Haluk Akakçe

Haluk Akakçe

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 27 Temmuz 2010
<#text>Kabarık saçlarının arasında dudak şeklinde Phillip Treacy tasarımı bir şapka… Galerist’in içinde bir o tarafa bir bu tarafa yürüyor. Ertesi gün yeni sergisi “Tanım”ın açılışı var. İşler taşınıyor, duvara yaslanmış aynalı işlerinin arasına giriyor, her birini inceliyor. Aynaların arasında kırılan yansımasından ben de onu inceliyorum çaktırmadan. Ve neyse tanışıyoruz Murat, Haluk...   


<#text>


<#text> Dünyalı bir sanatçı, Tate Britain’da sergilenmiş, Las Vegas 100. yıl kutlamaları için dünyanın en büyük ekranında sergilenmek üzere bir video hazırlamış; 2007 de Louis Vuitton, James Turrell ve Olafur Eliasson’nun ardından Haluk Akakçe’yle yollarını birleştirmiş. Dünyanın her yerinde takip ediliyor; sanatçıların ancak çok azına nasip olacak şekilde “celebrity” hayatı yaşıyor. Hımm ... Enterasan hikayelerle dolu eğlenceli ve yaratıcı bir dünya... Biz buradan yakalım.


<#text>


<#text> Aldım onu 360’a kaçırdım. Ben, benim Merve ve Haluk bir de Mısırlı 100 kişilik bir prodüksiyon ekibi... Actionnnn.


<#text>


<#text> Sanatçımıza bir tequila, bir votka tonic ben bir beyaz şarap, Merve’ye de alkolsüz meyva kokteyli :)


<#text>


<#text> Şu Londra’daki Tite Street köşesindeki evin hikayesiyle başlıyoruz.


<#text>


<#text> “Chelsea Enbankment’da, the Tite Street’in köşesi. Param olduğundan değil yani. Arkadaşlarım bu ev sana çok yakışır dediler… Bu evi gördüm ve önce hak etmediğimi düşündüm, kirası benim için çok yüksekti. Arkadaşım Phillip Treacy’le konuşuyordum “Louis Vuitton’u yapıyorsun, neden olmasın” dedi… Sırf kira da değil ki, vergi, su, elektrik… ~Blok inanılmaz önemli bir blok bir kere! Turner orada yaşamış, evi yaptıran adam, kimsenin tam olarak ne yaptığını bilmediği biri… Tarihe geçmiş, çünkü ölünce kraliçe Victoria’ya tam 500 bin pound miras bırakıyor. İlk defa bir “common”, kraliçeye miras bırakıyor. Size miktarın ne kadar büyük olduğunu şöyle anlatıyım; kraliçe o dönemde, 2 köprüyü, bütün o nehir kenarının doldurulması, o çevre planlamasını, park ve bütün Chelsea Borrough bölgesinin yaptırımına 162 bin pounda veriyor. Bu parayı neden bıraktığını kimse çözemiyor. Queen Victoria bir mısır gezisine çıkıyor ve bir hafta yok oluyor, kimse bu arada ne yaptığını bilmiyor. Sonra öğreniyorlar ki bu adam da o tarihte aynı yerdeymiş ve kraliyet dedikodusu...


<#text>


<#text> Benim evden köşeyi dön, arka binada Oscar Wilde yaşamış. Onun hemen yanı Dante Gabriel Rosetti’nin evi… Evin hemen yanında Bram Stoker’ın Dracula’yı yazdığı ev. Ondan sonra, Mick Jagger’ın oynadığı “Performance” isimli bir filmi vardır. Bu film üst katımda, Anita Palenberg’in evinde çekilmiş, patlıcan rengi duvarlar, 80’lerde kült bir ev. Duvarlar hala aynı..! Bende Akatlarda Mayadrom girişinin tam karşısı gibi... 4. Gazeteciler diye geçiyor... Biraz tabii buruluyor insan ama belli etmemeye çalışıyorum. Konuyu geçiştirmeye çalışarak biraz hayatındaki güzelliklere ve güzel rastlantılara dikkatini çekiyorum.


