ELLE LOVES

Elle Türkiye ekibi olarak sevdiğimiz,her biri gündem yaratan projeleriyle dikkat çeken,sektörlerinde başarılı isimleri bir araya getirdik.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 20 Şubat 2019
ELLE LOVES

CEMRE EBÜZZİYA, ECE YÜKSEL , HELIN KANDEMİR,Oyuncu

Cemre,Ece,Helin; Berlin Film Festivali'nde yarışacak kız kardeşler filminin baş rolündeler.Önce Helin girdi içeri, ondan 10 dakika sonra Ece, Ece’den birkaç dakika sonra da Cemre. Emin Apler’in Berlin Film Festivali’nde yarışacak filmi Kız Kardeşler’in üç kız kardeşleri kendileri. Cemre Ebüzziya en büyükleri, en cool olan. İtalyan aktrislere benziyor. Ece Yüksel 93’lü, The Crown dizi cast’ından fırlamış bir İngiliz ya da İskoçyalı gibi. Helin Kandemir, en küçükleri. Her anın farkında, keyfini çıkarıyor. Sık sık teşekkür ediyor.

                             

  CEMRE EBÜZZİYA (üstte), ECE YÜKSEL (sağda), HELIN KANDEMİR (solda)

ÜÇLÜ HARMONİ


Kız Kardeşler 7-17 Şubat’ta gerçekleşecek 69. Berlin Film Festivali’nde yarışacak. Konusu, annelerinin erken ölümünden sonra besleme olarak ayrı ayrı verilen üç kardeşin, yıllar sonra köylerine geri dönüp birbirleriyle yüzleşmelerini ve çıkış arayışlarını anlatıyor. En büyük kız kardeşi canlandıran Cemre’nin, Reyhan rolü için seçmelere girdikten sonra senaryoyu okuma imkanı olmuş. Ece ise karakterini okur okumaz ne kadar sevdiğinden bahsediyor. “Şimdiye kadar canlandırdığım karakterlerden bambaşka biri Nurhan. Çıkışları, aksilikleri olan ama yumuşak tarafını da gördüğümüz, bana keyifli bir oyunculuk serüveni yaşatan bir karakter oldu.” Helin ise Emin Alper’in tüm filmlerini izlemiş, hayranlarından biri. “Senaryodaki akıcılık, karakterlerin birbirlerini desteklemesi gibi etkenler hikâyeye duyduğum inancı artırdı diyebilirim” diyor. Cemre Ebüzziya’nın canlandırdığı Reyhan,ablaları olarak diğer karakterlerden daha ağır şeyler yaşamış ve yıpranmış. Helin’in canlandırdığı Havva karakteri en küçük olanı. Sessiz ve sakin bir kız. Yaşına ve hayat standartlarına rağmen son derece güçlü bir karakter. Üç kız kardeşten en sivri olanı Ece’nin canlandırdığı Nurhan karakteri. “Kız kardeşleri gibi daha iyi hayat şartları için köyden çıkma mücadelesini bazen onlardan biraz daha sert sürdürüyor. Yaşadıkları zorlu ve talihsiz hayat koşullarına karşı tepkisini ortaya koymuş bir karakter diyebilirim.” Üçünün de ortak noktası bu filme olan inançları ve yaptıkları işe olan tutkuları. Bu ortak nokta çekimimizde de inanılmaz bir harmoni yakalamaya neden oldu. Klasik Türk dizi karakteri tiplemesinden uzak bu üç kızın belki yüzbinlerce Instagram takipçisi yok, ama onlar daha nitelikli işler peşindeler. Berlin’den, çekim mekanımız Maslak Oto Sanayi’deki stüdyoya uzanan bir öykü bu. Yakın gelecekte isimlerini sık sık duyacağımız, güçlü ve uluslararası işlere imza atacak bu üç kız.

EZGİ ÇELİK, Tiyatro Oyuncusu

Ezgi Çelik,Hoşdeng tiyatro oyunu,Safiye Ayla Belgeseli ve Eğlenceli Cinayetler kumpanyası ile şu sıralar yoğun bir gündemin içinde.Yedi yaşında, Şehir Tiyatroları Eğitim biriminde başladığı oyunculuğa hiç ara vermeden ve şimdilerde çarpıcı projelerde yer alarak devam ediyor Ezgi Çelik. Mimar Sinan Üniversitesi, Konservatuar Tiyatro bölümü mezunu Çelik’e Bir Çocuk Sevdim, Bu Kalp Seni Unutur mu ya da Söz dizilerinde rastlamış olabilirsiniz. Rastlamadıysanız Toy İstanbul’da sahnelenen Hoşdeng’deki, Klasik Türk müziğinin efsanevi sesi Safiye Ayla’ya hayat verdiği Safiye Ayla Belgeseli’ndeki ve Dada Kabarett Salon’daki dört perdelik Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’ndaki Ezgi Çelik’le mutlaka tanışın. Adını bu sıralar çok sık duyacaksınız zaten. “Bir hayalden çok yaşam biçimimdi oyunculuk” diye başlıyor söze ve şöyle devam ediyor: “Beni oyunculuk yapmak fazlasıyla heyecanlandırıyor. Ve çok mutluyum, hâlâ iyi ki diyorum, düşünün, hem de bugünkü koşullarda...” İyi ki oyuncu olmuş, iyi ki yeteneği, mesleki aşkı ve tutkusuyla sahnelerde var olmaya devam ediyor. Onu sahnede alkışlarken bana hak vereceksiniz. Ezgi Çelik’se, alkış kısmında hep “Pardon şu an dünyanın en mutlusu benim, kusura bakmayın”, hissiyle, oyun anında da “Havalı, mutlu, stresli, şaşkın, öfkeli, tutkulu, sabırsız, keyiften ölmeli, çoğu zaman oyuna kaptırıp gitmeli” duygularıyla sizleri kendine hayran bırakacak.İri gözlerinin daha da anlamlı kıldığı güçlü ifadesiyle başlıyor anlatmaya...


