ÜMİT’İN KANATLARI

ÜMİT'İN KANATLARI

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 09 Temmuz 2014
ÜMİT’İN KANATLARI






Bu röportaj ve çekim için bir araya geldiğimizde uzun zamandır görüşemiyorduk. Sıkı sıkı birbirimize sarıldığımızda, daha dün birlikteymişiz gibiydi. Son gelişmeler kısaca özet geçildi, sessizlikler, kahkahalar oldu ve ben Sıla Güven olmaktan çıktım ya da onu yeniden buldum; bir tacirinkini andıran gömlekleri, pantolonları giydim, beyaz bir elbisenin içinde 21 gramlık ağırlığımı hissettim, Ümit Ünal kadını oldum... Evimde, bedenimde, ben her kimsem oydum.





ÖZGÜRLÜK MÜ, YALNIZLIK MI?


Özgürlük kelimesi Ümit Ünal tasarımlarının neresine dokunuyor?


Çok uzun zamandır, inanarak yaptığım işlerin alıcısını bulup bulmayacağını sorguluyorum ve bu işi yaptığım kardeşlerimle ve moda dünyasıyla bir savaş veriyorum. Evren hep “evet” yanıtını verdi. Sana benzeyen paralellik kurduğun insanlara değiyor yaptıkların. Bu sebeple birçok tasarımcıdan daha özgür hissediyorum. Oyunu kuralına göre oynamadım. Hissettiğim zaman yaptım, hissetmediğimde yapmadım. Tasarımlarım, “istediklerinde” sahiplerini buluyorlar. Bu günlerde ülkede özgürlükler ve özgürlük anlayışları çok tartışılıyor. Bir ruhun özgür olabileceği kadar özgür tasarımlarım ve onların bir devleti ve cumhuriyeti olmadığı için bir insandan daha özgürler. Bir ruh gibi ölçemeyeceğin özgürlükteler. Bir filmde 21 gram olarak tartmışlardı ruhu. O 21 gram aslında kendi ağırlığımızdan çok daha ağır. Uçma yetisi olan bir özgürlük bu.





Peki özgürlük yalnızlığı getiriyor mu?


Yaratıcı bir insan için yalnızlık, yanında bir insanın olmaması ya da bir insanla konuşamamak gibi. Seninle bunca yıl sohbet ederken, filmlerle ilişkilendirdik hep konuştuklarımızı, yine öyle yapmak isterim: Cast Away filminde, adam ıssız adaya düşer ve bir topun üzerine surat çizer. Bir gün sinirlenip fırlatır ve uzaklaştığında da ağlamaya başlar. Özgür olduğunda yalnız oluyorsun; ama bu yalnızlığın içinde çoğalıyorsun. Objelerin, kitapların oluyor... Seçtiklerin senin o kocaman dünyanı oluşturuyor. Ben hiç yalnız değilim. Hayatı benim gördüğüm şekilde gören bir kamera olsun ve göstersin çok isterdim.





Mesleki anlamda bunun yansımaları nasıl oluyor?


İngiltere'den ciddi bir talep gelmeye başladı Ümit Ünal markasına. Katıldığım tanıtımlarda yanıma gelen insanların tıpkı senin gibi arkadaşlarım olduğunu düşünmeye başladım. İngiltere'den Jules, Galler bölgesinden Helga mesela... 40'lı yaşlarında saçlarını hiç boyamayan çok güzel kadınlar bunlar. Bu yılın en iyi siparişlerini onlardan aldım. Helga ilk defa bir Türk tasarımcıyla çalıştığını söyledi ve şöyle açıkladı: “Bizim için iyi bir tasarımcı bizim dünyamıza dokunabilendir.” Anlıyorum ki ürünlerimdeki yalnızlığa birileri sahip çıkıyor. Özdemir Asaf çok iyi işlerdi yalnızlık konusunu. Yalnızlığı çok iyi hissettikleri için yüzleşiyorlar ve birbirlerini buluyor, anlıyorlar.





DOST ACI SÖYLER


Türkiye'de son yıllarda o kadar çok tasarımcı çıktı ki, bazılarını tanımıyorum bile. Hepsi arkadaş, bir arada hareket ediyor ve “dost acı söyler” durumuna yaklaşmıyor. İşlerine bakınca özgür olmadıklarını görüyoruz. Elbette birkaç isim bu grubun dışında. Merak ettiğim bu bir arada olma hali, aslında tek başlarına kaldıklarında vasıf olarak yetersiz olduklarının ortaya çıkabileceğinin korkusundan mı kaynaklanıyor?


