Alexander McQueen: Efsanenin Ardındaki Dram
Hayallerimin modacısı, karanlıkların prensi, tasarımın ilahı,...


#text>HER ÖLÜM BİRAZ ŞÜPHELİ ÖLÜMDÜR“
Parti bitince kimse seni tanımaz” sözünün modadaki canlı kanıtı olarak, içine dönük tasarımcının ölüm nedeniyle ilgili açıklama yapılmamış olsa da, Scotland Yard polisi vakayı, “şüpheli ölüm” kategorisinde değerlendirmediğini duyurdu. Sizin de öğrendiğiniz, kendini evinde asmaya karar verdiğidir. Size onun moda başarılarını anlatacak değilim; herhangi bir tık’la moda kariyeri hakkında dilediğiniz kadar bilgiye ulaşabilirsiniz. Benim sıkıntım biraz farklı. Londra Mayfair’deki evini ve dünyanın moda başkentlerindeki mağazalarını türbe gibi tavaf edenleri izlerken; tabuların yıkılmaya başladığı o an geldi. Onu kafamda çok yüksekte süslü bir tahta oturttum diye kendisini sevmekten herhangi bir bahaneyle vazgeçecek değilim; ya da kendini öldürdüğü için ona acıyıp merhamet edecek olan da ben değilim. Yine de o anne kuzusu imajını gözümde canlandırmak istemiyorum. 40 yaşında bir adam o. Tamam, erkekler annelerine daha bir düşkün oluyorlar ama bu kadarı bence onun için bile fazla. İzniniz olursa demek istiyorum ki, bence ona koyan annesinin ölümü değil; ölüm korkusuydu. Ünlü olmanın, herhangi biryerin ya da bir şeyin ilahı/gurusu sayılmanın, bence bir ölümlüde yarattığı en büyük yanılsama bu: Kendini hakikaten dokunulmaz, ölümsüz, sonsuz zannetmek. Etraftaki dalkavuk & hayran kitlesinin de büyüttüğü bu etkiyle, yer yüzünden her daim bir adım yüksekte yaşamaları normal. Anlayacağınız, en karanlık labirentlere daldıklarında bile üstlerinde taşıdıkları ve bizim “umursamazlık” ya da“cool tavır” diyerek yüceltmeye çalıştığımız bu ruh hali, tamamen kendilerini ulaşılamayacak sanmalarından olmasın? Bu nedenle ölümle karşılaştığında, yani asıl hiçbir şeyi umursamayanla, asıl “cool”olanla, yaşadığı şoku anlayabiliyorum. Ve korkuyu. Öylesine büyük bir korku ki, belirsiz bir zamanda onunla karşılaşmaktansa, kontrolü tamamen belirsiz olana vermektense, insanın kendi ipini çekmesine neden olan korku. Anlıyorum. O çok tanıdık, hepimizin içinde var olan, kendimizden bile sakladığımız. Başkalarına açık edemediğimiz en büyük korkumuz. ~ #text>
#text>BİR DEHA İÇİN SAYGI DURUŞU
Artık bir daha Alexander McQueen tasarımı giymeyeceğim. Gardırobumdakiler için bir andaç köşesi yaptım, hüznü unutana dek her akşam önünde üç dakika metal dinleyeceğim. Öldüğünü duyduklarında markanın satışlarını yüzde 1400 küsur patlatanlara da sözüm yok. Hepsini tebrik ediyorum. Keşke son satınaldıkları her bir parçayı giyerken-takarken, ölümü/istisna yapmadan herkesi bulacak o kaçınılmaz anı hatırlasalar bir an. Bizi kendimize getirebilecek tek gerçeği. Çoğu kez istemesek ve hatta ihtiyacımız olmasada, ayaklarımızın yere basmasını sağlayacak olanı. Hepsini bağrıma basıyorum. Ve beni küstüren bir söylentiyi açık etmek istiyorum. Twitter ve Facebook’ta yazılanları.Yıllardır AIDS olduğunu... Uyuşturucular cennetinde zamanelerini hiç yalnız bırakmadığını... Az da olsa, duyan/bilen vardı. Ama... Bir tek... Bir tek... Söylentiler çok ağır geliyor: Kendisinden çok genç erkeklerle birlikte oluyormuş. Korunmuyormuş. Bir kısmına AIDS bulaştırmış. Umursamıyormuş. Ölüm bazen kulağa güzel geliyor. #text>
#text>ALEXANDER MCQUEENGİYMEYEN VAR MI?
Herkes ona aşık. Tapılası tasarımların sahibi. Hollywood onsuz şimdi biraz daha hayal ürünü görünüyor. Kelimenin tam anlamıyla “rüya elbiseler”ini son yıllarda Nicole Kidman, Penelope Cruz, Rihanna, Sarah Jessica Parker, Kate Moss ve Lady Gaga gibi çok sayıda ünlünün üzerinde, özellikle Oscar gibi “kırmızı halı” gecelerinde izlemekten zevk aldığımız tasarımcı, ailemizin parçası gibiydi. #text>
SON HABERLER