     Ezgi Çelik

                                          

GÜÇLÜ KADINLARI OYNUYOR


Türkiye’de şiddet gören kadınlardan birini, Hoşdeng’i canlandırıyor Ezgi Çelik, Toy İstanbul’da aynı adla sahnelenen oyunda: “Hoşdeng şiddete karşı kendince bir yöntem buluyor. ‘Kendimi, oğlumu kurtaramadım, ardımda kalan kadınları kurtarmalıyım’ diyor. Oyunun söylemek istediği bu aslında. Bir de tabii, kendimizi de çocuğumuzu da toplumdan ne kadar koruyabiliriz? En önemlisi de oyun bunu dramatik bir halde anlatmıyor. Şiddet eğitimsizlikten, cehaletten kaynaklanıyor ama kadına da bakmak lazım; Türkiye’de kadının şiddetle ilişkisine. Bunu çok önemsiyorum. Erkek şiddetinin yanında kadının bakışını da tartışmak lazım.”
Hoşdeng’de tek başına sahnede Çelik, tüm şiddet gören kadınlar gibi yalnız mücadele ediyor: “Prova sürecinde arkama bakmadan kaçmak istedim. Her sahneye çıkmadan önce kuliste ‘Nereden bulaştım ben buna’ diyorum. Şu aralar en sevdiğim şeylerden biri Hoşdeng oynamak. Tek başınalığın bana verdiği his tam bu karmaşa.” Oyunu izleyin, böylece bir öğrencinin okumasına destek olacak ve Hoşdeng bursuna katkıda bulunacaksınız.
Safiye Ayla’nın vefatının 20. yılına özel hazırlanan belgeselde ses sanatçısının kimliğine bürünüyor Ezgi Çelik. Bence aralarında şaşırtıcı bir benzerlik var. Çelik, yüz yapısıyla kesinlikle Ayla’yı hatırlatıyor. Bakın ne diyor konuyla ilgili: “Fiziksel olarak gençliğine benzetenler de oldu, nasıl olacak bu iş seninle diyenler de. Ama bence dış görünüşünü içinden alan bir kadın Safiye. Benzer yön mü bilemem ama tutkusu ve mücadeleci tavrı üstüme yapışmıştır inşallah. Safiye Ayla muhteşem bir kadın. Onunla bu kadar içli dışlı olduğum için çok mutluyum. Türkan Derya sayesinde dahil oldum projeye. Safiye Ayla’yı tanımak, musiki dersi almak, kaşlarımı ona benzetmek… Her türden farklı, karşılaşması zor ve gurur verici bir iş oldu.” ADL markasının sanatçının orijinal kıyafetlerine sadık kalarak mini bir koleksiyon hazırladığını da buradan hatırlatalım.

“EY YAZARLAR BENİ DUYUN”

Ezgi Çelik dur durak demeden projeden projeye koşuyor. Tiyatro oyunu, belgesel ve en son da Okan Bayülgen’in yönetip sunduğu, interaktif tiyatro deneyimi Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda sahne alıyor: “Oyun bir ‘murder mystery’ aslında. Geliyorsunuz, hem dört perdeden oluşan oyunları izliyor hem içkinizi içiyor hem de katili bulmaya çalışıyorsunuz. Dada Kabarett Salon’da haftanın üç günü Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nı oynuyoruz.”
Başarının sırrını, “Pes etmemek, etrafından çok kendinle, gerçekten kendinle uğraşmak” şeklinde tanımlayan Ezgi Çelik’in büyük hayali Türkiye’de daha çok kadın karakterlerin yazılması: “Rica ediyorum ve bekliyorum. Vazgeçtim, talep ediyorum. Yazarlar bizi duyar mı?

GÖKÇER KORKMAZ, Aktivist

Hayvan hakları aktivisti Gökçer Korkmaz, Bütün hayatını bu evrende bir değişiklik yaratmaya adamış biri.Dört yıldır Babaeski çöplüğünde köpeklere bakıyor. Verdiği hem fiziksel hem mental mücadelenin sonucunda birçok yardıma muhtaç canı o çöplükten çıkartıyor. “Tek bir hayatın bile kıymetli olduğu bu yaşamda, elimden geldiğince yaşama yaşam olmaya çalıştım. Ama hâlâ pek çok ihtiyacımız var, hem de çok. Mama ihtiyacından, yapısal materyallere tutun daha pek çok şeyi temin etmeye çabalıyoruz.” Son yıllarda tanıştığım en tuhaf insanlardan biri Gökçer Korkmaz. Kötü manada değil. Farklı bir akıl düzeyinde konuşuyor. Bilimsel ya da anlamadığımız kavramlarla havalı cümleler kurmuyor. Aksine içe dönmekten, var oluştan, hayattaki her oluşuma olan sevgisinden bahsediyor. Bunu kelimelerle değil, gözleriyle yapıyor. Bu konuyu fotoğraflayan Mustafa’yla aynı fikirdeyiz. Gökçer’in inanılmaz derin bakan ve bir şeyler anlatan gözleri var. “Sık sık içsel bir yolculuğa çıkıp gündelik hayat koşuşturmacası arasında bile o yolculuğumuzu olabildiğince sürdürmemiz önemli. Daha çok sevgiye, mutluluğa, yaşam sevincine ve var olan her şeyle kendimizi bir bütün olarak hissedebilmeye ihtiyacımız var. Sanırım benim hayatla derdim de böyle bir şey...” Böyle yakışıklı bir adamın, bu kadar içsel meselelere kafayı takmış olması pek de alışık olduğumuz bir durum değil. Merak ediyorum, bu farkındalık ne zaman oluştu? Meğer dünyayı algılamaya başladığı ilk çocukluk zamanlarına dayanıyormuş. Sevmeyi çok sevdiğini fark etmiş bir gün. Çocuklar, hayvanlar, insanlar ya da doğaya ait her şey. “Sevmek, sevmektir. Hayatla ilgili ilk fark ettiğim şey buydu. İnsanlara, hayvanlara, çocuklara, doğaya yani bütünsel olarak evrene karşı farkındalığım sanırım böyle başladı.”