Yaşadıkça kendi içinde çoğalıyorsun. Karşındaki insanla oturup konuştuğunda onun neyi, ne kadar anladığı değil; ne kadar algılayabildiği önemli. Bilgi, edinilebilir bir şey ama algılama biçimini insanın çoktan oluşturmuş olması gerektiğine inanıyorum. Ben denedim ve hala deniyorum. Hem Moda Tasarımcıları Derneği, hem de seninle birlikte etüt ettik İstanbul Moda Haftası'nı. Bazı şeylerin büyümemesi gerek; çünkü hacmi zaten belli. Bu ülke bir moda ülkesi değil. Konu giysinin ifade edilmesiyse, bunu dünyada yapan çok iyi tasarımcılar var. Dahil olabilmek için onlardan farklı sözler söylüyor olmanız ya da onların söylediği sözlerin niteliği kadar ortaya koyuyor olmanız gerek.~

Dünya modası Türkiye'ye baktığında ne görüyor?



Son MTD toplantısında, başkanlık seçimi sırasında iki kuşağı da hedefleyerek şöyle dedim: “Biz bu ülke içerisinde birbirimizi kandırabiliriz, moda üstüne konuşabiliriz ama dünya bu ülkeye baktığında onlara enteresan gelen bir moda sözümüz ya da bir moda formumuz yok. Yapmamız gereken, bir an önce -bu bürokrasi ve dernek işleriyle uğraşmanın dışında- kendi koleksiyonlarımız ve kreatif yanımıza dönüp onları eleştirip kendi kendimizi aşarak iyi şeyler çıkarmak.” İşte tam o anda, az önce bahsettiğin yalnızlığı hissettim. Çünkü söylediklerimin karşılığı agresif şekilde geldi. Halbuki ben doğru bir şey söylüyordum. Bugün gittiğim duraklarda birçok müşterim, ülkedeki moda haftasına ve bahsettiğin moda tasarımcılarını tanımak için geldiklerinde sorguluyorlar. Yaratılan formları, kupları, renkleri birbirine çok yakın görüyorum ve bu söylemleri dinlerken bazen çok soğuyorum. Çünkü bir bütünün parçası olmak insanı daha dayanıklı kılar, evet; ama tek başına var olmayı seçiyorsan eğer, tek başına bir bütün olmayı da başarabilmelisin.





İŞÇİ VE TASARIMCI


Dünya vatandaşı bir tasarımcı olmak Londra, Paris, Milano ve New York'ta defile yapmak mı demek? Bu algılama şeklini, 90'larda Türk popçularının yurt dışına açılma telaşlarına benzetiyorum. Ya da şöyle sorayım; şimdi moda olan dünya vatandaşı olmak mı?


Modanın gün geçtikçe daha da sığlaştığını düşünüyorum. Yeni dünyanın kodlarıyla ilgili birçok meslek grubu oluşmaya başladı. İletişimle ilgili çok fazla meslek grubu ortaya çıktı. Gezi olaylarında sosyal medyanın ve bahsettiğim bu yeni oluşumların ne kadar zekice kullanıldığı ve ne kadar pratik olduğu tartışıldı. Böyle baktığımda yeni dünyanın içindeki kodlarda iyiliği görebiliyorum. Ama işin içine moda girdiğinde, henüz ilk koleksiyonla bu sosyal ağların kişiye bir popülerlik kazandırmasını doğru bulmuyorum. Uzakdoğu ve Hong Kong satışlarım çok önemliydi. Japonya ve Çin de aynı şekilde. Londra, Paris ve Milano kolay bir ezber. Bu şehirler aslında çoktan değişti. Mesela Berlin daha önemli. Belçika, Berlin, Kore ve Çin'deki tasarımcılar, işçi olduklarının farkındalar. Bizdeyse çalışkanlık hissetmediğim için yapılan işlerin buradaki şovenizme hizmet ettiğini düşünüyorum. Geçerliliği olmayan bir haritayı -üstelik yaşamın tamamen değiştiği bir dönemde- takip etmenin bir anlamı olmadığını, moda kurallarının eski moda olduğunu düşünüyorum. Alexander McQueen gibi bir adamın hayata ve modaya veda etmesi, Hüseyin Çağlayan'ın sanata kayması çok şey ifade etmeli hepimiz için. Sakinliğin ve evrene teslimiyetin çok doğru olacağını düşünüyorum. Uzakdoğu ve Rusya'nın içinde olduğu bambaşka bir dil var artık.





Tasarımdaki bu tekrar sadece tembellikten mi kaynaklanıyor? Yoksa korku ve garanticilik de var mı işin içinde?


Çok iyi bir Sezen Aksu şarkısının başka bir şarkıcı tarafından yeniden denenmesinin, çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Birinin Edith Piaf gibi şarkı söylemesi, başka birinin Coco Rosie gibi bir tınıyı yakalamaya çalışıyor olması bana çok tuhaf geliyor. Evrende yeni sesler var ve aynı şekilde moda da bunu görebilmeli.


Bu gidişatın tek bir sorumlusu mu var peki?


Senin meslektaşlarına da çok iş düşüyor. Georges Perec'in kitaplarını okumadan önce Enis Batur'un “Perec Kullanma Kılavuzu”nu okusanız iyi olabilir. İşte tam bu noktada siz moda yazarları çok önemlisiniz çünkü emeğin nasıl okunması gerektiğiyle ilgili, tasarımcıların doğru desteğe ihtiyacı var.





SILA GÜVEN

SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.