ŞİDDET HER ZAMAN GÖZLE GÖRÜLEN BİR ŞEY DEĞİL

Cinayet, aşağılama, iyiye değil, kötüye layık görme, hakaret, kalp kırmak, susmak… Sayı olarak her gün birer birer azalırken, aslında en çok birbirimize ihtiyacımız var.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 03 Eylül 2020
ŞİDDET HER ZAMAN GÖZLE GÖRÜLEN BİR ŞEY DEĞİL

Cinayet, aşağılama, iyiye değil, kötüye layık görme, hakaret, kalp kırmak, susmak… Sayı olarak her gün birer birer azalırken, aslında en çok birbirimize ihtiyacımız var. Yaralarımızı göstermeye, onarmaya, düşeni kaldırmaya, susmamaya…

Mustafa Çakan, beş yıldır birlikte olduğu Hacer Göral’ı Antalya Kozağaç mevkisine getirdi. Yol kenarında durdular, otomobilden inip bir ağacın altına oturup aldıkları kavunu kesip yemeye başladılar. Aralarında basit bir mobilya tartışması yaşanırken, Mustafa kavunu kestiği bıçakla Hacer’e saldırdı. Hacer can havliyle otomobile kaçtı. Ancak Mustafa bıçağı art arda Hacer’e sapladı. Hayatta hiçbir ağacın altı uğursuz, tekinsiz olmazken o ağacın gölgesinde Hacer hayatını kaybetti, üç çocuğu o gün annesiz kaldı.

Turgut Özkaraca ve karısı Ayşe kurdukları meze sofrasında muhabbet ediyordu. Rakılarını içerken ne olduysa, bir şeylerden tartışmaya başladılar, belli ki meze tabaklarından birinde yedi kat ellerin geçimsizliği vardı. Turgut masadan kalktı, gitti, içerden tabancasını getirdi ve karısının şakağına dayadı. Nasıl bir tesadüfse namluda kurşun olduğunu unutmuştu, tetiği çekince tabanca patladı, Ayşe öldü. Sorduklarında ‘Aslında tek amacım onu korkutmaktı’ dedi. Tabağın içinde erimiş buzların, yarısı içilmemiş bardakların, kurumuş mezelerin bulaşığını ertesi gün kim bilir kim yıkadı?

Vedat Akça, kendisine sigara parası vermeyen, beş aylık hamile karısı Nuray’ın boğazını bıçakla keserek öldürdü. Kamil Gelgör karısı Aysel’i otobüs durağında, göğsünden sekiz bıçak darbesiyle öldürdü. Mustafa Öztel, karısı Ayda’yı kemerle boğarak öldürdü. Özdemir Serin, karısı Gülseren’i banyoda baltayla kafasına vurarak öldürdü. Duran Cankurt, dayaktan kaçıp yakınlarına sığınan eşi Necmiye’yi ‘Gel barışalım’ diye eve çağırmış, kapıdan giren karısını bıçaklayarak öldürmüştü. Bahar Özcan, nüfusa kayıtlı ismiyle Sonbahar, iki çocuk annesiydi. Kocası Ünal karısının kendisini aldattığından emindi, çünkü telefonuna çok bakıyordu. Gece Ünal’ın gözüne uyku girmedi, sabaha karşı karısını uykusunda boğazını sıkarak öldürdü. Sonbahar olarak öleceğini biliyormuş gibi Bahar yaptığı ismi de hayallerine yetmedi.

