HAVA DURUMU: ÇAMURLA KARIŞIK YAĞMUR
İstanbul’da şakır şakır yağmur yağıyordu. Teknik olarak ilkbaharın ilk günlerinde olsak da, açan çiçeklerin yerini, yağan çamur almıştı. Çekimden bir gece önce birçoğumuz telefonumuzun hava durumu aplikasyonu açık şekilde sızmışız. Çamura değil, güneşe ihtiyacımız var. Sabah yedi sularında uyandığımda yağmur yağmaya devam ediyordu. Çekimle ilgili tüm mesaj gruplarını kontrol ettim. Muhtemelen dış mekandan bir stüdyoya taşınmışızdır diye... Hiç mesaj yok. Bizim ekip mucizelere inanıyor, o an anladım. Yola çıktım. İstanbul’dan 45 dakika uzaklaştıktan sonra Demirciköy’de bir motokros parkurunda yapacağımız çekim mekanına ulaştım. Barış Arduç’un New Balance’la yaptığı iş birliğinden çıkan parçalar çekimin styling’ini belirleyen ana unsurdu. Mood’umuzu ilk gençliğimizi yaşadığımız, serseriliğimizin yılları olan 90’lar belirledi. Bugün hayatlarımızda olan birçok şeyin temelinin 90’larda atıldığını düşünürsek, bu bir nevi ilk aşklarımıza, ilk flörtleşmelere, ilk arkadaş gruplarımıza bir gönderme oldu... Efsane fotoğrafçılar Herb Ritts, Peter Lindbergh’in tekniklerinden ilham aldık, Kilyos’ta çamur tepelerinin ortasına kocaman bir set kurduk. Barış’ın başı çektiği arkadaş grubumuzu şehrin cool millenyallerinden oluşturduk.
RÖPORTAJIN DEVAMI İÇİN FOTOOGALERİYE TIKLAYIN.
YAZI: SERLİ GAZER BOYACI
FOTOĞRAFLAR: KORAY BİRAND
STYLING: HAFİZE ÇELİKTÜRK & OĞUZ EREL
ELLE NİSAN SAYISINDAN ALINMIŞTIR.

HAVA DURUMU: ÇAMURLA KARIŞIK YAĞMUR
İstanbul’da şakır şakır yağmur yağıyordu. Teknik olarak ilkbaharın ilk günlerinde olsak da, açan çiçeklerin yerini, yağan çamur almıştı. Çekimden bir gece önce birçoğumuz telefonumuzun hava durumu aplikasyonu açık şekilde sızmışız. Çamura değil, güneşe ihtiyacımız var. Sabah yedi sularında uyandığımda yağmur yağmaya devam ediyordu. Çekimle ilgili tüm mesaj gruplarını kontrol ettim. Muhtemelen dış mekandan bir stüdyoya taşınmışızdır diye... Hiç mesaj yok. Bizim ekip mucizelere inanıyor, o an anladım. Yola çıktım. İstanbul’dan 45 dakika uzaklaştıktan sonra Demirciköy’de bir motokros parkurunda yapacağımız çekim mekanına ulaştım. Barış Arduç’un New Balance’la yaptığı iş birliğinden çıkan parçalar çekimin styling’ini belirleyen ana unsurdu. Mood’umuzu ilk gençliğimizi yaşadığımız, serseriliğimizin yılları olan 90’lar belirledi. Bugün hayatlarımızda olan birçok şeyin temelinin 90’larda atıldığını düşünürsek, bu bir nevi ilk aşklarımıza, ilk flörtleşmelere, ilk arkadaş gruplarımıza bir gönderme oldu... Efsane fotoğrafçılar Herb Ritts, Peter Lindbergh’in tekniklerinden ilham aldık, Kilyos’ta çamur tepelerinin ortasına kocaman bir set kurduk. Barış’ın başı çektiği arkadaş grubumuzu şehrin cool millenyallerinden oluşturduk.

KARAVAN: İÇİNDE BİR BARIŞ ARDUÇ BULUNAN
Karavanında, üstünde New Balance eşofmanlarıyla otururken yanına sızıyorum. Aklıma ofisteki 25 yaş altı kızların Barış’ı kapak çekeceğimizi duyduklarındaki yüz ifadeleri geliyor. Anlam veremediğim o bakışlar, Barış’la göz göze gelince mana buluyor. Televizyonda gördüğünüzden çok daha yakışıklı. “Çok uyumlu, birlikte vakit geçirmesi çok keyifli, yaşından çok daha olgun, tecrübeli ve köklü bir adam” diyor onun için yakın arkadaşı Önder Öztarhan. New Balance’la iş birliğine bir şekilde ön ayak olan, Vepa Grup Yönetim Kurulu Başkan’ı Önder, aynı zamanda Barış’ın antrenman arkadaşı. “Köklü derken?” diye soruyorum. “İnsanın köküne bakacaksın, bir ağacınkine bakar gibi derdi bir büyüğüm. Sağlam olacak. Barış da öyle biri işte.” Spor yaptıkları kulüpte tanışan ikilinin sohbetleri önce arkadaşlığa, sonra da bir şekilde iş ilişkisine dönüşüyor ve Barış’ın yaşam tarzı ve felsefesinden ilham alınarak tasarlanan Barış Arduç X New Balance koleksiyonu ortaya çıkıyor. “Tamam, New Balance’a koleksiyon yapalım ama bunu kişisel bir hale nasıl getirebiliriz diye düşünürken aklıma retina, parmak izi ve ses dalgasının çok kişiye özgü olduğu geldi. Hatta ses dalgaları da çok o ana ait bir şey. Ertesi gün bile değişebilir. Böylece benim için önemli olan yedi değeri seslendirdim ve dalgaları tasarımların üstlerine konumlandırdık” diye anlatıyor.

SAVAŞÇI KAMPINDA: 7 TEMEL İLKE VE 1 ADAM
Saygı, sadakat, onur, merhamet, dürüstlük, doğruluk ve cesaret... “Savaşçı’nın 7 İlkesi diye bir şey vardır. Benim bulduğum ilkeler değil bunlar ama hayatımda her zaman sahip olmayı istediğim değerler.” Bu yedi kelime, Barış onları okuduğu sırada oluşan ses dalgalarıyla New Balance tişörtlerine, hoodie’lerine, eşofmanlarına konuyor. