İYİ YAŞAM, ADALET VE DEĞİŞİM ÜZERİNE: MERT FIRAT

Değişime inanıyor ve herkesin birlikte, yan yana, tüm renkleriyle ama aynılaşmadan yaşayabileceği günlerin hayalini kuruyor.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 23 Ağustos 2023

Kurucularından olduğu DasDas’tan İhtiyaç Haritası’na, çalıştığı tüm kurumlarda ve imza attığı işlerde kolektif başarıya ve birlikteliğe inanan Mert Fırat, oyunculuğunu da bireysel bir başarıdan, ün ve şöhretten öte tiyatronun sağlaması gerektiğini düşündüğü toplumsal faydaya katkısıyla değerlendiriyor. Deprem bölgesinde yürüttüğü aktif yardım faaliyetlerinden mesleğine, aile hayatından hobilerine uzanan gündeminde hep daha çok çalışmak var; kendi için değil, gelecek nesiller, yarınlar ve daha güzel bir gelecek için. Bitmeyen enerjisini ise merakına, heyecanına ve öğrenme aşkına borçlu. Değişime inanıyor ve herkesin birlikte, yan yana, tüm renkleriyle ama aynılaşmadan yaşayabileceği günlerin hayalini kuruyor.

Ülke gündemini düşünürsek şu sıralar yoğun, karmaşık ve bir o kadar da umut dolu günlerden geçiyoruz. Senin gündeminde neler var? Duyguların nasıl? 

Döngüsel bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Tıpkı insan hayatı gibi doğadaki her şey bir süreye tabi. Dolayısıyla değişimi kutsayarak ve her anın biricikliğinin farkında olarak yaşamak en güzeli. Böyle bakıyorum hayata. 

Maalesef depremle büyük bir değişim yaşadık. Neredeyse binlerce insan hayatımızdan ayrıldı. Şehirler, hatıralar ve çocukluğumuz elimizden kaydı gitti. 10 milyon insanı etkileyen, üç-dört milyon insanın göçüne sebep olan bu değişim aslında bir taraftan da bambaşka bir hayat sunuyor insanlara. Kaybettiklerimizi geri getirecek şey yine bizleriz, bizlerin değişim için sarf ettiği çaba ve aldığımız sorumluluklar. 

Değişim tek başına yeterli değil. Bizlere nasıl sorumluluklar düşüyor bu zor süreçte? 

Evet değişimin sürdürülmesi ve beslenmesi gerektiğinden bahsediyorum. Depremle birlikte biraz daha geriye gidip pandemiyi de düşünürsek sorumlu vatandaşlığın ne kadar önemli olduğunu anlarız. Kendimizin ve çocuklarımızın hayatının yanı sıra komşularımızınkini de düşünmeli, kendi emeğimize ve başkasının da emeğine sahip çıkmalıyız. Hepimiz birbirimize muhtacız. 

Bilgi kirliliği, ayrıştırmalar ve adaletsizliklerin yaşandığı zor zamanlardan geçtik ve geçiyoruz. Değişimle birlikte aynılaşmadan renklerimize göre birlikte yaşayabildiğimiz bir dönem olsun bu yaz. Dinlemeye, gencini, yaşlısını, çocuğunu, kadınını, dezavantajlı grubunu, yetişkinini ve kaygılısını duymaya ihtiyacımız var; hiç ayrıştırmadan. Duymak ve değiştirmek zorundayız. 

Sonuç ne olursa olsun, değişim gelmiş, kapımızı çalmış ve bizden yukarıda anlattığım gibi bir yolculuk talep ediyor. 

Hayatını biraz geri sararsak, Ankara’dan İstanbul’a geldin, Haluk Bilginer’in Oyun Atölyesi’ne dahil oldun, ardından Moda Sahnesi ve DasDas geldi. Oyunculuk, sanat, tiyatro derken iyilik hareketi başlattın ve İhtiyaç Haritası’nı kurdun. Neydi seni motive eden?

Aslında sivil toplum çalışmalarına çok küçük yaşta başladım. 13 yaşlarımda Ankara’da öğrenciyken ODTÜ’de kürek çekiyordum, milli takımda milli sporcuydum. Örgütlenme yapısını çok beğendiğim ve bana çok şey öğreten Mimarlar Odası’nı ve içindeki halkevini tanıdım. Mimarlar Odası’nın hemen karşısında da Mülkiyeliler lokali vardı; toplum için çalışanları destekler, burs sağlardı. 15-16 yaşlarımda İşitme Engelliler Derneği için çalışmaya başladığımı hatırlıyorum. Altı Nokta Körler Derneği, halkevleri derken sonrasında o dernekleri kuran ya da yönetim kurullarında yer alan kişilerden olmaya başladım.

