Kaldırımları dolduran onlarca fotoğrafçının, davetlileri defilelere girerken ya da çıkarken 30 saniyede çektiği fotoğraflar kocaman bir yan sektör oluşturdu moda dünyasında. Sonra birden ekran karardı, sokaklar boşaldı. Artık ne gidilecek bir defile, ne de ilham alınacak sokak stili ikonları kalmıştı. Sahi bakmaya doyamadığımız sokak stiline ne oldu?
Bir zamanlar konuştuğumuz bir konu vardı, sokak stilinin sonu mu geldi? Artık çok az insan gerçekten otantik bir şekilde giyiniyor, geri kalan herkes fotoğraflanma derdinde, sadece kendisine gelen hediyeleri giyinen bir influencer’a dönüştü diye dertlenirdik. Bilemezdik ki dünyanın başına Covid-19 diye bir şey gelecek ve sokak stilini gerçek anlamda sonlandıracak. Geleneksel moda sistemi her anlamda değişirken tabii ki sokak stili de bundan etkilenecekti. Endüstrinin oyun ve şov alanı sokak stili olmadan bir moda dünyası tabii ki düşünülemez. Aklımızdaki soru şu: Limitli bir sosyal hayatımız varken nasıl giyinmeli? Sahi giyinmek nasıl bir şeydi ki? Sokaklar sessizleştiyse de hâlâ takip etmemiz gereken trendler, ilham alabileceğimiz insanlar var. Modaevleri koleksiyonlarını göstermek için dijital bir yol buldu, tabii ki influencer’lar ve sokak stili yıl dızları da kendi yollarını bulacaktı. Birçoğu online defileler başlamadan hemen önce kendi evlerinden hatta kapılarının önünden poz verdi. “Defileye gitsem bunu giyerdim” yazıyordu post’larının altında. Tek fark bu kez ne gidilecek bir defile ne de poz verilecek bir fotoğrafçı olmamasıydı.
Moda dünyasını canlandıran ve demokratikleştiren en önemli unsurlardan biri oldu sokak stili ve sayesinde yaratılan iş kolları. “Stiliniz sayesinde tüm özgüveninizle sokakta yürüyebilirsiniz. Stil sahibi olmak, bir yaşam tarzıdır. Sabah yataktan kalkmanız için bir sebeptir. Eğer stiliniz yoksa, bir hiçsiniz” dediğinde Diana Vreeland’in hayatında Instagram diye bir gerçek yoktu. Realitesi mavi ceketli bir adamla sınırlıydı. O adamın ismi Bill Cunningham’dı. Bugün tüm influencer’ların ve sokak fotoğrafçılarının teşekkür etmesi gereken isim. İlk kez 1978 yılında New York Times için sokağa çıktığında, henüz böyle bir iş kolu yoktu. Çektiği kareler bugün takıntı haline getirdiğimiz çeşitlilik konusunda bir numaraydı. Yaşlı ve genç, şişman ve zayıf, uzun ve kısa her türde insanı fotoğraflıyordu. Aslında birebir olarak trendlere odaklanmaktansa, karakteristik stili olanlar dikkatini çekiyordu. Yaşam biçimlerini, alt kültürleri yansıtanlar onun objeleri oldu. Fotoğrafları onlarca yıl New York Times’ta yayınlandı. Yıl 2000’ler olunca birileri ondan aldıkları ilhamla bu işe soyunmaya başladılar. Bu birileri, bugün sık sık duyduğunuz isimler; Scott Schuman, Garance Dore, Phil Oh, Tommy Ton ve niceleri... Çektikleri kareleri, kendi portfolyolarını dünyayla paylaşmak için online blog’larda yayınlamaya başladılar. “Moda haftaları ne zaman bir sirke dönüştü?” Moda sektörünün teyzesi, en güçlü kritik Suzy Menkes 2013 yılında New York Times’daki yazısında tam olarak bunları sorguladı. “Bugün, defilelerin çıkışları tavus kuşlarıyla dolu. Desenlerle dolu elbiselerini, club sandviç yüksekliğindeki platform ayakkabılarla giyiniyorlar. Fotoğrafçıları görünce tüylerini kabartıyorlar.” Gerçek stil sahibi olanlarla, bu işi şova dönüştürüp gösteri yapmak isteyenler arasında kaldık yıllarca. En büyük derdimiz bu sirkin destekleniyor olmasıydı. Sonra o dönemin blogger’ları bugünün influencer’larından yanıt geldi: Modanın demokratikleşmesi sizi neden bu kadar rahatsız ediyor? Böylece sektörde bambaşka bir dilemma ortaya çıktı. 2008 yılında Marc Jacobs ilk defa, çantalarından birine ünlü olmayan birinin adını verdi; Bryanboy. Ve sokak stili ikonlarının neredeyse sponsorlukla giyindiği günler başlamış oldu. Otantiklik ve karakteristik özelliklerin yansıtılması için çıkılan bu yol bambaşka bir hale büründü. Ve bu meslek 2010’lu yıllarda altın çağını yaşamaya başladı. 2020’ler geldiğinde anladık ki yeni bir formata bürünecek.
“Couture moda haftasını evde nasıl geçiriyorum? Giambattista Valli elbisemle” diye post atan Chriselle’den, “Bugün Chanel günü!” diyen Linda’ya... Veronika Heilbrunner ise dijital moda haftaları sayesinde bir aylık valizini boşaltmak zorunda kalmadığından ve şovlara geç kalmak gibi bir durumun ortadan kalkmasından çok mutlu olduğunu söylüyor.
Yazı: Serli Gazer Boyacı
Fotoğraflar: Getty Images Türkiye
ELLE Türkiye Nisan 2021 sayısından alınmıştır.