Gökçer’in hayatına dokunan, onun algılarını açan bir adam var aslında perdenin arkasında; dedesi Mehmet bey ve köpeği Sedi. “Onun sevdikleri, ailesi için emek sarf eden, usanmadan yorgunluklar içinde kürek tutan, toprağı bilen, toprak gibi anaç ellerinde gördüm var oluşumuzu. Aynı ellerin çiçeklere dokunuşunu gördüm, o ellerin sokaktan kimsesiz halde bulup kalbini, hayatını, yuvasını açtığı Sedi isimli köpeğin her gün başını sevişini gördüm. İnsanlara karşı kibar, duyarlı, paylaşımcı, dertten anlayan, nasıl vefalı iyi bir dost, iyi bir arkadaş, eş, baba oluşunu dilinden dökülen her cümlede gördüm. Mutluluktan parlasa da hüzünlü bakıp dolu dolu olsa da gözlerinde hep o aynı özden gelen sevgiyi gördüm. O ‘insanca’ ışığı...” İyi bir insan olmanın formülü bu Gökçer için. Bir canı olan hiçbir varlığa kendi canına ve ruhuna yapılmasını istemediğin bir şeyi yapma. Bu kadar basit. “Bu hayatta bir kere bile olsa ağlamışsındır, mutsuz olmuşsundur, haksızlığa ve zalimliğe uğramışsındır. O halde bunları hiçbir varlığa yapma, hissettirme. Mutlu bir şekilde gülümsemişsindir, huzurlu hissetmişsindir. O halde mutlu et. Bununla sen de mutlu ol.”


              Gökçer Korkmaz

EVRENİN SIRRI ONDA SAKLI

Böylesine içsel bir adam Gökçer ve bence bu bencil dünyada işi zor. Nasıl olacak bu işler, nasıl değişecek her şey diyorum. Sonuçta kendisini bu düzeni değiştirmeye adamış bir ruh. “İlk olarak kendimizi değiştirmekle başlamalıyız” diyor. İnsanoğlunun kendini aşması gerektiğini söylüyor. “Nesilden nesile gidilecek bir yol bu. Öfke, nefret, kin, intikam hislerinden, yapıcı değil yıkıcı olan davranışlardan, kutuplaşma eğilimi, kıskançlık, ben merkezci bencil duygulardan, kemikleşmiş negatif düşünüş biçimlerinden, geçmişte takılı kalıp anı yaşamanızı engelleyen ya da daha var olmamış bir gelecek için haddinden fazla kaygı hissedip, tam da şu anı yaşayamamamıza neden olacak düşüncelerimizden olabildiğince uzaklaşıp özgürleşmek gerekiyor.”
Karşımda Budha’nın reenkarne olmuş hali var diye düşünüyorum. Böyle derin düşünen, kendisiyle olan dertlerini aşıp, gerçek manada dünyanın iyiliği için kafa yoran kaç kişi tanıdınız hayatınızda? Gökçer onlardan biri. Bütün hayatını hayvanlara, çocuklara, doğaya adamış bir adam. “Dünyayı sevgiye dönüştürmek, onu değiştirmek her insanın ortak evrensel sorumluluğudur” diyor giderken. Sonra Mustafa’yla birbirimize bakıyoruz. Gökçer’in gözlerinde sanki evrende olması gereken her şeyin sırrı yatıyor.

DİCLE DOĞAN, Performans Sanatçısı ve Koreograf

Dicle Doğan, geçtiğimiz 3 yılda tam 2200 kilometre yürüdü.Nisan'da Japonya'nın Shikoku Adası'nda 1200 kilometrelik bir mesafeye meydan okumaya hazırlanıyor.Hayatı sorgulamak, özgürleşmek, düşünmek, köksüzleşmek ama aynı zamanda ait olmak, hareket etmek, beden ve tabiatla yalnız kalmak, korkmak ve o korkuyu sevmek, risk almak ve her seferinde sınırları zorlamak. Hepsi de Dicle Doğan’ın yürüme macerası boyunca yaşadığı yoğun duygulara gönderme yapıyor. Hepsi de çok basit gibi görünen ama kilometrelere meydan okuyan yürüme eyleminin yaşattığı zengin sorgulamaları ortaya koyuyor.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Devlet Konservatuarı, Çağdaş Dans Ana Sanat Dalı mezunu performans sanatçısı ve koreograf Dicle Doğan yıllardır yürüyor, hayatı böyle anlamaya çalışıyor. Dans etmek gibi yürürken de bedenini kullanarak kendini keşfediyor, sınırlardan özgürleşiyor...
“Bir sabah uyanıp, ben yürüyeceğim mi dediniz?” diye başlıyorum sormaya: “2015 yılıydı. Herkes gibi hayata dair sorularım ve arayışlarım vardı. Öğretilmiş bir hayat yaşamak istemediğimden emindim. Hareket ve farkındalık hocam bir gün ‘Gitmenin ve kalmanın kararını kim veriyor?’ diye bir soru sordu. O an her şeyin kararını benim verdiğimi anladım. Ve yürüyerek seyahat etmeye başladım. ”

