FIT (Fashion Institute of Technology); Elsa Schiaparelli’nin şok edici pembesinden Christian Dior’un masumane kokteyl elbisesine,Claude Montana’nın sıcak tonlarındaki etek ceketinden Comme des Garçons’un punk tasarımına, 80’e yakın parçayı bünyesinde buluşturuyor. 18’inci yüzyıldan bugüne,pembenin tüm tonlarındaki kıyafetleri bir araya getiren sergi,tarihsel bir moda yolculuğunun ötesinde pembenin taşıdığı ön yargılara, pembeyi kız çocuklarla özdeşleştiren cinsiyetçi yaklaşıma, kültürel klişelere de karşı çıkıyor. Pembenin sadece 20’nci yüzyıldan itibaren kadınla erkek arasında sınırlar çizmeye başladığını, çoğu kez sıkıcı bir romantizm ve masum bir çocuksulukla etiketlenen pembenin daha derin ve farklı mevzulara uzandığını gösteriyor. Serginin isminin de vurguladığı üzere bu renk, Vivienne Westwood tasarımlarında olduğu gibi punk, Chanel’in tüvit ceketlerindeki gibi pretty ve son dönemde feminizm hareketinin sahiplendiği gibi güçlü.
Getty Images Türkiye
Tonlar Savaşı
Pembe, fuşyadan pudra rengine farklı tonlarıyla sokak modasına damga vuruyor. Jeremy Scott, sonbahar/kış 2018-2019 defilesinde pembeyi sadece tasarımlarda değil,saçlarda da en eksantrik şekilde sergiledi.
Kırmızıya Yakın Pembe
Serginin birinci bölümünde pembenin, tonlarına göre aristokrat, egzotik, dişi gibi farklı kimliklere gönderme yapabildiğini ve özellikle 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar erkekler tarafından giyildiğini görüyoruz. Küçük bir parantez açalım.Renk tarihçisi ve sosyoloğu Michel Pastoureau, pembenin uzun yıllar kırmızıdan ayrıştırılmadığını, onun soluk bir versiyonu olarak tanımlandığını, savaşın, tutkunun ve kanın rengi kırmızıya benzediği için de erkekler tarafından tercih edildiğini anlatıyor. Pastoureau, tarihin güçlü isimlerinden Dante ve IV. Henri’nin pembenin müdavimleri olduğunu hatırlatıyor. Amerikalı yazar Jo Paoletti, Pink and Blue: Telling the Boys from the Girls in America kitabında da pembenin yüzyıllar boyu gençlik ve sağlıkla özdeşleştirildiğini dile getiriyor.
Sergiye dönersek, 20’nci yüzyıldan itibaren pembenin feminenleştiğine, kadınla erkeği ayrıştırmaya başladığına tanıklık ediyoruz. Pembenin küstah ve asi olduğunu söyleyen Elsa Schiaparelli’den zorlu savaş yıllarından sonra insanların ihtiyacı olduğu romantizmi New Look tasarımlarıyla yansıtanChristian Dior’a geçiyoruz. Sergi 70’lerde pembenin etkisinin azaldığını, 80’lerde dönemin modası paralelinde floresan ve parlak renklerde bir geri dönüş yaptığını, Claude Montana’nın etek ceket takımlarında çalışan kadını ve gücünü sembolize ettiğini anlatıyor.
Serginin sınırlarından çıkarsak, tasarımlarıyla kadınlara özgürlük veren Paul Poiret’nin, Chanel’in ve Yves Saint Laurent’ın kullandıkları pembede bu özgürlükçü ruhun izlerini görmek mümkün.
7 Eylül 2018’den 5 Ocak 2019’a kadar FIT’te devam edecek olan Pink: The History of a Punk, Pretty, Powerful Color sergisiyle bir yolculuğa çıktık. Sergi, kıyafetler dışında pembe oyuncuklara, bebeklere, 1950’lerden günümüze uzanan küçük kız çocuğu elbiselerine ve prenses kostümlerine de ev sahipliği yapıyor. Pembenin cinsiyetçiliği 20’nci yüzyılın başlarına uzanıyor ama 70’li yıllarda Barbie bebeklerinin satışlarının patlamasıyla, ticari stratejiler doğrultusunda cinsiyetçi kimliğini güçlendiriyor. Psychology of Color kitabı yazarı, sosyolog Eva Heller, 2000’de Almanya’da yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 25’inin pembeyi sevmediklerinin ortaya çıktığını söylüyor. Çünkü pembe ayrıştırıyor. Çünkü o toplumsal cinsiyet algısının vücut bulmuş hali. Pembe bebekler, kadını henüz çocukken ev kadınlığına hazırlarken, pembe taksi ve pembe otobüs tartışmaları eril zihniyetin cinsiyetçiliğini kuvvetlendiriyor. Zamanla pembe de (tıpkı siyahın artık yas rengi sayılmaması gibi) kadın kimliğinin göstergesi olmaktan çıkacak. Bu arada sergiyi gezip pembenin gücünü görün. Onu sevip sevmemek
size kalmış.
YAZI: SELİN MİLOŞYAN
ELLE EYLÜL,2018 sayısından alınmıştır.