İşte benim çocukluğum böyle bir dünyada geçti. Geri verme kültürünün anlamını ve topluma faydalı şeyler yapmanın değerini anlarken yardımlaşmanın belli bir köken doğrultusunda değil sadece insan olmaktan dolayı yapıldığını gördüm ve öğrendim. Aidiyetlerin etnik köken ya da sınıfsal farklılıklara göre değil ortak sevgi, saygı ve değerler üzerine kurulabileceğini, birbirimize verdiğimiz parayla değil ama zaman ve emekle çok ciddi işbirlikleri yapılabileceğini keşfettim. 

Oyunculuk eğitimini ve oyunculuğunu sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarınla besledin. 

Oyunculuk yapma ve sahnede olma sebebim zaten yaptıklarımın ve söylediklerimin toplum üzerinde bir etki yaratması. Toplumsal fayda sağlamayı çok önemsiyorum, tiyatro ve sanatın fayda sağladığına inandığım için bu mesleği seçtim. 

İhtiyaç Haritası’nı kurma sürecini kısaca anlatır mısın? 

İhtiyaç Haritası sadece benim tarafımdan kurulmadı elbette. Ali Ercan Özgür, Güler Altınsoy, İlksen Başarır, Hazal Dut gibi isimlerin dikkat çektiği kalabalık bir arkadaş grubu vardı kurucu ekibin içinde. 

Ekibimiz zamanla genişledi, uzun süre nasıl bir yapı kurabileceğimiz hakkında düşündük, çalıştık. Aslında derdimiz tüm sivil toplum kuruluşlarının mevcut bulunabileceği bir buluşma noktası, bir çekim alanı oluşturmaktı. Aynı tema üzerinde çalışan farklı örgütlerin bir arada bulunacağı bir mekan, bir alan, bir platform yaratmak istedik. İhtiyaç Haritası bir dernek ya da vakıf değil; kooperatif bir yapı. Bu anlamda Türkiye’de sivil toplum alanında kurulmuş ilk kooperatif yapı diyebiliriz. 

İhtiyaç Haritası’nın depremin ilk gününden beri sürdürdüğü yoğun ve aktif çalışmalar hâlâ devam ediyor. Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da konteyner kentler kurdunuz. Deprem bölgelerindeki güncel çalışmalardan, bölgedeki durumdan ve en kritik sorunlardan bahsedebilir misin? 

Depremin hemen üç-dört saat sonrasında arkadaşlarımız alandaydı. Bizim zaten Antep ve Adana’da ofislerimiz var ve oradan deprem bölgesine gitmek zor olmadı. Alanın ihtiyaçları hızlıca rapor edilip bize bildirildi ve aynı gün ekibin geri kalanı afet bölgesine ulaştı. Geçtiğimiz üç ay boyunca İhtiyaç Haritası ağırlıklı olarak Hatay, Maraş ve Adıyaman’da etkinlik gösterdi. Hatay’da içinde binden fazla insanın, 230 ailenin yaşayacağı konteyner kent oluşturduk. Çok zorlu bir alan Hatay. 

Peki biraz insanlardan, gündelik hayattan bahsedersek nasıl bir resim var şu sıralar deprem bölgesinde? 

Ben her 10 günde bir, haftada bir Hatay’dayım. İhtiyaç Haritası’nda birlikte çalıştığım arkadaşlarla raporlar üzerinden hareket edip ilerliyor ve bölgeyi çok yakından takip ediyoruz. İnsanlar çok yalnız kaldıkları, çaresiz hissettikleri bir süreçten geçtiler. Yaşama tutunmaya çalışıyor, ticari yaşamlarını, eğitimlerini, gündelik ve sosyal yaşantılarını sürdürmek için kamu, yerel yönetim ve sivil toplumdan gelen yardımlarla kendilerine altyapı oluşturuyorlar. Her ne kadar istek ve ihtiyaçlar asgari karşılansa da yaşam evlerde değil, konteyner alanlarda devam ediyor.

Sivil toplumun katkısı bu bölgede ciddi bir değişim ve dönüşüm yarattı. Kamu yavaş yavaş toparlanmaya başlarken çalışmalarını sürdürüyor. AFAD’ın desteğiyle konteyner alanlar planlı bir şekilde yönetiliyor. 

