
İnsanı insan eden duyguların sırtta bir kambur misali taşınan yük olarak görüldüğü, tamamen tüketime ve 'sıradaki'ne dayalı şu dijital çağda şiirin, bizi bize hatırlatmak adına büyük bir sorumluluk üstlendiğini hep düşünmüşümdür. Ancak bu sorumluluğu günümüzde kimin devralacağına dair endişelerim hep baki kalmıştır.

Bir kadının dişiliğini yok etmeden varlık gösterebilmesi hiçbir dönemde kolay olmadı bu evrende. Haklarını çok geç ve zor elde eden kadınlar, hem uzmanlık yaptıkları alanda yükselebilmek, hem var olabilmek için öncelikle çetin bir mücadele döneminden geçtiler. Bizde varız, bizde söz sahibiyiz, başarmak istiyoruz dediklerinde karşılarına çıkan erkek egemen toplum anlayışı yıldırmadı onları. Onlarcası var başarıyı tırnaklarıyla elde eden ama burada sadece beş tanesinin hayatına yakından tanık olabileceksiniz.

Lyman Frank Baum’un, “Basmakalıp cin, cüce ve periler ortadan kalkmalı,” diyerek yazdığı Oz Büyücüsü’nde Dorothy’nin mucizelerle dolu yolculuğu anlatılıyor. Şiddetli bir kasırgada evi Oz Diyarı’na uçan Dorothy, Kansas’a dönmek için akla hayale gelmeyen zorluklarla mücadele eder. Kötü cadılar, dev canavarlar ve hareket eden ağaçlar bırakmaz küçük kızın yakasını. Fakat Dorothy’nin sırtını dayayacağı dostları vardır; Teneke Oduncu’yla, Korkak Aslan’la, Korkuluk’la birlikte girişir mücadeleye. Dileklerini gerçekleştirmek için sarı taş döşeli bir yoldan Zümrüt
Şehir’e ve Oz Büyücüsü’ne ulaşmaya çalışan kahramanlarımızın esrarengiz serüvenine siz de katılmak istemez misiniz?

Juan Pablo adlı (evet, tanıdık bir isim) Meksikalı bir öğrenci, karşılaştırmalı edebiyat doktorası yapmak için sevgilisi Valentina ile birlikte Barselona'ya uçmak üzereyken, birdenbire, “üstün” ticari zekâya sahip “girişimci” kuzeninin kolay yoldan köşeyi dönme planına dâhil olur. Plan yolunda gitmiyor olacak ki kuzeni narkotrafik suç örgütü tarafından kaçırılır. Gangsterler, müthiş “ikna yetenekleri” ile Juan Pablo'nun onlar için çalışması gerektiğini söylerler. Görevi mi? Yolsuzluk yapan bir politikacının kızını, Laia'yı, kendisine âşık etmek...

Gülümseme, sevincin tezahüründen çok daha fazlasıdır. Gülümseme, bizi birbirimize bağlayan güç ve birçok rahatsızlığın da tedavisidir. Nabzı yavaşlatır, kan basıncını düşürür, stres hormonu seviyelerinde düşüş sağlar. Ne kadar çok gülümsersek o kadar mutlu oluruz. Isabelle Crouzet, mucizevi bir reçete olan gülümsemenin peşine düşüyor ve bizlere gerçek bir gülümsemenin neleri değiştirebileceğini gösteriyor. Psikolojik, nörobilimsel ve sosyolojik bağlamdaki bilgilerin kişisel anektodlar ve gündelik hayattan örneklerle harmanlandığı Gülümsemenin Kitabı, gülmeyi iyiden iyiye ihmal ettiğimiz şu günlerde bizlere unuttuklarımızı hatırlatıyor.

Kendi döneminde kadınların hapsolmaya zorlandığı fantezi dünyası yerine sıradan insan hayatının karmaşasını gözler önüne seren George Eliot, İngiliz edebiyatının başyapıtlarından biri olan Middlemarch’ta bireysel trajediler, küçük başarısızlıklar, küçük zaferler, sıkıntılı evlilikler ve seçimlerin önemi gibi meselelerle aslında sadece bir kasabanın sakinlerine değil, tüm insanlığa ışık tutuyor. Umutsuz bir evlilik yapan Dorothea, yanlış seçimlerinin bedelini ödeyen genç doktor Lydgate, kimsenin sevmediği Bulstrode, hayal kırıklıklarıyla savaşan Fred Vincy ve daha nicesi. İdealizmin, hayal kırıklıklarının, aldatılmanın, sadakatin, engelleri aşmaya çalışan evliliklerin klasikleşen romanı Middlemarch’ı Ünal Aytür’ün özenli çevirisiyle yayımlıyoruz.

Alan Querry, kızı Vanessa doktorası için Amerika’ya gittiğinden beri onu ziyaret etmeye fırsat bulamamış, bunun yerine başarılı bir müteahhit olarak İngiltere’deki işlerini büyütmekle meşgul olmuştur. Londra’da hırslı bir müzik prodüktörü olan öteki kızı Helen ile Vanessa zamanla birbirinden uzaklaşmış, iki kardeş –ama özellikle de artık felsefe dersleri veren Vanessa– anne babalarının boşanmasını ve annelerinin ölümünü hiçbir zaman tam anlamıyla atlatamamıştır. Dönem dönem depresyonla boğuşan Vanessa’nın ciddi bir krizin eşiğinde olabileceğini öğrendiklerinde, Alan ile Helen erteledikleri ziyaretin zamanının geldiğini anlar. New York’un dışındaki Saratoga Springs’de, karın hiç durmadan yağdığı bir haftalık ziyarette Querry ailesinin üyeleri bazı hayati sorularla kendi yordamlarınca yüzleşecektir: Yaşama uğraşı neden bazı insanlardan daha fazla çaba talep eder? Mutluluk, aile içinde eşitsiz dağıtılmış bir lütuf mudur, yoksa insan mutlu olmayı öğrenebilir mi? Hayatı yaşamakla hayat üzerine düşünmek arasındaki denge nasıl kurulur? Vanessa’nın en sevdiği felsefecilerden birinin dediği gibi “yegâne ciddi girişim yaşamak”sa eğer, iyi bir hayat ne şekilde yaşanmalıdır? Günümüzün en önemli eleştirmenlerinden James Wood zarif ve duyarlı romanı İyi Bir Hayat’ı bu soruların etrafında örerken, bir Eski Dünya’lının gözünden yer yer komik, yer yer alışılmamış izlenimlerden oluşan bir Amerika portresi de sunuyor.