Doğan’ın da altını çizdiği gibi kararlarımızı kendimiz veriyor ama çoğu zaman cesur davranmıyor, alışkanlıklarımızın dışına çıkamıyoruz. Dicle Doğan bunu başarmış ve büyük mesafeleri beden gücüyle aşmış: “Her seferinde ‘Neden yürüyorsun Dicle?’ diye kendime çok soruyorum. Bulmak istediğim bir cevap yok. Cevap her adımımda değişiyor. Ben yolun mucizesine inanıyorum.”

              Dicle Doğan

İTALYA’YI BOYDAN BOYA YÜRÜYEN İLK TÜRK

Bakın nereleri yürümüş Dicle Doğan: “İtalya’dan Fransa’ya, 650 kilometre yürüdüm. 45 günümü aldı. İlk deneyimimdi, yüküm çok ağırdı ve ayaklarım parçalanmıştı. Şimdiki tecrübemle 650 km’yi maksimum 20 günde yürürüm. Daha sonra İspanya’dan Portekiz’e, 850 kilometre yürüdüm. 30 gün sürdü. Güney İtalya’da Napoli’den Bari’ye 330 kilometre yürüdüm. 17 gün sürdü. Böylelikle İtalya’yı boydan boya yürüyen ilk Türk vatandaşı oldum. Enteresan bir tecrübeydi. Yürüyüşümün ikinci günü sel oldu. Eşyalarım zarar gördü, telefonum bozuldu... En son Avusturya Alpleri’nde 110 kilometrelik bir kış yürüyüşü gerçekleştirdim. Beş gün sürdü ama en zor yolculuğumdu sanırım. Hava eksi yedi dereceydi, etrafta kimse yoktu ve her yer kardı. Durduğum an üşümeye başladığım için mola veremiyordum. İkinci gün soğuktan hipotermiye girmiştim.”
İnsan yollarda yalnız olmaktan, ölmekten korkmaz mı peki? Korkuyor ama her seferinde de yeniden başlıyor. Zevk, haz ve korkuyu aynı anda yaşıyor. “Dürüst olmam gerekirse yürüyüşüme son bir hafta kala her şeyle vedalaşıyorum. Mesela Güney İtalya’da sel olduğu gün çok korkmuştum. Dağda yürürken sis çökmüştü. Araba geliyor mu gelmiyor mu, etrafta ne var ne yok hiçbir şey görmüyordum. Hayatımın en güzel tecrübesiydi ama çok tehlikeliydi...”

“HIRSLARIM YOK, HAYALLERİM VAR”

Sayısız yürüyüşlerinden neler öğrendiğini merak ediyorum: “Yürümek; bencil ama duyarlı, kendini seven ama kendini sevdiği için empatiyi öğrenen bir Dicle yarattı. Varacağım yolu kısaltmak için çabalamayıp sabretmeyi öğrendim. Anın tadını çıkartmaya başladığımda yavaşlamayı öğrendim. Sürecin değerini keşfettim. Arkama dönüp manzaraya baktığımda geçmişimin önemli bir rehber olduğunu öğrendim. En yorgun anımda karşıma çıkan suya iyi ki varsın dediğimde karşılıksız sevgiyi öğrendim. Hırslarım yok, hayallerim var. Hayatın basitken ne kadar güzel olduğunu öğrendim. İnsanın kendi potansiyelini keşfedebilmesi için daha fazla kendine maruz kalması gerektiğini öğrendim.”
Ne garip, kilometrelerce yürümek, dünyanın yollarına, mesafelerine meydan okuyacak gücü kendinde bulmak, Doğan’ın deyimiyle “Dünyanın yürünecek kadar küçük olduğuna inanmak”, yürürken hayatla ilgili birçok sorgulamaya girmek, karmaşık meselelere çözüm aramak ama en sonunda nerede uyuyacağınız ve ne yiyeceğinizle ilgili en basit şeylere odaklanmak. “O an hayatın ne kadar basit olduğu gerçeği ile yüzleşiyorum” diyor Dicle Doğan.
Nisan’da Japonya’nın Shikoku Adası’nda 1200 kilometre yürümeyi planlayan Doğan’ın en büyük hayali, ömrünün sonuna kadar yürüyebilmek. Hayallerini gerçekleştirebilmen dileğiyle...

AYŞE BEGÜM ONBAŞI, Jimnastikçi

Genç yaşında sayısız uluslararası başarıya imza atan Ayşe Begüm Onbaşı, gelecekle ilgili umutla dolmamızı sağlıyor.Pırıl pırıl. Onu kelimelere sığdırmak gerekse kullanacağım sıfat bu olurdu. O kadar güzel ki insana umut veriyor. Ayşe Begüm Onbaşı henüz 18 yaşında, ama elinde birçok uluslararası birincilik madalyası var. Baleyle başlayan kariyeri antrenörünün yurtdışına gitmesiyle sona eriyor, böylece jimnastiğe yöneliyor. “Aslında ilk başlarda dünya çapında tanınacak bir sporcu olacağımı düşünmüyordum. Zamanla küçük küçük başarılara ulaşınca kendime olan güvenim arttı ve daha istekli çalışmaya başladım. Şimdi daha parlak bir gelecek hayal edebiliyorum” diyor. Elde ettikleri çok çalışmasının karşılığı. Birçoğumuz haftanın üç günü spora bile gitmemek için bahaneler üretirken, o kendisini bildiğinden beri haftanın her günü antrenmanlarda. “Tek başına sadece ‘gitmek’ bir şey ifade etmiyor tabii ki.



