UĞUR YÜCEL: ''EN MUHTEŞEM YETENEK ŞÜPHEDİR''

Ne yaparsa gönülden yapıyor! Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük artistlerinden Uğur Yücel’le, yeni dizisi Nefes Nefese’den hemen önce bir araya geldik.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 04 Eylül 2018

Brad Pitt’e bir röportajında kendisini başarılı bulup bulmadığı soruluyor ve yanıtı “Keşke adımı değiştirebilseydim” oluyor. Siz hiç böyle hissettiniz mi, diyorum Uğur Yücel’e. Dünyanın en saçma sorusuyla başlıyor röportaj. “Bence Brad de Pitt de çok uyumlu. Baba akıllıymış. Kızarmış ekmek gibi bir isim. Mesela benim adımı insanımız hiç benimsemiyor. Uğur Bey yok. Yücel Bey var. Uğur’u hiç sevmiyorlar. İnceltilmiş ekstrem bir eeeee harfiyle Yücel Bey diyorlar. Beni mi yüceltiyorlar bilmiyorum. Ama 20 milyon Yücel Bey diye karşılıyor. İsim arayıp tarıyorlar. Babam Umur olsun diyor. Anam Onur. Sonuçta Uğur ismi yakıştırılıyor. O yüzden bir abisi olarak diyebilirim ki Brad, boş ver takılma. Çivi güzel isim.” Bu röportaja neden ve hangi noktada Brad Pitt dahil oldu hala hiçbir fikrim yok. Balat’tayız. Çekimden sonra masanın etrafında dünyayı kurtardığımız sohbet, çekimin kendisinden daha uzun sürüyor. Fotoğrafları yarım saatte hallettik. Oysa içeri girdiğinde poz verme konusunda rahat olmadığını söylemişti. E, Türkiye’nin en iyi oyuncularından biri de bunu diyorsa... Sonuçta poz vermek de bir tür rol kesmek. “Ne olur” diyor Uğur Yücel, “Bana poz verdirmeyin.” Emre (Güven) deklanşöre bastıkça o daha hızlı anlatıyor, en efsane oyuncular, müzisyenlerle olan anılarını. Poz verme halinden kaçıp anılarını yeniden yaşamak için dökülüyor kelimeleri. Böylece kendi gerçeklik rolüne bürünüyor. Sonra bateri takımından bir davul alıp oturuyor kameranın önüne. İçinden geldiği gibi çalıyor. Açık Radyo’da bir ara program yaptığını hatırlıyorum, meğer radyonun kurucularındanmış kendisi. “Damardan’dı programın adı. Damara basan insanları çaldım. Cazdan folklora her şey. Hayata dokunan, gönlümüze dokunan her müzik vardı.” Biraz araştırınca 90’larda yazdığı sözler ve besteler çıkıyor ortaya. Şiir gibi. Bugünün pop müzik anlayışından çok uzak. Akıl dolu, aşk dolu sözler. “Pek görünmeyenler var. Mesela resim ve müzik. Müzisyen olarak çok az gözüktüm. Resim? Ancak yakınlarım biliyor. Bana yakıştırılan tarifler bir tür özet. Çok soran, soruşturan, kuşkulu, şüphe içinde biri olduğum için kendimi bütünleyemiyorum. Şimdi bunları söylerken kendimle manasız bir eğlencede olduğumu açıklamam lazım değil her halde. Lafügüzaf! Ne kadar çok şey yapmamışım. Yazık!” Dese de yapmadıklarından çok yaptıkları geliyor insanın aklına. Oynadığı ve ikonikleşen roller. Senaryoları, yönettiği filmler. Uğur Yücel’i sevenler için seçmek zordur, onca film ve dizi arasında kendi favorisi hangisi merak ediyorum. “Yazı-Tura filmi her türlü eleştiriye açık biri olarak ve kendi hatalarımı da dahil ederek yaptığım en heyecanlı işlerden biriydi. Oyuncu olarak daha tatminsizim belki. En rahat ettiğim iş Alacakaranlık dizisindeki Komiser Tahir Kemal’di.” Uğur Yücel’in ismini duyduğumda 9 yaşındaydım. Sinemada Eşkıya’yı (1996) izleyip eve geldiklerinde annemle babamın hayranlıkla ondan bahsettiğini hatırlıyorum. Sonrasında herseferinde kendine hayran bıraktıran performanslar. İnsan bir kere de kötü gününde olmaz mı? Bir kere kötü bir oyunculuk sergilemez mi? Yok. Uğur Yücel kuşkusuz bu toprakların en yetenekli sanatçılarından biri. Peki ama kendisi için gelmiş geçmiş en büyük yetenek kim diye soruyorum. “Bence en muhteşem yetenek şüphedir” diyor “Şüphe ve içe bakmak. Şüphe hiç de sevimli olmayan bir şey ortaya çıkarmıştır. Akıl. Akıl insanı şekillendirdi. Bu şekilden kuşkuluyum ve şüphe duyuyorum. Hayatımız böyle değişmiş. Akılla. Anlayamadan öleceğim.” Peki bu hayata bir kez daha gelse neyi farklı yapardı? “İleriye doğru değil geri geri yürümek isterdim. Hep bir şeylerden uzaklaşarak. Bu yavaş kamera hareketine back-zoom deniyor. Farksa böyle olsun. Çocukluğun saflığına geri dönüş. Böylelikle bulunduğum yaştan itibaren rahme dönmeden tekrar ileriye doğru yürümek. Ölümsüzlük istemek de manasız. Öfff!” Ben onun oyuncu olmasa felsefeci olacağını düşünürken yine gol atıyor, “Köfteci olurdum” diyor. Bayağı ciddi. “Evet, şaka değil. Peki, şef olup mutfağa girer, muazzam yemekler çıkarırdım. 3 Michelin yıldızı verirler ve ben reddederdim. Tıpkı jüri üyesi olmayı ve onur ödüllerini reddettiğim gibi.” 