Sanki tüm bunlar aynı ülkede, aynı suç mahallinde, tek bir katilin elinden çıktı. Katillerin hepsi mahkemedeki savunmalarında, ‘Pişmanım hakim bey. Çok seviyordum onu, o da beni’ dedikleri kadınları sırf kadın oldukları için öldürdüler. Gazetelerin ana sayfasında bir köşeye sıkıştırdıkları kadınları, üçüncü sayfalarına ‘Böyle vahşet görülmedi’ diye taşıyan medya, habere ekledikleri fotoğraflarda kadınların yüzünü saklamayıp, isimlerini açık açık yazarken, katillerin yüzünü buzladı, isimlerini sakladı. Bunun da bir tür şiddet olduğunu bir gün bile gündemine almadı. Şiddet her zaman gözle görülen bir şey değil! Bunu her kadın bilir. Aşkın, sadakatin, arkadaşlığın kılık değiştirebildiğini, aşk sözcüklerinin boncuklar gibi dağılıp küfüre dönebileceğini, pahalı hediyelerin, beklemediğin anda gelen ilginin bedel ödetmeye varacağını, dökülen gözyaşlarının her zaman masum olmadığını bilir. Her kadın, bu ikiyüzlülüğün ortasında bu cinayetlerin tek bir kişinin elinden çıkmadığını, bu yangının kundakçısının bir kişi olmadığını ve aynı zamanda azmettirenlerin, kundakçıların da hesap vermeyeceğini bilir.

BİZİM KENDİMİZE YAPTIĞIMIZ…

Kadın düşmanı iktidarlar, kadını canı nasıl isterse öyle harcayan medya, sırf sevilmek, beğenilmek uğruna, kendini bir ödül gibi sunan, ‘Bütün kadınlar onun peşindeydi, o beni seçti’ diyerek hayatının hazinesi sandığı adamın hayatı ona zindan edeceğini bile bile evlenenler ve hatta sırf onu seçti diye ona layık olabilmek için kendini unutan kadınlar, hayatlarındaki erkeklerin bitmeyen ergenlik halleri, erkeklik krizleri kendilerinde fiziksel veya ruhsal yaralara yol açtığı halde, ‘Benim ağrı eşiğim yüksek’ diye dolaşanlar, ‘Bekarlık sultanlıktır’ lafının erkekler için değil kadınlar için yazıldığını hâlâ fark edemeyenler, evliliği karadan denize gemiler indirmişçesine zafer sayanlar…

BİZİM BİRBİRİMİZE YAPTIĞIMIZ…

Bu dünyanın en gereksiz kurumunu beceremeyenleri bakışlarıyla aşağılayanlar, boşanmış arkadaşını evliyken onaylayıp, boşandıktan bir gün sonra bir virüs gibi görmeye başlayanlar, arkadaşını sarıp sarmalamak yerine, arkadaşının boynuna ‘O da geçimsizin teki’ ipini geçirenler, o ipin bir gün kendi ayağına dolaşmayacağından, aldatılmayacağından, bankadaki parası kadar terbiyesizliğinin de haddi hesabı olmayan adamlarla sürdürdükleri hayatın kalıcılığından emin olanlar, kusuru hep hemcinsinde arayan yakın, uzak, arkadaşlar, akrabalar, eşşek kadar oğluna suni gözyaşlarıyla bakıp ‘Ben onu 18 ay emzirdim’ deyip hâlâ oğlunu memesinden ayıramayan, gelininden bir tane iyi kelamı esirgeyip, gelinine, oğlunun nişanlısına oğlunun sefaletiymiş gibi davranan kaynanalar, gözünü kariyer hırsı bürümüş, başkasının mutsuzluğundan beslenen, başkasının başına gelen güzel şeylere tahammül edemeyen, senin kariyerin bitsin diye ‘Senin kocan çok kazanmıyor mu? Bırak allah aşkına çalışmayı, keyfine bak’ diyen, arkadaşlığı bir poker masası gibi gören, arkadaşını korkutup oyundan çektirmek için blöf yapanlar, kendini akıllı diğer herkesi aptal sananlar, bir kahve içiminde sadece kendini anlattığından, insanı içini dökmekten vazgeçiren kadınlar, sen içini döktüğünde aslında eline koz verdiklerin, ‘Senin iyiliğin için söylüyorum’ diye başlayan her cümlenin içini yontacağını bile bile, cevabın olduğu halde buna cevap vermeyeceğinden emin olanlar, susmanı eziklik, nezaketini siliklik sananlar, bir gün önce görüştüğü arkadaşından kirpiği bile titremeden ertesi gün çıkacağı seyahati, evine yeni diktirdiği perdeleri, çocuğun okulunu değiştirdiğini saklayan, ‘Canım inanmazsın, hiç haberim yok Cemal bize sürpriz yapmış’ veya ‘Aa yok vallahi de billahi anlattım, sen o gün biraz şeydin, duymamışsındır’ kafesini senin üzerine kilitleyen kadınlar, kendi her adımını projelendirirken sana ‘Anı yaşa’ diyenler, ‘canım sıkkın’ dediğinde, ‘gel ben seni toparlarım’ diyeceğine ‘Yoga yapsana’ diyenler, yaz ortasında kendi bahçesine de kar yağdığını gizleyenler, evladından çok elalemi önemseyen analar babalar, uzak ya da yakın aynı gökyüzünün altında nefes alıp verdiğimiz, kadınlı erkekli herkes, bu yangınların kundak toplamada iyisindir, onlar bölmede. Sen cephede durursun, onlar karargahta.

