Hikaye Anlatma Sanatı

"Zeytin Ağacı" ve "Vatanım Sensin" dizilerinin arkasındaki güçlü kalem Nuran Evren Şit ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Buse Saray BUSE SARAY 12 Ağustos 2025

Türkiye televizyon ve sinema dünyasında iz bırakan, hafızalara kazınan birçok unutulmaz hikâyenin arkasında onun güçlü imzası var. “Vatanım Sensin” ile geniş kitlelere ulaşan, “Zeytin Ağacı” ile seyircileri kendi iç dünyalarına da döndüren Nuran Evren Şit, 20 yılı aşkın senaristlik serüveninde insana dair her detayı özenle işleyerek dokunaklı ve etkileyici hikâyeler yaratıyor. Onun kaleminden yalnızca sahneler değil; dostluklar, kayıplar, iyileşme arayışları ve hayatın küçük ama çarpıcı anları hayat buluyor.

Bu söyleşide, onun hikâye anlatma tutkusunun köklerine, ilham kaynaklarına ve senaryo dünyasının derinliklerine samimi bir yolculuk yapıyoruz.



Senaristlik serüveniniz nasıl başladı? İlk ne zaman “ben hikâyeler anlatacağım” dediniz?
Okuma yazma öğrendiğimden beri yazmayı çok severdim. Şiirler, kompozisyonlar derken 8 yaşımda roman yazmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Ardından birkaç yıllık bir oyunculuk serüvenim oldu; çocuk oyuncu olarak ekranlarda yer almaya başladım. O zaman, izlemeyi sevdiğim film ve dizilerin arkasında bir ekip ve bir senaryo yazarı olduğunu fark ettim. O an itibariyle mesleğimi seçmiştim.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünü kazandığımda yönetmen olma hedefim vardı; ancak zaman içinde bu hedef senaryo yazarlığına evrildi. “Ben hikâyeler anlatacağım” gibi bir iddiam ya da hedefim hiç olmadı. Ama anlatmaya değer hikâyelere şahit olmak, bir derdi ya da coşkuyu, başkalarıyla paylaşmak istediğim duygu ve durumları sinema aracılığıyla ifade etme arzusu, beni bu işe iten temel dürtüydü. Hayatın gizemlerine, acı-tatlı deneyimlerin ardındaki anlamı keşfetmeye düşkün biriyim. Senaryo yazarlığı, bu ilgimi bir yaşam biçimine dönüştürmenin yolu oldu.


"Her karakterle duygusal bağ kurmaya çalışırım, aksi takdirde onu yazamam."

Hikâyelerinizi oluştururken sizi en çok ne besler: Kitaplar mı, insanlar mı, sokaklar mı?
Her şey ve hepsi. Bağ kurabildiğim herhangi bir duyguya, karaktere ya da duruma tutunup, sebep-sonuç ilişkilerini takip ettiğimde ortaya beni heyecanlandıran ve başkalarını da ilgilendireceğini düşündüğüm bir hikâye çıkıyorsa, onun peşine düşerim. Bu hayatta her bireyin, hatta her canlının çok kıymetli ve biricik bir hikâyesi olduğuna inanıyorum.

Bazen bir sohbet, bazen bir kitap paragrafı, bir haber başlığı ya da nereden geldiğini bilmediğim bir imgenin, bir cümlenin peşine düşerek kurarım hikâye dünyamı. Burada önemli olan, havada uçuşan fikirlerden hangisini alıp, onu ekran yolculuğuna taşıyacak zamanı, emeği ve eforu adayacağımı seçmek. O hikâyenin bana ve izleyiciye ne ifade edeceğini tartmak, artık bir refleks haline geldi.

Netflix, Zeytin Ağacı

Bir projeye başlarken ilk neyi düşünürsünüz? Karakter mi, atmosfer mi, çatışma mı?
Her şeyden önce projenin hissini düşünürüm. “Bu hikâye bana, oynayana, izleyene nasıl hissettirecek? Nasıl bir yolculuk olacak? Neyi keşfedecek, neyi sorgulayacak, neye farklı bir pencereden bakmamızı sağlayacak?” sorularını sorarım.

20 yıldır bu işi yapıyorum. Bütün zorluklarına rağmen hâlâ aşkla sürdürmemi sağlayan şey, sinema ve dizilerin farklı coğrafyaları, kültürleri ortak bir duygu dünyasında buluşturma ihtimali. Hikâye kurmanın en büyülü tarafıysa, başlarken nereye varacağını tam olarak bilmemek. Kafamda çoğu zaman bir final olsa da, yolda bunun yolda değiştiğini ve karakterlerin kendi yolculukları olan bağımsız bireylere dönüştüklerini hayretle fark ediyorum.

“Vatanım Sensin” gibi çok ses getiren işlerde izleyiciyle duygusal bağ kurmayı nasıl başarıyorsunuz?
İzleyiciyle bağ kuramadığımızda yazdıklarımızın bir anlamı olmuyor. İnsani durumlara ve duygulara temas ettiğimizde, insanlar o hikâyenin içinde yer alabiliyor. Bunun bir formülü var mı emin değilim; ama gerçekten inanmadığım, beni heyecanlandırmayan, anlamlı bulmadığım hiçbir şeyi yazmamaya özen gösteriyorum. Kendim inanmadığım bir dünyayı seyircinin önüne koymam.