<#text>


<#text> Evet bir güzellik tanımı ve bir de rastlantı alalım Haluk Bey…


<#text>


<#text>
Seneler önce, dergilerin birinde bir kadın görmüştüm, suratı kelebeklerle kaplı. O resmi kesip sakladım. O benim için inanılmaz bir yaratıktı. Geleneksel güzellik ölçülerinde değil, ama büyüleyici…  Bir eve bakıyordum bir adamla beraber. Garip bir adamdı. Üç katlık ufak bir bina, Waterloo’da. Ne kadar, 100 pound haftalığı, o da arada tanıdık olduğu için. Evimden çıkmam lazım. 2 gün sonra da New York’a gidiyorum, sergim var, bir hafta içinde de dönüyorum. Döndüğüm gün taşınacağım. Neyse benim telefonum çaldı.~ Bir kadın sesi, aristokrat bir İngiliz aksanıyla, “Merhaba hayatım. Kocam evime taşındığını söyledi. Ben senin New York’taki de alerini tanıyorum. Orada yalnız yaşamak istemiyorum, senin için sakıncası yoksa aynı evde yaşayalım, sen de taşın”. Ben de dedim ki, “ev sizin eviniz, ben sizi tanımıyorum siz de beni tanımıyorsunuz. Taşınmak zorunda değilim. Bir tanışalım önce isterseniz”. “Yarın buluşalım dedi”, “yarın ben gidiyorum”; peki o zaman bu akşam.” O zaman gel şimdi buluşalım, akşam yemeğine çıkalım dedi, ben de gittim. Rahatlamak için bir iki tane bir şey içtim. Bekliyorum, bakıyorum kim olabilir diye. Barmen’den bir içki istedim, beni görmedi, içki koyuyor o sırada bir tane. Bakıyorum, içkiyi koydu taştı böyle bardaktan akıyor elinin üzerine. Kapıya bakıyor, bakışını takip ettim, içeri inanılmaz bir kadın girdi. Zincirlerden yapılmış bir kıyafet giymiş, haçlı seferlerinde giyilenler gibi, uzun bir elbise, ufak bir beyaz kürk ve beyaz kuş tüyleri. Zaman durdu. Bardaki herkes, kadına bakıyordu. Direkt bana doğru yöneliyor. Ben o zaman 10 kilo falan daha zayıftım, siyah bir deri ceket var üzerimde. Bana döndü, “Sen Haluk musun?”  


<#text>


<#text> Bu o dergideki büyü...


<#text>


<#text> Evet, o dergideki kadın! Böyle 3 sene boyunca hayalini kurduğum ve hayran olduğum… “Merhaba hayatım, ben senin yeni ev arkadaşınım. Fermuarımı çekebilir misin, Mc Queen hiçbir zaman fermuar yapamıyor. Hem de couture”. Bana şöyle bir baktı, “senin proteine ihtiyacın var, gel sana havyar ısmarlayacağım” dedi. Ve gecenin sonunda birbirimize aşık olduk. İnsan olarak aşık olduk, kadın erkek olarak değil. Espri anlayışı, konuşması… ~Telefonu açtı, asistanını aradı ve şöyle dedi “Jessica hayatım, lütfen I.D’yi ve Frieze dergisini ara, iki sayfa yer istiyorum, evet bir sonraki sayı için, sanat dünyasının yeni yıldızı, sanatın Lou Reed’i için”, “Ama daha işlerimi görmedin bile” dedim, Isabella telefonun konuşma kısmını kapatıp bana baktı, “hayatım bir yıldızı gördüğümde tanırım ve sen kesinlikle bir yıldızsın!” “Jessica, hemen ara, gece yarısı olması umurumda değil aramalısın çünkü yarın son gün!” Ve sonra eşşiz bir dostluk ve beraberinde gelen hiç bitmeyecek bir hikaye Haluk’un hayatında. Anlattığı her şeyin içinde Isabella Blow ve birbirlerini tamamlayan keyif dolu bir ”birliktelik.”


<#text>


<#text> Bir anda moda dünyasının en güçlü isimlerinden biriyle çok yakın bir dostluk... Sen modaya ne kadar, neresinden bulaştın? Bir gün Izzy telefonda konuşuyor, dergi için. Bir anda benim 16 sayfa Galliano’nun defilesinin çekimini yapacağımı duydum… Izzy diyorum, ben hayatımda tek bir fotoğraf çekmedim!  “Sus” dedi sadece. Moda şovuna gittik,  John Galliano’nun, benim ilk defile deneyimim. Kapıya geldik, Isabella “Isabella Blow’un geldiğini söyle” dedi. Daha sonra bana döndü, “O gülümsemeyi yüzünden şu anda sil! Bu moda dünyası, lütfen dersen hiçbir şey alamazsın; gülümsersen, bir daha yüzüne bakmazlar… Yapabilir miyim dersen, intihar etsen daha iyi! Gözlerinin içine bakmayacaksın, gözlerin sadece yüzeysel şekilde üstlerinden geçecek, bunu istiyorum diyeceksin, yoksa hiç bir şey alamayız! Yukarı çıktığımızda göreceğimiz kadınlar, dünyanın en pahalı kadınları. Bir anlık bir şüpheyi bile kaldıramayız, ikinci kere düşündüğünde menejerine sormak isteyecek ve kaybederiz. Onlara favor yaptığını düşündürmelisin!” PR’cı geliyor bu sırada, “John Galliano” sizi bekliyor dedi. Bu arada önümüzde, bir manken oturuyor, saçı belki üç metre. Arkada biri tırnakları hazırlıyor, biri de devasa kirpikler takıyor. Neyse çadıra ulaşıyoruz, içeri giriyoruz.~ Izzy John Galliano’ya yaklaşıyor, “Hayatım! İşte en sevdiğim insan! Hiç Haluk Akakçe’yi duydun mu diyor. Galliano, “Sanırım duydum, hafızamı tazele… “Hayatım, o şu an dünyadaki en “hot” şey! Herkes ondan bir parça istiyor. Ben sana inanılmaz bir iyilik yapıyorum. Hayatında tek bir fotoğraf çekmedi ve senin defilen onun fotoğrafladığı ilk şey olacak! John Galliano’nun cevabı, ”wooww!”. Ama saçmalığı bir düşün, Couture, Conde Naste ve hiç hayatında fotoğraf çekmemiş bir fotoğrafçı! Isabella böyle, “Ama bir hilesi var. Ona istediğini vermek gerekiyor. Ona istediğini vermek gerekiyor. İstediği kişiyi, istediği zaman fotoğraflayabilecek”. Galliono, “ne istiyorsa verin!” “Haluk bir gün MoMA’da olacaksın”.