“Biz oyuncular insana ait her türlü bilgiye sahip olmalıyız. Kötü ya da iyi bir karakter canlandırmak aslında kendi ruhunuzla ilişkisiz bir bilgi. Kötülüğü seziyorsan bulunduğun yer iyidir”

Hayatla ilgili dertlerini, endişelerini, öfkelerini anlatıyor cesaretle. Daha çok ironiyle. Keşke diyorum içimden, günümüz dünyasına, sistemine sarkastik bir şekilde kafa tutacak, mizahi yanı kuvvetli bir programı olsa Uğur Yücel’in. Stand up tadında. O konuşsa, irdelese, biz dinlesek. Bunu içimden geçirirken, zaten 80’lerin sonunda stand up yaptığından haberim yok. “Stand up bir kişilik ortaya koymaktır. Yani kendi içindeki fırtınayı 

ayağa kalkarak söylemektir cesaretle. Mesela ben komiği az olan bir adamımdır. Çok az arkadaşım güler konuştuğum zaman. Ama orada zortturuk bir yer vardır. Bu mizah olarak algılanmaz toplum ölçeğinde. Kafası gidik derler en basitinden. Ben ilk stand up’çı Hıdır olarak yaptığım işle hiç eğlenmedim. Bir yalandı. Ama şimdi komik bir öfke var içimde. Bu şu demektir; komik öfkeni söze dökebiliyorsan çık sahneye. Zaman zaman düşünüyorum. Komik olmayıp karşıt olacağımı zannediyorum. Ne lüzumu var ki? Ama belki zengin olarak ölürüm. Peki, kırmayayım seni, yapacağım. İlk davetlim sen olacaksın.” Buluşma nedenimiz onu bir stand up şov yapmaya ikna etmek değil. Uğur Yücel, şimdilerde yeni dizisiyle gündemimizde. Nefes Nefese ağustos ayında vizyona girecek. İyi bir babayla kötü bir adam arasında sıkışmış biri rolünde. Bugüne kadar çok fazla kötü karakteri canlandırdı. Kötülüğün antitezini bulabildi mi acaba? “Biz oyuncular insana ait her türlü bilgiye sahip olmalıyız. Kötü ya da iyi bir karakter canlandırmak aslında kendi ruhunuzla ilişkisiz bir bilgi. Kötülüğü seziyorsan bulunduğun yer iyidir.” Tam bir baba tavsiyesi. Yeni rolüyle ironik bir söylem. “Ne hikmetse sokak bana tonton, babacan, torun sahibi, namuslu aile reisinden çok karanlık tipleri yakıştırıyor. Abi sert bir şey oynasan, diyorlar çoğunlukla” diye anlatıyor rolünü. “Burada anlayamadığım bir durum yok aslında. Oyuncu, insanın bütün hallerini bilmeli. Gözü yaşlı şefkatli bir babayla seri cinayetler işleyecek bir cani arasında dans edebilmeli. Belki insanın bütün halleriyle gezinmektir işin cazibesi.” Uğur Yücel’in gerçek hayattaki baba hali de kıyaktır diye geçiriyorum içimden. Sahi nasıl bir babasınız? “Onu oğluma sorun demeyeyim cacıklayıp, çünkü herif benim en yakın arkadaşım hafifliğinden de sıyırarak mesela hayatımda en çok sevdiğim insan. Ben hiç baba olmadım ki. O benim hep canım oldu. Çok özlüyorum onunla yemek yemeyi, yelken yapmayı, dertleşmeyi. Yemek pişirmeyi. Susarak uzaklara bakmayı.” Hayatında önemli yer edinen iki şey daha var; tekne ve deniz. Tekne onun için gitmek yeri. Aniden gitmek ve bir yere varmak istememek. O tekne fırtınalara daldığında, büyük dalgalarla karşılaştığında nasıl başa çıkıyor karanlık tarafla? “Kafayı serinletmek mümkün değil. Nedir kafanı karartan bu muhtelif ? Yani çeşitleri olan şey? Benim evren ve gezegenle sorunum var. Bunu ortalık yerde cart diye söylediğinizde Greenpeace’ci oluyorsunuz. Bu yola çıkanlar cahildir. Cehaletten kastım, hayatın anlamına varmak. Çünkü bütün bilenlerden uzaksınızdır. Bunun ilmine varmak bilgiyle de olacak bir şey değil. Şaşkınlık şüphe neticede. Bir şaşkın olarak doğdum, hiç konuşmadan geçti çocukluğum. Ruh doktoruna götürdüler beni. Meğer akıllıymışım. Aha sana karanlıktan çıkmak.” İnsan uzun masalarda daha da uzun sohbetler etmek istiyor.