      Ayşe Begüm Onbaşı


HIRS VE MERHAMET


“Önemli olan antrenmana gidip verimli çalışmak. Küçük yaşlardan gelen tempoya azim ve hırsla ayak uydurmanın önemli olduğunu düşünüyorum.” Aksi zaten düşünülemezdi. Ayşe Begüm hızlı ve istediğine ulaşmadan ipin ucunu bırakmayacak kadar hırslı bir insan. Bir hareketi çıkarmak için çok fazla çalışıyor, hemen sonra bir yenisine geçmek yerine defalarca tekrarlayıp başka harekete öyle geçiyor. Kariyeri konusunda hırslı fakat hayatında merhametli ve temiz kalpli bir insan olduğundan bahsediyor. “İnsanlara yardım etmeyi, yardımlaşmayı seviyorum. Neşeli birisiyim. Çok gülüp çok eğlenenlerdenim.” Bu kadar genç yaşta böylesine büyük başarılarla başa çıkmak daha kolay olabilir, peki ama bu mesleğin zor yanları ne ve motivasyonunu ne sağlıyor? Bence jimnastiğin en zor tarafı, hep bir sürecin yaşanıyor olması. “Jimnastik bir süreç. Bedeninizi, ruhunuzu, hareketlerinizi değiştirdiğiniz ve öğrendiğiniz bir süreç. En başından itibaren  çok emek ve zaman istiyor. Her şeye rağmen çok seviyorum, bu spora aşığım. Çalışırken stresli oluyorum, ‘acaba yapacak mıyım?’ endişesi taşıyorum ama hareketi herhangi bir yarışmada başarıyla sergilediğimde uçacak gibi oluyorum. Her şey duruyor ve ben hareketlerimi yapıyormuşum gibi hissediyorum. O an, bence beni bu spora bağlıyor.” Jimnastiğin doğasında kendini eleştirmek var. Bireysel bir spor olduğu için, yaptıklarınız ve yapamadıklarınızla değerlendiriliyorsunuz. “Kendimi eleştiriyor muyum? Cevabım evet. Arkadaşlarıma, aileme göre fazla eleştiriyormuşum. Fiziksel zorlukları beni çevreleyen sevgi sayesinde aşıyorum.” Onun elinden tutanlardan biri de Red Bull ve ekibi. Red Bull sporcu sistemine dahil olmasından kaynaklanan destekle sadece jimnastiğe odaklanabiliyor.

 O dünyadaki diğer sporcularla sürekli iletişimde, mesela bir break dansçı ile dans ederek koreografi öğreniyor. “Topkapı Sarayı’nda gerçekleşen proje gibi farklı işlerde başka deneyimler kazanıyorum.” Çekilen videoda Ayşe Begüm Topkapı Sarayı’nı gezerken birden sarayın tüm kapıları kapanır ve içeride kalır. Lazer ışıklarına yakalanmadan çıkabilmek için o artistik hareketlerini yapar. “Topkapı Sarayı projesi benim için inanılmaz bir deneyimdi. Tarihi bir alanda daha önce yapılmamış bir şeyi gerçekleştirdik. Bu projenin bir parçası olmak beni çok mutlu etti. Çok zorlandığımızı söyleyebilirim. Çekimler iki gün, sabaha kadar sürdü. Herkesin ‘zorlanacaksın’ dediği lazerle geçişlerde hiç zorlanmadım. Çünkü işimi yapıyordum. Ama diğer çekimler benim için kolay olmadı.” Bu esnada kendisi çıtayı yükselterek senior kategorisine geçti. “Bu sene tek ve çiftlerde yarışıyorum. Milli takım düzeyine göre grup ve trio olarak yarışma şansım da var. Amacım, her zaman olduğu gibi, elimden gelenin en iyisini yapmak. Bu sene Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası, Türkiye Şampiyonası, Milli Takım seçme yarışmaları var. Bunların çoğuna katılmayı hedefliyorum. Bu büyük turnuvalardan başarıyla çıkmak istiyorum. Farklı bir kategoride yarışacağım. Hiçbir şey imkansız değil. Elimden gelenin en iyisini yaparsam buradan da madalyalarla ayrılacağıma eminim.” Çekim kareleri ortaya çıkarken gözümüzün önüne eski Celine kampanyaları geldi. Naif, çalışkan ve pozitif yapısıyla Ayşe Begüm hepimizi kendisine bir kez daha hayran bıraktı. S.G.