‘BU ADİSYONU KİME YAZALIM?’ DİYE SORSAN HERKES BİRBİRİNE BAKAR

Öyle bir utanmazlık çağı ki mağduriyet de mağlubiyet de hep bu kundakçıların hesabına yazılır. Soğukkanlı ve sistematik bir yalancının hikayesinde olaylara şahitlik eden tek bir kişi bile olmamasının sebebi budur. Bu mağduriyet korosu; vicdanlarda, mahkeme salonlarında kendini temize çıkarma konusunda uzmanlaştığından, hemcinsini, başka bir kadını aşağılamayı, hakareti, kalp kırmayı, kafasında şişe kırmayı, şahitsiz hallederler. Kadının beyanı geçersizdir. Kadın susmalıdır, öyle gülmemelidir, öyle giyinmemelidir, kadın illa ki bunu hak etmiş bir şey yapmıştır. Lakin artık susmak erdem değildir. Uçurumun kenarından bağırmak yetmez, o uçurumdan uzaklaşmamız gerekir.

BİRBİRİMİZDEN BAŞKA SIĞINAĞIMIZ YOK

Sayı olarak her gün birer birer azalırken, her kadının üzerine atılan toprağın birazı bizim üzerimize atılırken, bir gazete kupüründe daha içimizden birinin hayatının son bulmaması için, birbirimize silikon izlerimizi, tam göğsümüzün altındaki yarayı, göz kenarlarımıza yaptırdığımız botokslarla hangi yaralı ifadeyi silmeye çalıştığımızı göstermeliyiz. Aramızdan gücü tükenenleri yerden kaldırmazsak, yorulursak, yılarsak bu mücadeleyi kaybedeceğiz. Aklımızdan o ağacın altında kalan o kavun, o tetiği tutukluk yapmayan tabancalar, az evvel ekmeği kesen sonra bir kadının gırtlağına, kalbine saplanan bıçaklar, gazetelerden kestiği cinayet haberlerini evin salonuna yayıp ‘İçlerinden seç bakalım, hangisini tercih edersin’ diyen o adamlar, o adamların çimentolarla doldurduğu bidonlar çıkmasın. Mezarlıkların önünden geçerken radyonun sesini kıssanız da, kulağınıza kocasının vurduğu Hanife’nin hastahaneye götürülürken kocasına sessizce ‘‘Kazayla oldu deriz, korkma bir şey olmaz’ dediği anki sesi, ‘yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı’ diye biten haberler gelsin aklınıza. Yoksa hiç sönmeyen bir yangının siyah beyaz dumanıyla kalacağız baş başa.

YAZI: ELİF KEY


SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.