<#text>


<#text> Yaklaşık 5 sene kadar birlikte yaşadınız ve senin büyülü zamanlar diye tanımladığın ışıltılı bir dönem.


<#text>


<#text> Izzy’nin Çin’de tanıştığı biri iki şemsiye göndermiş, biri siyah biri beyaz, bambu ve dantelden. Sokakta yürürken Izzy dedi ki, “Bunları gerçekten sevmedim, sen?” bilmem hiç düşünmedim” dedim. “Hadi bunlardan kurtulalım” dedi, şemsiyeleri yere bıraktık, tabii Londra yağmurunda, yerler ayna gibi parlıyor, rüzgar... Şemsiyeler yarışarak sokağın sonuna kadar uçtular… İnanılmaz bir görüntüydü. O anda emin oldum, hayatımda büyülü bir dönem başlıyordu ve gerçekten de öyle oldu. Beş sene Izzy’le birlikte yaşadım, öyle inanılmaz bir eğitimdi ki!


<#text>


<#text> (“O sırada telefonu çalıyor, “Rusya’nın Donald Trump’ını getiriyorum, kardeşi de eski bir manken. Yalnızca couture giyiyorlar, partinde onların bulunmasını istersin!” kapatıyor, “Rusya’nın Donald Trump’ı, çok çabuk işe yaradı!”)


<#text>


<#text> “Givenchy defilesinde ikinci sıraya oturtulmuştum. Gidip PR’cısına, “benim kim olduğumu biliyor musun?” dedim.~ Tabii ki bilmiyordu!  “MoMA’yı temsilen buradayım, bana birinci sırada yer bul, yoksa benim sergimi göremezsin!” daha sonra geldi, Izzy senden bahsetmişti, “Lou Donnall’ın yanında mı oturmak istersiniz, başka birinin mi yoksa Catherine Deneuve’ün mü?”, “Teşekkür ederim, ben Catherine ile oturayım.” Birden bire, İngiltere’nin en büyük moda ikonuyla yaşıyor, dünyanın en önemli moda PR’cısıyla çıkıyordum, daha sonra da en büyük couture satın almacısıyla. İşte bu şekilde bir ikon haline geldim. Hahahaaha…daha da büyüyorum…


<#text>


<#text> Türkiye’de bunlar çok işe yarıyor.


<#text>


<#text> Geçen sene Zac Posen’in katılacağı Vakko partisine gitmek istiyorduk, bir arkadaşım ve annemle beraber. Annem benimle her yere gelir, İngiltere’deki partilere de geliyor. Bizimle gezmeye bayılır! Issy’yi aradım. “Hallederim” dedi. Zac Posen’i arıyor, “Zac, harika arkadaşlarım var. Tabii ki PR’ı aramayacağım, seni arıyorum, sen PR’ı ararsın. Sana inanılmaz bir iyilik yapıyorum, partine Türkiye’nin Linda Evengalista’sını getiriyorum… “Daha sonra partilerden birinde Cem Hakko arkadaşımın yanına gelmiş, tabii ki tanımıyor, “Çok afedersiniz, ama kim olduğunuzu gerçekten çok merak ettim. Zac Posen’in New York’taki listesinden gelen tek kişisiniz”


<#text>


<#text> Biraz acımasız ama eğlenceli bir  durum komedisi  moda dünyası ...