Ama tabii ki insanların psikolojileri hiç normal değil. Öfke çok güçlü ve insanlar kendilerini hâlâ güvende hissetmiyor çünkü deprem bitmiyor. Geçen hafta Pazar günü Hatay’dayken 4.7 büyüklüğünde deprem oldu mesela. Topraktaki kabarma ve yer kabuğundaki etki, insanda yarattığı psikolojiyle paralel olarak devam ediyor. Halledilmesi uzun zaman alacak bir süreçten bahsediyoruz elbette. Hatay’ın yüzde 80’i yok olurken iki milyon nüfustan 120-140 bin insan kaldı geriye. 

Deprem bölgelerindeki yaşama bizzat tanıklık ediyorsun. İstanbul’daysa bambaşka bir gerçeklik var. Tüm bunlar hayata bakış açını nasıl değiştirdi ve dönüştürdü? 

Bu yaşadığım ilk deprem değil. Gölcük depremini gördüm ve sonrasında oradaki değişim ve dönüşüme tanık oldum. Elazığ ve İzmir depremlerinde İhtiyaç Haritası sahadaydı. 

Şimdiyse biraz daha farklı; oraya sürekli gidip gelmek, o şehirlerin, oradaki insanların iyi şartlara kavuşabilmesi için çalışmak, bölgedeki topluluklara destek olmak, insanlara moral vermek o kadar önemli ki… Dolayısıyla gidince daha uzun kalmayı çok istiyorum ama tabii İstanbul’un koşturmacasından pek de vakit kalmıyor. 

Destek deyince özellikle Hatay’daki esnafı unutmamak gerek. Kebapçısından kasabına, kuruyemişçisinden pastacısına konteyner şeklinde açılan mekanlar hem moral oluyor insanlara, hem de ekonomiye katkıda bulunuyor. Sokak boyunca sıralanan bu tip konteyner’lar birliktelik ve dayanışma hissiyatı yaratıyor, Hatay’da çok güçlü olan ve yıllardır turist çeken o zengin yeme-içme kültürünü de aktif tutuyor. 

İhtiyaç Haritası olarak sahadaki katkılarınızdan dolayı İNGEV ActHuman İnsani Gelişme Ödülü’ne layık görüldünüz. Kısaca ödülden bahsedebilir misin? 

Bu ödül deprem bölgesinde hâlâ aktif çalışan, İhtiyaç Haritası’yla birlikte oraya giden tüm gönüllülerimizin ödülü. Hepimizin bu deprem karşısında gösterdiği güçlü duruşa ve reflekse verilmiş bir ödül bu. Ben sadece görünen yüzüyüm İhtiyaç Haritası’nın. Ve hepimiz adına bu ödülü almaktan çok mutlu oldum. Biz bir de sosyal ekonomi ödülü aldık. Sadece Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin aday gösterildiği bu ödülü, üye ülke olmadığımız halde İhtiyaç Haritası’nın alması büyük bir gurur kaynağı. İhtiyaç Haritası’nın kooperatif olmasının bunda çok büyük katkısı var. Sadece bir sivil toplum örgütü olarak değil, sosyal ekonomilere kattığı değer anlamında da ezber bozan bir hikayesi var. 

İhtiyaç Haritası bir yandan da bir iyilik hareketi, iyiliğin yansıması. İyilik ve kötülükle ilgili neler söyleyebilirsin?

İyilik ve kötülük değil de Yin ile Yang gibi iyi ve kötü var. Bir denge işin içine giriyor ister istemez ve aslında iyi de senden, kötü de senden. İkisinin o anlamda birbirinden ayrılmaz bir durumu var, velhasıl siz neyi beslerseniz o büyüyüp genişliyor. Eğer biz insana yakışır bir şekilde davranmayı, yaşamayı ve gelişmeyi ön planda tutarsak o büyür. Diğer yolu seçer yalan, adaletsizlik gibi şeyleri ön planda tutarsak o büyür. Dolayısıyla bizim neyi ön planda tuttuğumuz, neyi tercih ettiğimiz, neyi seçtiğimizle ilgili aslında iyi ve kötü. 

Ve kötülük seçilecek bir şey de değil maalesef. İyilik kimseyi geride bırakmadan herkese eşit davranabilmek ve herkese aynı yerden bakabilmek bence. Kendine rağmen bir başkasını düşünebilmektir iyilik. 

İnsan diye adlandırdığımız varlık her daim aç ve kendisi için sürekli daha çoğunu talep ediyor. İyiliği, kişinin adalet ve şeffaflığı ön planda tutarak toplum için ve toplumla birlikte hareket etmesi olarak da tanımlayabiliriz. 

Bir başkasını düşünebilmek, toplumla hareket etmek dedin. Bütün sivil toplum kuruluşlarının temelinde de bu felsefe yok mu zaten? 