ERHAN GÜZEL, Bale Sanatçısı

Mesleğimin en güzel yanlarından biri de, her ay birbirinden harika işler yapan insanlarla bir araya gelmek... Şubat sayısı için, Devlet Opera ve Balesi baş baleti, mesleğinin doruğundaki Erhan Güzel’le buluşmak, dört yaşımdan beri bale dersleri alan benim için çok özel ve güzeldi.
28 Mart’ta Zorlu PSM’de sahnelenecek olan Üç Silahşor balesinde D’Artagnan rolünde izleyebileceğiniz Erhan Güzel, yıllar süren disiplinli ve özverili bir çalışmanın sonucu kazandığı mükemmel tekniğiyle sahnede adeta uçuyor, bedeninin sınırlarını zorlarken dünyanın en mutlu insanına dönüşüyor. Mutluluk ve hazzın acıyla, zorlu bir fiziksel çalışmayla, büyük bir emekle buluşması bale. Duyguların bedensel mükemmellikte en iyi vücut bulmuş hali. Bu buluşmanın, son zamanlarda gördüğüm en başarılı yorumcusu Erhan Güzel: “İnsanoğlu, dünyaya gelirken vücut duruşu ‘içe kapalı’ olarak doğar. Bizler ise, küçük yaşlardan itibaren ‘dışa açık’ olarak adlandırabileceğimiz bir eğitim görmeye başlıyor, böylece balenin müfredatında var olup yapılması çok zor olan hareketleri yapabilir hale geliyoruz. Bu değişik anatomi yapısını vücuda geçirebilmek uzun çabalar sonucu gerçekleşiyor. Disiplin içinde, istikrarlı bir şekilde her gün çalışmak çok stresli ve zorlu bir yol. Sonu sanatın doruk noktasına çıktığı için benim yürüdüğüm dünyadaki en harika yoldu. Günde altı-sekiz saat arası değişen bir çalışma programım var. Mükemmel ve kusursuz görünmek için sarf edilen çaba o denli meşakkatli ki, dünyada madencilikten sonraki en zor ikinci meslek olarak adlandırılır.”


          Erhan Güzel

Ne güzel kelimelere dökmüş Erhan Güzel baleyi... Zıtlıkların buluşması bu... Bale sanatçıları dünyanın en zor hareketlerini çok kolaymış izlenimi vererek rahatça ve zorlanmadan bir kuş hafifliğinde müziğin ahengiyle yerine getirirler. Sihir burada zaten... Bu görsel şölenin arka planındaki yıllara dağılan emeği, tek bir duruşun ardındaki ağır çalışmayı tahmin etmek mümkün değil.
Erhan anlatmaya devam ediyor: “Balede kolay olan hareket yok. Ama bilmeyenler için şunu diyebilirim ki o sizlerinsizlerin gördüğü dönüş veya zıplama hareketlerinden çok daha zorları var, bunları anlatmam imkansız.” Bir fikriniz olması için, sizleri bale gösterilerini izlemeye davet ediyoruz.
Türkiye’de baleyle ilgili “Bale ne işe yarar”, “Kadın işi” ya da “Erkek dansçılar gay olur” gibi önyargılar var. Erhan Güzel üstün başarıları, sahnedeki müthiş performansı ve yaptığı röportajlarla da baleyi bilmeyenlere en doğru şekilde anlatmayı misyon edinmiş: “Kadın işi kelimesi kesinlikle çağ dışı bir söylem ve kıskançlığın dışavurumu. Hem kadınlar hakkında söylenmiş hatalı bir kelime hem de dünyanın en zor işlerinden birini hafife alarak itibarsızlaştırma çabası var. Sanatla büyüyen toplumların ülkelerini ileri seviyeye taşıdıkları gerçeğini unutmayalım.”

“BENİM İÇİN EN BÜYÜK ENGEL KENDİMİM”


Bale sanatı disiplin ve özgüven aşılar, mükemmeliyetçilik kazandırır, kişinin karakterini güçlendirirken zorlukları aşma gücü verir ve tüm hayatınızı derinden etkiler. İster profesyonel bir bale sanatçısı olun, ister bu sanatın kıyısından köşesinden geçip bambaşka bir meslek yapın, hayalleriniz her daim engin, sınırlarınızsa uçsuz bucaksız olacaktır. “Benim için en büyük engel kendimim, bu yüzden her gün kendimi aşmaya çalışıyorum” diye anlatıyor Güzel. Güçle ilişkisini soruyorum: “Son üç yıldır formda olduğumu söyleyebilirim. Çok iyi bir diyet ve çalışma programım var, haliyle güçlü hissetmek ve olmak kaçınılmaz. Yüksek tempolu hayatıma ve zorlu çalışma saatlerine uygun şekilde besleniyorum. Sabah 100 gram bal ve biraz lor peyniri yerim. Saat 16.00 sularındaki akşam yemeğindeyse (son öğün) bir kiloya yakın et, tavuk ya da balık tüketirim.”
Şu sıralar, Uğur Seyrek’in koreografisini yaptığı, opera ve balenin buluşması olan Yunus Emre eseri için çalışıyor. Prömiyeri 23 Şubat’ta Süreyya Operası’nda gerçekleşecek. En büyük hayaliyse, “Tüm ülkemin izleyebileceği bir platformda, (TV’lerin canlı yayınları da dahil), kocaman ve şaşaalı bir sahnede Kuğu Gölü balesini oynamak. Bu yöne doğru ilerliyorum... Neden olmasın?”
Evet, neden olmasın, büyük hayaller zorlu, disiplinli ve uzun yollardan geçmeyi gerektirir; hangi mesleği yaparsanız yapın.

