile?
Cevap, lüksün yeni adresinde saklı: Anlam.
Günümüzde tüm markalar aynı cümlenin altını çiziyor: Sessizlik yetmez, lüks artık anlamın gürültüsünde var oluyor.
Artık bir elbiseyi giymek, stil sahibi görünmek kadar aynı zamanda bir duyguya dokunmak, bir hikâyeyi taşımak, bir dünya görüşünü üstlenmek demek. Moda, yalnızca podyumda gördüğümüz görsel bir şölen değil; bir fikir, bir tavır, bir hatırlatma rolü üstleniyor.
Lüksün gerçek gücü ise tam da burada ortaya çıkıyor. Bir çantayı ya da kıyafeti elinize aldığınızda, işçiliğinin yanı sıra hangi atölyede yapıldığını, hangi ellerden geçtiğini, hangi kültürü ya da felsefeyi temsil ettiğini hissetmek… İşte anlamlı lüks, bu hissin ta kendisi.
Çünkü 2026’da lüks artık sahip olmaktan çok, bağ kurmak üzerine yazılıyor.
2026’da lüks, sahip olmaktan çok bağ kurmak üzerine yazılacak.
Kumaşa İşlenen Öyküler: Loro Piana
Loro Piana yıllarca sessiz lüksün kusursuz temsilcisiydi. Abartıya yer bırakmayan siluetler, en nadide kaşmirler, fısıltı kadar sakin bir estetik… Ancak marka, son “runway” siluetleriyle bu sessizliği bir anlatıya dönüştürdüğünü kanıtladı.
Podyumda gördüğümüz yalnızca bir palto ya da triko değildi; aynı zamanda dokusu hikâyelerle örülmüş parçalarla karşılaştık. Nepal’in rüzgârını taşıyan yün, And Dağları’ndan gelen dokuma gelenekleri, ustaların emeğiyle şekillenen ilmekler… Her detay, kumaşın yalnızca bir malzeme olmadığını, bir yolculuğun, bir emeğin ve bir kültürün taşıyıcısı olduğunu hatırlattı.
Defilenin atmosferi de bu hikâyeyi güçlendirdi: Loş ışıkta parlayan doğal tonlar, adeta kumaşın içindeki doğayı sahneye taşıyordu. İzleyiciye verilen mesaj açıktı: Loro Piana giymek, bir parça sahiplenmenin ötesinde, bir mirasa dokunmak.
El İşçiliğinin Yeni Dili: Bottega Veneta
Bottega Veneta’nın özünü oluşturan el işçiliği, Trotter’ın vizyonuyla bambaşka bir dile kavuştu. Deri şeritlerle örülmüş paltolar, yumuşacık ombre kazaklar, parlak yüzeylerle kontrast oluşturan geri dönüştürülmüş kumaşlar… Hepsi aynı şeyi söylüyordu: Zanaat artık yalnızca teknik değil, duygusal bir güç.
Bu defile, bir hayalin ete kemiğe bürünmesiydi; kadın yaratıcılığının gücü, sessiz bir zarafetle sahneyi ele geçiriyordu. Bottega Veneta bu sezon bize bir kez daha hatırlattı: Lüks, parıltıdan çok dokunuşta saklı. Ve o dokunuş el emeğiyle birleştiğinde anlamın kendisi oluyor.
Defilelerdeki her detay, derin bir bağ ve mesaj sunuyor.
Zıtlıklardan Doğan Anlamlı Zarafet: Prada SS26
Prada, çağdaş kültürün aşırı yüklenmesine kendi diliyle cevap veriyor: bir tür damıtma süreci.
Bu sezon Miuccia Prada ve Raf Simons, fazlalıklardan arınmış ama karmaşanın özünü koruyan bir moda anlatısı kuruyor. Karşıtlıkları yan yana koymakla yetinmiyor, onları yaratımın kendisine dönüştürüyor.
“Gelecek bilinmez” diyor Miuccia Prada, “bu koleksiyon belirsizliğe bir tepki.”
Ve gerçekten de podyumda görünen her parça, bu cümlenin yankısı gibiydi.
Turuncu zemin üzerinde yürüyen modeller, bugünün dünyasında dengeyi arayan yeni bir kadını temsil ediyordu: güçlü ama duyarlı, sade ama kışkırtıcı.
Prada, üniformayı gece elbisesiyle aynı konuma taşıyarak hiyerarşileri altüst ediyor. Artık zarafet tek bir formun tekelinde değil. Prada’nın “runway”lerinde her şey yerinden oynuyor. Ancak bu bir dağılma değil; yeni bir kompozisyonu temsil ediyor. Ve Prada evreninde lüks artık fazlalıklardan arınmış ama anlamla dolu.