Ötekine bakmak diyoruz buna. Her türlü inançta ve bakış açısında bu felsefe var. Bizim kültürümüzde de bunun adı imece. Düşünsenize bugün üzerinde yaşadığımız topraklarda eskiden takas ticareti yapılırmış, Kudüs-Hatay yolu bir zamanlar dünyanın en önemli ticaret yollarındanmış. Dolayısıyla yardımlaşma, herkese eşit davranma ve kimseyi geride bırakmama geçmişimizde, kültürel mirasımızda bulunan değerler. Bugün de görüşümüz ne olursa olsun bir arada yaşamayı yüceltmemiz gerekiyor. Temel motivasyonumuz bu olmalı. 

Biraz da tiyatro çalışmalarından ve oyunculuğundan bahsedelim. Şu sıralar DasDas’ta Ahmet Sami Özbudak’ın yönetip başrolünü Bülent Emin Yarar’ın oynadığı Cyrano de Bergerac sahneleniyor. Kısaca anlatır mısın oyunla ilgili detayları? 

Aslında ben çok eskiden beri bu oyunu ustamız sayılan Bülent Emin Yarar’la sahnelemek istiyordum. Yıllar sonra yollarımız kesişti ve oyunu 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ne yetiştirmeyi amaçladık ama arada deprem olduğu için biraz geciktik. Sözün kısası sonunda sezon bitmeden Cyrano de Bergerac’ı sahnelemeyi başardık. Sabri Esat Siyavuşgil’in çevirisinden ilhamla yaptığımız metin düzenlemesi, Ahmet Sami Özbudak’ın yönetmenliğinde ve çok güzel bir ekiple harika bir oyuna imza attık. 

17. yüzyılda geçen bu eser günümüzde nasıl bir güncelliğe sahip ve verdiği mesaj nedir?

Cyrano de Bergerac yazılmış en güzel şiirlerden biri bence. Tıpkı Shakespeare metinleri gibi bu da güncel bir eser. Çünkü çok evrensel bir dille, çok evrensel ve zamansız bir meseleye, söylenemeyen, gizlenen naif bir aşka değiniyor. 

Yüz kişilik bir orduyu gözünü kırpmadan yenecek cesarette bir adamın âşık olduğu kadına açılacak cesareti bulamamasının hikayesi bu. Bu naif yaklaşım, bu zarafet artık insanların birbirine sosyal medyadan yürüdüğü bir dönemde az bulunuyor ve dolayısıyla çok önemli. Ve bu değerler oyunu daha da izlenmeye değer kılıyor. 

Sevgiliye yazılan mektuplar da hikayede önemli yer tutuyor. Oysa günümüzde ne senin sözünü ettiğin zarafet kaldı, ne de mektuplar. 

Oyunda mektup teması önemli bir yer tutuyor. O mektuplara, dile âşık olan bir kadın var hikayede. Cyrano, benim canlandırdığım Christian ve Ece Çeşmioğlu’nun hayat verdiği Roxane üçgenindeki aşk hikayesiyle karşı karşıyayız. 

Oyun, “Bedene mi yoksa ruha mı âşık oluyoruz?” konusunu bugüne, “Instagram’daki filtreli fotoğraflara mı yoksa gerçek kişiye mi” günceline de uyarlayıp sorgulatıyor. Mektuplara, sözlere mi yoksa gerçek kişiye mi âşık oluyoruz? Çünkü hiç duymadığımız ama mektuplarda okunan bir aşk söz konusu. Roxane’ı sevgilisinin peşinden cepheye kadar götürecek güçte bir motivasyon yaratan mektuplardan bahsediyoruz. Tüm bu değerleri hatırlamak çok güzel, sanatın bir görevi de unutulan değerleri seyirciyle paylaşmak. 

Oyunun müziklerini yapan Harun Tekin’e de buradan selam göndermek isterim. Hepimizin diline dolanan çok güzel şarkılar yaptı ve oyun bitiminde seyircinin bu şarkıları mırıldanarak tiyatrodan ayrılmasını görmek çok anlamlı. 

Yolunuz açık, alkışınız bol olsun. Cyrano de Bergerac dışında birçok oyun sergileniyor DasDas’ta. DasDas’ın bugünkü Türk kültür-sanat sahnesine katkılarını nasıl anlatırsın? 

Kültür-sanat hayatını sürdürülebilir kılmak, bu sürdürülebilirliği uluslararası mecrada yaratılabilecek ortaklıklar ve işbirlikleriyle güçlendirmek en büyük amacımız. Örneğin İO Uluslararası Tiyatro Festivali’ne imza attık. 