AHU ÖZYURT, Woman Tv Genel Yayın Yönetmeni

Türkiye'nin ilk kadın kanalı Woman Tv'nin genel yayın yönetmenliğine getirilen Ahu Özyurt, kanalda da ilklere imza atmaya hazır.Ahu Özyurt’u CNN Türk’te Gece Görüşü programını sunduğu yıllardan hatırlıyorum. Bilgisi, konuya hâkimiyeti, haberlere yaptığı özgün yorumu, güçlü ve etkili ses tonuyla... Aynı kanalda 10’dan Sonrası, Türkiye’nin Gündemi kuşaklarını da sunan, Milliyet’in Washington temsilciliğini de yürüten başarılı gazeteci Özyurt, kanalda yaşanan ayrılık rüzgarlarıyla yepyeni sedalara uçmaya hazırlanırken, mesleği bırakıp akademisyen olmaya karar verdiği günlerde, kendi deyimiyle çok güzel bir tesadüfle karşılaşır: “Bir süredir tamamen kadınlara hitap eden bir tematik kadın kanalı hazırlığı vardı. Ama girişimci ve kurucumuzun asıl niyeti haber kanalı kurmaktı. RTÜK izinleri, lisanslar derken hızlıca bir kadın kanalı kurma kararı alındı. CNN Turk ve NTV’den yıllarca beraber çalıştığım Genel Müdürümüz Ali Güven’in çağrısı ile ben de ekibe bir anda katıldım. Çok keyifli çalışıyoruz. Yoksa medyaya kolay kolay dönmeye niyetim yoktu.”


Geçtiğimiz 24 Aralık’ta, Türkiye’nin ilk kadın kanalı sıfatıyla yayına başlayan Woman TV’nin genel yayın yönetmenliğine getirilen Ahu Özyurt’la, bu kanalın farkını, getirdiği yenilikleri, kadının nasıl ele alındığını konuşmak üzere birlikteyiz.
Kadın kanalı deyince aklınıza ne geliyor? Ezilen ve şiddet gören kadınlar ya da kaçırılan kız çocukları, genç yaşta evlendirilen küçük gelinler mi? Yemek programları veya sadece estetik ve güzellik üzerine yoğunlaşan sağlık haberleri mi? Türkiye’de kadın programlarının çoğunun toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körüklemeye yönelik olduğunu hatırlatırken Woman TV’nin farkına, nasıl bir mesajla yola çıktığına bakalım. Söz Ahu Özyurt’ta: “Kadın meselesinin ‘şiddet gören zavallı kadınlar’ kutusundan çıkarılması gerektiğine inanıyoruz. Farkımız burada. Burası güçlendirecek ve cesaret verecek, başarılı kadınları hayatın parçası yapacak bir mercii. Televizyonlarda kadınlara biçilen bazı roller ve kuşaklar var. Yemek yapsın, dedikodu yapsın, magazin konuşsun yoga yapsın, pilates yapsın... Tamam bunları yapsın da, boşanma anında nafaka meselesini de öğrensin, çocuğunu internetteki zararlı yayınlardan korumayı da. Tacize karşı ne yapabileceğini de bilsin. Biz bu konulara dakika değil saatler ayırıyoruz. Asli hedefimiz, kadınları yavaş yavaş silindiği ya da belli klişelere hapsedildiği televizyonun sahibi yapmak. Kadınları şiddet ve cinayet konularına hapsedemezsiniz. Tartışma programlarından sildiğiniz kadınlar evlerinden çok büyük bir güç olarak geri geliyorlar. Kendi ayakları üzerinde duran, güçlenen, iyi işler yapan kadınlar bilsinler ki yalnız değiller, yaptıkları her şeyi bizde gösterebilirler. Yardım etmek, omuz vermek, cesaretlendirmek, ‘Sen daha da iyisini yaparsın’ demek bizim işimiz.”

                 Ahu Özyurt


WOMAN TV’DE NELER SEYREDECEKSİNİZ?

Peki Woman TV karşımıza nasıl bir içerikle çıkıyor: “Sabah saatlerinde Duygu Özel Tapan’ın sunduğu sağlık kuşaklarımız var. Her alanda tıp dünyasının parlayan isimlerini konuk ediyoruz. Başarılı şirket yöneticisi kadınlar hikâyelerini anlatıyor. Avukatımız Emel Özer tüketici hukuku, internette alışveriş gibi konuları işliyor. Sevgili Okan Bayülgen konuğumuz oldu ve bize büyük moral verdi. Ebru Güngör, kadın hakları, tacizle mücadele, dizilerde kadın rolleri, velayet, nafaka konularını tartışıyor. Aslı Öymen kültür sanat gündemini ekrana taşıyor.”
Ahu Özyurt, kendi deyimiyle “Kadın konularının öncelik kazandığı, kadınları güçlendiren, onların başarı hikâyelerini ekrana taşıyan, onlara özel sorunları uzun uzun tartışan bir kanal” yaratırken genç gazeteciler üzerindeki “Medya bitti, mahvolduk, işsiz kaldık” havasını da dağıtmak istediğini anlatıyor. “Her zaman yapacak ve üretecek bir mecra yaratabiliriz. Bu topraklarda hikâye anlatma geleneği de, yaratma geleneği de bitmez” diyor.
Ahu Özyurt’un tükenmez enerjisi, meslek aşkı, engin bilgisi ve tecrübesiyle Türkiye’nin ilk kadın kanalı Woman TV’de ilkleri başaracağından eminim. Yolun açık olsun Ahu!