<#text>


<#text> “Isabella hep söylerdi. Moda dünyası gerçekten çok canidir. Bir defilede en ön sırada oturuyoruz. Vogue dergisinin global direktörü, Andre Isabella yanımıza geldi, Isabella’ya “Hayatım, yetersiz giyinmişsin, “Evet, çok depresifim”. “ Hayatım çok dikkatli olman lazım, bak Anna Piaggi’ye ne oldu”, Anna Piaggi de Karl Lagerfeld’in ilhamı, ikinci sırada oturuyordu…”


<#text>


<#text> “İkinci sırada oturmayı istemezsin! Hayııııır!”.  Peki Senin gözünle moda dünyasındaki enler kim?


<#text>


<#text> “Amerikalı tasarımcıların çoğu, 30’ların Amerikan göz kamaştırıcı modasına referans veren tasarımlar yapıyorlar.~ Ben bir eksper değilim ama etrafımdaki herkes sürekli bundan bahsettiği için tabii ki belli bir şeyler öğreniyorsun. Alexander Mc Queen, kesim çok önemli çünkü. Dekoratör ve iç mimar gibi. Zevkli bir tasarımcı, kumaş ve daha önce zaten ortaya sürülmüş tasarımları çağımıza uygulayarak iyi bir PR sistemiyle ortaya çıkıyor. Ama Mc Queen gibi tasarımcılar gerçekten dahi. Çünkü silueti yeniden tanımlıyorlar, kalıptan söz ediyorum. Kalıp çıkarmayı bilmeyen tasarımcılar tasarımcı değildir. Buradakiler mesela, iki tane terzi tutuyorlar, dergiden model beğeniyor, onu yaptırıyorlar sonra, öyle modacı olunmaz. Alexander Mc Queen’in malzeme kullanımı ve kalıplarları... Hüseyin Çağlayan, gerçek bir sanatçı. Galliano ve Hüseyin. Üçü de bence çok iyiler çünkü striktürü tanımlıyorlar, kalıbı tanımlıyorlar, yeni bir siluet yaratabiliyorlar. Ve siluet bir kadının hareketidir. Nasıl Manolo Blahnik’in topuğu kadınların bacaklarını daha iyi gösterebiliyor, kendine daha güvenli yapabiliyorsa bu modacılar da öyle. Bir de Phillip Treacy tabii ki. O kadar harika şapka tasarımları var ki ve her biri kendine özel. Balenciaga da harika bence…”


<#text>


<#text> Etrafında bu kadar güzel ve şık insanlar, herkes birbirinden dikkat çekici. Peki Halukun hayatında biri var mı?


<#text>


<#text>
“Şunu anladım, benim gibi bir adam ilgi çekebiliyor. Uzun süre benim ilgimi kimin çektiği önemli değildi. şişman ve kısa boylu olduğum için kompleksleri olan bir insandım. Daha sonra Izzy’le yaşamaya başladıktan sonra, garip bir şey oldu. Bir anda tüm kadınların ilgisini çekmeye başladım. “Soruyorlardı, biseksüel misin, aseksüel mi?”. Ben bu esrarengizliğe bayılıyorum. Çünkü bu gerçekten kuvvetli olduğun tek an. Ben herkesi istiyorum, ne bir yaşa sahip olmak istiyorum, ne de fiziğimin temsil ettiği bir bütünlüğe, herkesin beni sevmesini istiyorum. Herkesin beni sevmesi isteği var içimde. Şunu anladım, bir partnerin olduğu zaman limitleniyorsun.~ O yüzden de bir şekilde, kendimi kendimden kıskanmak gibi bir şey oluştu içimde. Her yere yalnız gitmek gibi bir tarz gelişti. Sen bir bireysen, eğer bir karaktersen, bir çiftten daha güçlüsün.”


<#text>


<#text> Biz saatlerce sohbete devam ediyoruz. Bienal açılışı partiler filan geçip gitmiş aramızdan. Sonra bir iki poz alalım Haluk faslı.... Bu olmaz, bol photoshop rica ediyim, bi de Yazbükey’in gözlükleriyle... Çok eğleniyoruz. Birazı bende, birazı hepimizde, paylaştıklarıyla çok keyifli bir insana teşekkür etmek istiyorum, tanıdığıma çok sevindim Haluk.


<#text> Not:<#text> Bir viking aşk hikayesi Ryan Phillippe ve Brad Pitt’in başrol için yarıştığı yöntmenliğini Menno Meyjes’in yapacağı LAST BATTLE DREAMER adlı filmde ilk Holywood sınavına hazırlanıyor Haluk Köle rolü önerilen Haluk, annesinin ailemize yakışmaz karşı çıkışından sonra önümüzdeki günlerde ögretmenlik rolü için masaya oturacak.   

Dergide Bu Ay

ELLE 300. Sayı Çıktı!

ELLE 300. Sayı Çıktı!

300. Sayımızın konuk baş editörü ve kapak kızı Serenay Sarıkaya!

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.