Farklı disiplinlerin bir araya gelebildiği ve insanların uzun uzun oturup zaman geçireceği ve katkı sağlayabileceği, herkese açık bir alan yaratmak istiyoruz. Bu anlamda genç yönetmenlere destek veriyor, pozitif ayrımcılık yapıp yazardan yönetmene kadınlarla çalışmaya özen gösteriyoruz. Her yıl bir roman uyarlaması yapmaya çalışıyoruz. Yazar ve yönetmen kadromuzdaki kadın hassasiyetimiz yönetim ekibimizde de geçerli. Öyle ki yönetimimizin yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. 

Hak temelli mücadele, sigortalanma modelleri, sanatçıların aldıkları ücretlerin vergilendirilmesi, sektörün profesyonelleşmesi gibi başlıklar her zaman önceliklerimizden. Bu doğrultuda tiyatro kooperatifi gibi yapıların kurulmasına DasDas olarak öncülük ettiğimizi söyleyebilirim. Kültür-sanat hayatının tiyatro dışında müzikle de beslenmesi gerektiğini önemsiyor ve bu bağlamda Harun Tekin, Didem Balçın gibi sanatçılarla projeler geliştiriyoruz. 

DasDas’ın bir de Akademisi var, değil mi? 

Evet dördüncü dönemine giriyoruz DasDas Akademi’nin. DasDas’a 70 metre uzaklıkta kendi binası olan ayrı bir yapı. Burada eğitim görenler ve mezun olanlar bazen DasDas’ta oynuyor, bazen farklı tiyatrolarda sahneye çıkıyor. Dışarıdan oyunculuk mezunları da gelip Akademi’de işin mutfağını kavrayıp farklı mecralarda kültür-sanat yaşantısına devam ediyor. 

Gerçekten de çok yönlü ve zengin içerikli bir kültür-sanat platformu DasDas. Şu sıralar neler izlenebilir?

Ustamız Şener Şen’in başrolde olduğu Zengin Mutfağı altıncı yılına giriyor. Benim sahneye koyup metin düzenlemesini yaptığım Romeo Juliet izlenebilir. Genç oyunculardan Naz Çağla Irmak ve Deniz Can Aktaş çok başarılılar. 

Peki tiyatronun bugün nasıl bir misyonu olmalı sence?

Tiyatro genel itibariyle mesaj kaygısı taşıyan, farkındalık yaratan, topluma eleştirel bakış açısı kazandıran ve sorgulatmayı ön planda tutan bir tür. Sinema, dizi ve tüm performans sanatlarından bambaşka bir yerde konumlanan tiyatroyu toplumcu bir sanat olarak tanımlayabiliriz. 

Biz de DasDas olarak tiyatronun bu misyonu doğrultusunda bir derdi olan metinleri sahnelemeye çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse; Vasıf Öngören’in politik metni Zengin Mutfağı, 71’deki işçi hareketinden bahseden toplumcu ve gerçekçi bir oyun. Deliler ve Kafka’nın Dava’sını anlatan Joseph K. da yine politik öğeler barındırıyor. Şebnem İşigüzel’in aynı adlı romanından uyarlanan Ağaçtaki Kız da son 10 yılda Türk toplumunun kadın üzerindeki artan baskısının altını çizen bir eser. Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’in de toplumsal bir içeriğe sahip olduğuna inanıyoruz. Kısaca sahnelediğimiz tüm metinlerin bir sebebi, bir mesajı var. Tiyatronun toplumcu yanını biz DasDas’ta seyirciyle zeminden kurduğumuz ilişkiyle de gösteriyoruz. Seyirci ile aynı hizada olan, yükseltmediğimiz bir sahne üzerinde, meydanda oynuyor ve seyirciyi oyunun parçası haline getiriyoruz. Cyrano de Bergerac’da oyuncular seyircilerin arasından kalkıp oyuna giriyor ya da mesela Dünya Yerinden Oynar ve Şimdi seyirci ile birlikte oynanan, seyirciye soruların sorulduğu interaktif bir oyun olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca tiyatro bir yandan seyircisiyle bire bir ilişki kuran, ona çok yakından dokunan, bir yandan da taşıdığı ve yansıttığı evrensel dertleriyle kitleleri etkileyen bir sanat.




Dergide Bu Ay

ELLE Temmuz-Ağustos Sayısı

ELLE Temmuz-Ağustos Sayısı

ELLE Temmuz-Ağustos sayısı 80 sayfalık ELLE Style Awards 2024 eki ile birlikte çıktı!

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.