Kapak Fotoğrafı: Diamanti (Elmaslar) / Ferzan Özpetek
Ferzan Özpetek’in Hamam filmini ilk kez izlediğimde on yedi yaşındaydım. Ne bir sahne tasarımını çözmeye, ne de bir karakterin psikolojisini anlamaya çalışıyordum o yaşta. Sadece hissediyordum — o buharın, o suyun, hamamın içinden bir başka zamanın nefesini. Film bitmişti ama içimdeki yankısı bitmemişti. Hamam, benim için bir filmden çok bir farkındalık ânıydı: Bedenin, arzunun, mekânın ve hafızanın birbirine nasıl dokunduğunu ilk kez o filmde anladım. O zamandan beri bir giysiye, bir eve, bir fotoğrafa, hatta bir dikiş çizgisine bile hep o gözle baktım — geçmişin bugüne sızdığı o görünmez yerden.
Diamanti (Elmaslar)/ Ferzan Özpetek
Yıllar içinde hayranlıkla izlediğim pek çok filminden sonra Özpetek’in son filmi Diamanti (Elmaslar)’ı izlediğimde, aynı buharın yerini bu kez ışığın aldığını fark ettim. O eski hamam duvarlarının yerini yansımalara bırakmış bir dünyadaydım. Ama özünde aynı mesele: geçmişle bugünün birbirine karıştığı o kırılgan yansımaydı. Diamanti’de (Elmaslar) kostümler, tıpkı birer arkeolojik katman gibi; kazıldıkça, açıldıkça, yeni anlamlar ortaya çıkıyor. Ve o anlamlar, Özpetek sinemasında hep olduğu gibi, bedenin hafızasında saklanıyor.
Diamanti (Elmaslar)/ Ferzan Özpetek
Ferzan Özpetek’in yeni filmi Diamanti, (Elmaslar), yalnızca kadınların hikâyelerini değil, kostümlerin bizzat kendisini de merkeze alıyor. Bir terzihanede geçen film, sinemanın görünmeyen kahramanı olan giysiyi sahneye taşıyor: elbiseler burada yalnızca dekor değil, sırların saklayıcısı, tutkuların ve sessizliklerin tanığı, kadın dayanışmasının simgesi. Ferzan Özpetek’in sinemasını tanımlarken en çok tekrarlanan kelimelerden biri “duygu”. Ama bu duygular yalnızca büyük aşkların ya da dramatik karşılaşmaların değil; aynı zamanda bir sofranın etrafındaki kahkahaların, bir kırmızı elbisenin kumaşında saklı sırların, doğru ışığın altında parlayan bir bakışın duyguları. Onun için sinema, detaylarla kurulan bir hafıza mekânı.
Ferzan Özpetek, Hakan Bahar, Fotoğraf: Refik Akyüz
Ferzan Özpetek’in Diamanti’si, (Elmaslar) yalnızca bir film değil; kumaşın, ipliğin, tarlatanın, bir terzihanenin gölgelerinde saklı kalmış seslerin sinemaya dönüşmüş hali. Bu kez başrolde ne bir kadın ne bir adam var; başrolde bir giysi, daha doğrusu giysilerin kendisi. Onlar düşüyor, kalkıyor, susuyor, hatırlıyor; tıpkı filmdeki kadınlar gibi. Film bizi 1970’lerin İtalya’sına, Canova kardeşlerin sinema ve tiyatro için kostüm ürettiği bir terzihaneye götürüyor. Özpetek’in gençliğinde Roma’da gözlemlediği kadın terzilerin dünyasına…. Elbise, sahneyi asla terk etmiyor; onu yaratan ellerin emeğini ve giyenin ruhunu aynı anda taşıyor. Bir sahnede dikiş makinelerinin tekdüze ritmi, merdivenlerden kayan boncukların sesiyle birleşiyor. İğnenin iplikle buluştuğu anda çıkan metalik çınlama, Diamanti’de (Elmaslar) fonda duyulan bir senfoni gibi işliyor. Kostüm burada yalnızca giydirilen bir nesne değil, bir duygu mekânı; seyircinin kulağına fısıldayan sessiz bir karakter.
Özpetek ve film’in kostümlerinin yaratıcısı Stefano Ciammitti’nin hayali, sadece yeni kostümler yaratmak değil, sinema tarihine bir ayna tutmak. Bu yüzden Visconti’nin Il Gattopardo ve Morte a Venezia’sından, Fellini’nin Casanova’sından, Pasolini’nin Medea’sından kostümler bu filmde yeniden görünür oluyor. Bazen mankenlerin üzerinde, bazen bir gölge gibi sahneden geçerken… Diamanti (Elmaslar) bir film olmaktan çok, canlı bir müze izlenimi bırakıyor. Böylece Diamanti (Elmaslar), yalnızca bir sinema filmi değil, aynı zamanda büyük ustalara —Piero Tosi, Piero Gherardi, Danilo Donati— bir saygı duruşuna dönüşüyor.
Diamanti (Elmaslar)/ Ferzan Özpetek
Atölyedeki kadınların dayanışması, Özpetek’in tüm filmografisinde olduğu gibi bu filmde de görünmez bir omurga. Her biri farklı: obsesif detaylarla yaşayan Luisa Ranieri, sonbahar tonlarında kırılgan Jasmine Trinca, Pucci kaftanıyla ışıldayan Kasia Smutniak… Ve onların arasında dolaşan pembe elmas metaforu: kırılgan ama dayanıklı, nadir ama gerçek. “Biz hiçbir şey değiliz, ama her şeyiz” cümlesi, filmin şiirsel özeti gibi kalıyor akılda. Özpetek’in sinemasında kusurlar, yanlışlıklar, küçük takıntılar büyülü bir bütünlük yaratıyor. “Kusurlar, basit bir hareketi sihre dönüştürür” derken aslında tüm filmografisinin sırrını açıklıyor. Bu yüzden, bir elbise eteğinin kıvrımı, düğmelerin sesi ya da sofradaki sessizlik onun filmlerinde birer karaktere dönüşüyor.
Ferzan Özpetek
Belki de bu yüzden, Diamanti’yi (Elmaslar) izlerken yalnızca bir filmi değil, kendi hafızamın bir yansımasını da izliyorum. Bir kumaşın kıvrımında, bir yüzün yarım kalmış bakışında, bir ışığın kostümlere vurup geri dönmesinde…Özpetek’in sineması bana hep şunu hatırlatıyor: güzellik, anlatılan hikâyede değil, o hikâyeyi taşıyan yüzeyde — bir giyside, bir sessizlikte, bir dokuda gizli. Ve belki de en kalıcı izler, tam da orada, görünmeyen o ince çizgide başlıyor.