CEYL'AN ERTEM,  Müzisyen

Şarkılarında toplumsal meselelere asla duyarsız kalmayan Ceyl'an Ertem Aralık'ta piyasaya çıkan yeni albümü ilke güçlü ve protest duruşunu bir kez daha vurguluyor.Ceylan değil, Ceyl’an. Kendi deyişiyle, “Anı vurgulamak için. Şimdiyi. Çok hastalıklar yaşadım ve insan yarın yokmuş gibi yaşadığında başka kararlar alıyor, bambaşka, daha korkusuz ve özgün adımlar. Adımdaki ‘an’ hecesi benim için çok önemli.”
Ceyl’an Ertem’le ilk karşılaşmam bu... Sözünü sakınmayan, kimseden çekinmeyen, korkusuz, toplumsal olaylara duyarlı, cesur bir kadın. Bunu albümlerinden, imza attığı bestelerden ve yazdığı şarkı sözlerinden de anlayabilirsiniz. Geçtiğimiz Aralık’ta piyasaya çıkan albümü “Seni Senin Gibiler Sevsin”, tıpkı eskiler gibi Ceyl’an kimliğinden, güçlü duruşundan, dobralığından izler taşıyor.: “Albümün adı, Özen Yula’nın dediği gibi ‘Bir dua yahut beddua gibi’. Nasıl bir insansan öyle şeyler gelsin başına. Herkese kucak açmıyorum ne yazık ki artık. Hangi dil, ırk, inanç veya politik görüşten olduğun önemli değil, iyi bir insansan yanındayım, öbür türlü de tam karşında. Ve evet, her türlü insana söylenecek bir laf, iç rahatlığıyla; Seni Senin Gibiler Sevsin.
Albümde harika dostluklar var. Sezen Aksu, Mehmet Güreli, Sıla, Mabel, Cihan Mürtezaoğlu, Cenk Erdoğan, Kenan Doğulu’nun hediye ettiği şarkılar dışında harika şarkı sözü yazarları da var. Benim sadece bir bestem ve birkaç şarkı sözüm olabildi bunca hediye arasında. Benim hiçbir albümümde tek bir türde şarkı dinlemiş olamazsınız, bu albüm de öyle. Ama illa bir kategoriye sokacaksak, alternatif pop diyebiliriz. Melodiden yoksun, içi boş ‘şarkımsılara’ alternatif eserler vermeye çalışıyoruz ben ve birçok arkadaşım. Umarım bu ağaç gittikçe büyür ve çer çöpten beraberce uzaklaşıp Türkçe pop müziğini aydınlığa çıkartırız.”


        Ceyl'an Ertem

TOPLUMSAL MESELELERİN MUHALİF SESİ


Oldukça isyankâr bir ruha sahip, kendi müzik yolunda yürürken başarısız bulduklarını açığa çıkarmaktan çekinmiyor. Toplumsal mesajlar vermek, farkındalık yaratmak dışında Türk pop müziğini geliştirme misyonu da edinmiş kendine. Kadın olmak, şiddet ve ayrımcılık temalarına duyarsız kalmayan, kesinlikle protest bir şarkıcı. Onu Yıldız Tilbe, Sezen Aksu ve Frida Kahlo’ya benzetenler çok. Asi ruhunda hepsinden izler var belki ama kendisiyle tanıştığımda gözlemlediğim sessizliğin, sakinliğin ve durağanlığın içinden doğan büyük sözler, güçlü mesajlar ve sert tavır Ceyl’an’ı Ceyl’an yapan özelliklerden. Küçük bedeninden büyük şeyler doğuruyor. Kendisini şöyle tanımlıyor: “Doğa sever, hayvan sever, hayat sever, dost sever, düşman savar, yalan savar, hoşgörü, barış ve kardeşlik savunan, büyük sabırsız, büyük çalışkan, büyük mücadeleci.” Kötülüklerin ve şiddetin yok sayılmaması için müziğiyle mücadele eden bir savaşçı o: “Memleketin en tanınmış arabesk şarkıcılarından Bergen’i örnek verebilirim mesela. Asit atılmış yüzü ile sahnede şarkılar söylemesinin çocukluğumuzda yarattığı travma için bile saatlerce konuşulabilir. Çok sevdiğimiz kadın müzisyen arkadaşımız Değer Deniz, evinde tecavüze ve cinayete kurban gitti birkaç yıl önce. Onlara yardım eden kimse olmadığı gibi, ‘Evinde yalnız yaşayan kadın şarkıcı ölü bulundu’ diye haberler yapıldı. Bunları biliyorken sessiz kalabilmek mümkün mü? Çocuk gelinler, çocuk tacizleri… Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bir yerlerde, bir şarkının içinde, bir fotoğrafta, bir videoda ‘Bu böyle olmasın, yeter artık!’ diye işaret etmek, isyan etmek istiyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na desteklerimiz çok önemli. Ve elbette LGBT bireyleri ve onların gördükleri şiddeti de unutmayalım.”

“MÜZİKSİZ HAYAT MAĞARAYA BENZER”


Müzik bir aşk onun için... “Şifam, kendimi ve hayatı anlamama yardımcı olan büyülü bir aracı. Müziksiz bir hayat karanlık bir mağaraya benzer sanki” sözleriyle dile getiriyor aşkını. Sahnede olmayı, “Sevdiğim dostlarımla beraber müzik icra etmek, hikâyelerimi paylaşmak ve yıllarca süren bir emekle küçük bir ordu haline gelen harika dinleyici kitlemle buluşmak, dertleşmek, eğlenmek” şeklinde anlatıyor. Sesi yükselsin ve çınlasın tüm Türkiye’de. Verdiği mesajlarla geniş kitleleri uyandırsın...

YAZI: SERLİ GAZER BOYACI ,SELİN MİLOŞYAN  FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA NURDOĞDU  MODA EDİTÖRÜ: HAFİZE ÇELİKTÜRK

ELLE, 2019 Şubat sayısından alınmıştır.



SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.