KADININ HALA ADI YOK!

Doğar doğmaz hayal kırıklığı

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 10 Mart 2014
KADININ HALA ADI YOK!
Doğar doğmaz anne ve babasının hayal kırıklığına açıyor gözlerini kız bebek. Sadece kız olduğu için annesine suçluluk duygusu yaşatan, eğitimden mahrum bırakılan, yalnızca iyi bir eş ve anne olma amacıyla yetiştirilen kadının tarihi, ne yazık ki olumsuzluklarla dolu. Değersizleştirilen, ayrımcılığa uğrayan, erkek karşısında ötekileştirilen kadın imgesi; bugün ne yazık ki hala devam eden eşitlik mücadelelerinin önündeki en önemli engel olarak sunulmaya çalışılıyor.





Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2011 yılında 257 kadın öldürüldü, 102 kadın tecavüze uğradı. 2012'nin ilk altı ayında 100'e yakın kadın hayatını kaybetti, 2013'ün ilk üç ayında 47 kadın öldürüldü. Nisan ayında 27, Mayıs'ta 16, Haziran'da 16, Temmuz'da 18 kadın cinayete kurban gitti. Ayrıca Dünya Ekonomik Forumu kadın-erkek eşitliği raporuna göre, 135 ülke arasında 122'nci sırada yer alan Türkiye'de, her gün en az beş kadın şiddete uğruyor ve hayatını kaybediyor.~Elbette bunlar gibi bir çok kadın haklarını yok sayan olay, “Türkiye nereye sürükleniyor?” sorusunu da getiriyor gündeme ve böylece kadın-erkek eşitliği için önümüzde kat edecek daha uzun yollar olduğunu tekrar hatırlıyoruz.





Haziran 2013'te İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan “Kadınların En Güzel Tarihi”nde Nicole Bacharan, dört önemli akademisyenle yaptığı röportajlar paralelinde kadının tarihini inceliyor. Bunlardan College de France'ın onursal profesörü Françoise Heritier, bütün toplumlarda “kadın doğası” diye bir şeye inanıldığını söylüyor. “Kadınlar zayıf, aptal, meraklı, pek güvenilir olmayan, geveze, kıskanç, aklı havada, mantıksız ve histerikler! Yahut da o kadar olumsuz olmayan bir nitelendirmeyle kırılgan, yumuşak, saf ve utangaçlar. Bütün bu özellikler ‘doğalarında var.' Dolayısıyla ‘doğası gereği' güçlü, mantıklı, iradeli ve cesur erkek cinsinin kadında bulunan olumsuzlukları denetim altında tutmak için egemen konumda olması uygundur. ~“Bu inanış, şüphesiz kültüreldir ve kültürel olarak aktarılır.” Heritier'nin “cinsiyetler arası değer ayrımcılığı” olarak tanımladığı kavram, kadın bedeninin denetlenmesinin meşru gerekçesi sayılması fikri, bugün de özellikle bizim gibi ataerkil toplum yapısına sahip ülkelerde egemenliğini koruyor.





Fatmagül Berktay, Hristiyanlık'ta ve İslamiyet'te kadının statüsünü incelediği “Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın” kitabında, her üç tek tanrılı dinin ortak özelliğinin kadın bedeninin denetlenmesi olduğunu vurgularken; İslamiyet'in farkını, ne şekilde diğer dinlerden ayrıştığını şöyle anlatır: “İslamiyet, diğer iki tek tanrılı dinle aynı geleneği paylaşmakla birlikte; tektanrıcılıkla ataerkil düzen arasında en başından beri var olan yakın ilişkiyi mantıksal sonuca vardırarak Kuran'ın buyrukları biçiminde mutlak ve değişmez kılar.”~Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi, Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Serpil Üşür, “Din, Siyaset ve Kadın” kitabında, “Kadının örtünmesi, aslında cinslerin tecridi ilkesinin bir uzantısıdır ve bu inanç da, cinslerin özgürce bir arada bulunmasının tehlikeli olduğu varsayımından kaynaklanmaktadır” diye yazar.





Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümleri Derneği'nden Pınar İlkkaracan, kadına karşı şiddetin temelinde kadın-erkek eşitsizliğinin yattığını söylüyor. “Türkiye'de kadına karşı şiddet, dolayısıyla kadın cinayetleri azalacağına artıyor. Bunun sebebi de kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik. Kadın-erkek eşitliği için temel adımlar, Türkiye'nin imzacı olduğu uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş. Bu anlaşmalar hükümetlerin, kadınla erkekler arasında ekonomik, siyasi ve toplumsal konularda fiili eşitliği sağlamakla yükümlü olduğunu belirtiyor. Hükümetin bunu sağlamak için tüm bakanlıkları içeren ve belli bir zaman planı içerisinde gerçekleşmesi hedeflenen bütüncül bir eylem planını yürürlüğe koyması gerek.”~Muhafazakar yazarlarımızdan Cihan Aktaş, “Kadın, beden, sokaklar” başlığıyla, 2 Ağustos 2013 tarihli, Dünya Bülteni sitesinde yayımladığı yazısında şöyle diyor: “Hamilelik iznini 16 haftadan 24 haftaya çıkaran bir tasarı gündemdeydi ben bu yazıyı yazarken. Fakat bu izinden yararlanamayacak şartlarda çalışan pek çok hamile kadın var ve bu kadınların azımsanamayacak kısmı, eşlerinin arabasına binerek gezintiye çıkma şansına sahip olmak bir yana, işe gidip gelirken koştura koştura metro ve otobüs gibi kitle ulaşım araçlarını kullanmaya mecbur kalıyor. İnançer Hoca'nın hamile kadın-sokak ilişkisi üzerine cümleleri, eleştirilerimiz mahfuz olmakla birlikte daha temelde bir sorunun, modern kentin kadınların özgürce gezinmesine izin vermeyen yapısının üzerinde düşünmek açısından bir yol açabilse keşke...” diyerek bu konuya dikkat çekiyor.~Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fatma Barbarosoğlu ise, 29 Temmuz 2013 tarihli, “Ekrandan Edeb Dersleri/Üslup Üzerinden Yüzleşme” başlıklı yazısında, İnançer'in bir tasavvuf düşünürü olarak dışlayıcı bir dil kullanmasını eleştirirken; bu dilin çalışan hamile kadınlar için yaralayıcı olduğunu dile getiriyor.





Kısaca, iktidarın durmadan kadın bedeni üzerinden politika üretmesi, kadına düşman söylemlerle erkek egemenliğini meşru kılması kadına karşı şiddeti de artırıyor. Cinsel saldırıya uğrayan, uluorta eşleri tarafından dövülen ve öldürülen kadınların hikayelerini çok sık duyar olduk son günlerde.





Sonuç olarak; Hristiyanlığın kadınlara yakıştırdığı “insan ıstırabının kaynağı, baştan çıkarıcı Havva” nitelemesi, İslamiyet'in bütüncül ve teokratik yapısının bireysel tutkularla eşdeğer görülen kadını, düzeni bozucu bir unsur olarak yaftalaması ve ataerkil sistemin kurumsallaşmasıyla kadın; hep biyolojik özellikleri bağlamında bireysellikten ve öznellikten yoksun, erkek tarafından “korunmaya” muhtaç, ona bağımlı, “denetlenemez cinselliği” yüzünden baskı altında ve “içeride” tutulması gereken “eksik” bir varlık olarak görüldü. ~Kanunlarla sağlanan kadın-erkek eşitliği, dinin ve geleneklerin ayrımcı güdümünden çıkıp tüm toplumca benimsenmedikçe; en önemlisi cinsler arası eğitim eşitliği sağlanmadıkça Türkiye, kadınlar için yaşanması zor bir ülke olmaya devam edecek. Erkeklerin kafa yapılarının değişmesi dışında kadınlar da anatomik özelliklerinden bağımsız olarak kadın olmayı öğrenmeli, özgüvenlerini yenilemeli ve en önemlisi erkek egemen mantığını savunmaktan, kraldan fazla kralcı olmaktan vazgeçmeliler.



Selin MİLOŞYAN

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.