Gucci’nin Lüks Demna Manifestosu
2025 moda haftalarının en çok konuşulan anı hiç şüphesiz Demna’nın Gucci için hazırladığı defileydi. Bir filmle başlayan ve ardından podyuma taşınan bu deneyim, moda tarihine şovun ötesinde bir manifesto olarak geçti.
Sahne, Gucci’nin köklü mirasını bugünün kültürel kırılmalarıyla buluşturuyordu. Film karelerinden akan görseller, geçmişin romantizmini günümüzün sert gerçekleriyle çarpıştırıyor; podyumda yürüyen modeller ise adeta bu çatışmanın canlı taşıyıcıları hâline geliyordu. İzleyici yalnızca bir koleksiyon görmedi, aynı zamanda çağımıza dair güçlü bir vizyonla yüzleşti.
Ve belki de bu yüzden Demna’nın Gucci’si, anlamlı lüksün en gür seslerinden biri oldu. Demna’nın mesajı netti:
Lüks, yalnızca bir gösteri değil; bir dünya görüşüdür.
Tasarımlar sessizliğin değil, anlamın yankısını taşıyor.
Zamanın Ötesinde Bir Chanel Evreni
“Bu bir evren — Chanel’in evreni.”
Zamanın ve mekânın ötesinde bir yerde, Chanel lüksü yeniden tanımlıyor. Artık bu evrende lüks, yalnızca zarafette değil; geçmişle geleceği, sadelikle ihtişamı, kuralcılıkla özgürlüğü buluşturma biçiminde hayat buluyor.
SS26 defilesinde kumaşlarda geçmişin dokusu, siluetlerde geleceğin formu ve hepsinin merkezinde anlam arayışı vardı. Tweed, ipek, jersey… Hepsi Chanel’in klasik sözlüğünden, ama bu kez cümleler farklı kurulmuştu. Her parça kendi sessizliğini bambaşka bir dille anlatıyordu.
Chanel’in kurguladığı bu yeni lükste sessizlik, artık edilgen bir zarafetin ötesinde derin bir bilinç göstergesi. “Zamanın ve mekânın ötesinde” ifadesi de tam olarak bunu anlatıyor. Çünkü Chanel’in lüks anlayışı artık kronolojik değil, varoluşsal. Kısacası Chanel’in evreninde lüks, sessizlik değil, anlamın yankısı.
Anlamla Yeniden Yazılan Bir Miras: Dior SS26
Dior’un SS26 defilesi yalnızca bir saygı duruşu değil; geçmişle bugünün arasında kurulan güçlü bir diyalogdu. Jonathan Anderson, lüksü yeniden tanımlarken zarafeti sessizlikten çıkarıp anlamın merkezine yerleştirdi. Defile, Hitchcockvari bir gerilimle açıldı; dev ters piramit ekranlarda Dior tarihinin ikonik anları akarken moda kendi belleğini izliyordu.
Podyumda New Look 1947’nin silüetleri yeniden doğdu: Bel vurgusu, geniş etekler ve feminen çizgiler Anderson’ın modern yorumu ile maskülen kesim, transparan detaylar ve sokak enerjisiyle buluştu. Tül ve danteller kırılgan değil; güçlü bir feminenliği vurguluyordu. Kırmızı satenin dramı, beyaz organzenin saflığıyla yan yana geldiğinde zarafet artık bir tavıra dönüştü.
Anderson’ın “Geçmişle hesaplaşmıyorum, onunla konuşuyorum” sözü tam da bu anı özetliyor. Dior mirası artık vitrine değil, bugüne ait bir bilince taşınıyor. Çünkü Anderson’un Dior’unda lüks, geçmişi tekrarlamanın ötesinde ona yeni bir anlam kazandırmak.
Lüks artık yalnızca sahip olmak değil, hissetmek üzerine kurulu.
Runway’in Yeni Hikâyesi
2026 podyumları bize çok net bir şey söylüyor: Lüks, artık sahip olmakla değil, hissetmekle tanımlanıyor. Gardıroplarımızda şıklığın ötesinde bir hikâyeyi, bir değeri taşımak istiyoruz.
Loro Piana’nın kumaşına işlenen öykülerden Bottega Veneta’nın el işçiliğinde saklı duygusal güce, Prada’nın kontrastlardan doğan zarafetinden Gucci’nin sinematografik vizyonuna ve Chanel’in zamanın ötesindeki bilinçli sessizliğine kadar tüm markalar aynı cümlenin altını çiziyor: Sessizlik yetmez; lüks artık anlamın gürültüsünde var oluyor!