"Kafamda çoğu zaman bir final olsa da, yolda bunun yolda değiştiğini ve karakterlerin kendi yolculukları olan bağımsız bireylere dönüştüklerini hayretle fark ediyorum."

“Zeytin Ağacı” ilk kez ‘aile dizilimi’ kavramını merkeze alarak izleyicide derin bir sorgulama yarattı. Bu fikre nasıl ulaştınız? Yazarken kendi geçmişinizle yüzleştiğiniz anlar oldu mu?
Aile dizilimiyle ilk kez 2017’de tanıştım. Bir hikâyeci olarak bu deneyimi projeye taşımak beni çok heyecanlandırdı; ancak zor ve hassas bir konuydu. Üç-dört yıl süren araştırma, deneyim ve hazmetme sürecinin ardından, aile dizilimini bir kadın dostluğu hikâyesi içinde ele almaya karar verdim.

Yazarken kendi aileme ve atalarıma dair hiç bilmediğim hikâyeler öğrendim. Aslında yazdığım her şeyin bilinçdışı bir şekilde kişisel tarihimle ilgisi olduğunu bu projede yoğun olarak hissettim. Babamı kanserden kaybettikten sonra doğdu “Zeytin Ağacı”. Bu, benim kabullenme, iyileşme ve babamı onurlandırma arzumun bir ürünüydü. Beş yıl sonra bunu daha net görebiliyorum.

Kaleminizden çıkan karakterlerle duygusal bağ kurar mısınız?
Her karakterle duygusal bağ kurmaya çalışırım, aksi takdirde onu yazamam. “Zeytin Ağacı”nın karakterleri şu an en çok yoğunlaştığım için benim için ayrı bir yerde. Yazdığım sahneler sette ete kemiğe bürünmeye başladığında, monitör başında gözlerimin dolduğu çok olur. Bu süreç benim için de iyileştirici.

Yazarken sizi en çok zorlayan şey nedir?
En zorlayıcı şey, yazdıklarımın başkaları için ne ifade edeceğini önceden bilememek. Bu yüzden güvendiğim insanlara yazdıklarımı mutlaka okutur, fikirlerini alırım. Eşim, menajerim, yakın dostlarım ilk izleyicimdir. Çünkü ben yazdığım şeye güvenmiyorsam, başkalarını ikna etmem mümkün olmaz.

Senaryo yazarlığı, yüzlerce insanın çalışacağı, milyonların izleyeceği bir işin temelini atmaktır. Bunun sorumluluğunu her zaman hissederim.

Vatanım Sensin

Yazarken olmazsa olmaz ritüelleriniz var mı?
Her zaman müzik dinlerim; bu bana bir ritim ve duygu akışı kazandırır. Masamda mum, çiçek olur; açıklığa bakan bir pencere kenarında, dikkat dağıtıcı unsurlardan arınmış bir ortam yaratırım. Ama deadline söz konusuysa uçakta, hastane odasında, kafede, trende de yazabilirim.

Yazı masanızın üzerindeki vazgeçilmez üç şey nedir?
Kahve, mum ve taze çiçek.

Kendi hayatınızdan senaryoya sızan anlar oldu mu?
Her zaman. Eşim Barbaros, “Dikkat edin, Evren bunu yazar” diye uyarır. Kayıt tutmak artık bir refleks; ama yazarken hangi çekmeceden neyi çıkardığımı bilmeden yazarım. Anlattığınız bir olayın benzerini bir projemde görmeniz çok olası.

Bir günü tamamen kendinize ayırdığınızda ne yaparsınız?
Deniz kenarında bütün gün yüzerek, yürüyerek, gün batımında kulaklıkla müzik dinleyerek durabilirim. Hiçbir şey yapmadan durmak bana çok iyi geliyor.

Sanatın diğer alanlarıyla ilişkiniz nasıl?
Müzikle aram iyidir. Bir dönem saz çaldım, uzun süre piyano dersleri aldım. Yıllarca eşli danslar yaptım. Fotoğraf, şiir, edebiyat, mimari… Hepsi yaptığım işe katkı sağlıyor.

Henüz anlatmadığınız ama içinde büyüttüğünüz bir hikâye var mı?

Evet. 12 yıldır içimde taşıdığım, roman olarak yazmak istediğim bir hikâye var. Yakın çevrem “hadi artık” diye baskı yapıyor. Bu yıl tamamlamaya niyetliyim.


Dergide Bu Ay

ELLE Kasım 2025 Sayısı Çıktı!

ELLE Kasım 2025 Sayısı Çıktı!

Kasım sayısının kapağında zarafeti baştan tanımlarken feminen gücü yeniden şekillendiren Dior Cruise 2026 Koleksiyonu yer alıyor.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.