“İnsan kendiyle aynada değil ruhta iyi olmalı değil mi? Nereye gidersen git, kendi bulutunu taşırsan güneşi göremezsin. Hayat böyle”

Belki de Uğur’ken politik olmayan, yanına Yücel’i aldığında biraz daha opaklaşan biri olduğundan. “Evet, görünür biriyim. Ama yeterince de politiğim. Hayatı sürdürebilme yönteminde görünmeyen yanlarım var. Yani mesela düşünüp de söylememek. Bu anlamda politiğim. Bu çok üzüyor beni.” Genelde, eminim Brad Pitt için de öyle diyorlardır, ünlüler için televizyonda göründüğünden daha yakışıklı/iyi derler. Her gün aynada gördüğü silüetle nasıl bir diyaloğu var? “Ben kendimi hiç beğenmiyorum fotoğrafta, kamerada. Ama şöyle inceden bir şıklık yapıp aynaya baktığımda ulan fena değilsin be diyorum. Şaka bir yana, insan kendiyle aynada değil ruhta iyi olmalı değil mi? Nereye gidersen git, kendi bulutunu taşırsan güneşi göremezsin. Hayat böyle.” Anlatmadıkları, söylemedikleri onunla birlikte bir gün yok olup gider mi diye endişeleniyor insan. Böylesine aklı ve gönlü açık gerçek sanatçılar artık çok geçmiyor bu topraklardan. Keşke bir kitap daha yazsa, anılarını hikayelerini sonsuzlaştıran. “Yazarken akordum bozuluyor. Yani gitarcı konçertoya başlıyor, sonra bütün akort kayıyor, orkestra salonu terk ediyor. Şef bileklerini kesiyor. İçindeki anlaşılmazlığı anlaşılır hale getirmeye çalışmak çok yorucu.” Metaforlarla dolu konuşmalarını, hayatını özetlerken de kullanıyor. “Abi bu çok güzel sahneydi. Il Postino… Neruda’yla postacı… Galiba şöyleydi postacıyla konuşması. Postacı soruyor: Birine aşık oldum. Ona şiir yazmak istiyorum. Nasıl şiir yazabilirim? Şiir yazmak için metafora ihtiyacın var. Metafor nedir? Hııımm eğer yağmur yağıyor dersen bu gerçektir. Ama içime yağmurlar yağıyor dersen bu metafordur. Benim metaforum koskoca evrenin neredeyse bütününün koca bir boşluk olduğudur. Buradan başlamalı sabaha. Nasıl çıkarız aydınlığa sahne için güzel bir başlangıçtır. Şair üzerinden zenginleşmek. Hep niyetleniyorum şair üzerinden para yapmaya, içim elvermiyor.” Peki ya hayalleri, onların ne kadarını gerçekleştirdi? “Sadece şu” diye anlatmaya başlıyor. “Biz konservatuvardayken Şehir Tiyatroları’nda kadro açılmıştı. Arkadaşlarım iltihak ettiler, ben, ne alakası var devlet memurluğunun, deyip başvurmadım. Babam, oğlum deli misin, işte devlet memuru olacaksın, emekliliğin, zart zurt konuştu. Memur olmamak için hayattan tüydüm. Ben kendi yoluma gideceğim baba, dedim. Hayallerime gideceğim. Neymiş o yol, deli misin sen, dedi. İşte buraya geldik ve sonunda babam haklı çıktı. Sanırım hayatımın son günleri onun tercih ettiği gibi olacak. Emekli memur.” Yerim kalmadı. Bu yazıyı bitirmem lazım. Ama Uğur Yücel’in ürettikleri hiç bitmesin. Hiç emekli olmasın, Bize o, ve onun gibiler lazım. Gönülden.

RÖPORTAJ: Serli Gazer Boyacı FOTOĞRAFLAR: Emre Güven

ELLE, Ağustos 2018 sayısından alınmıştır.

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.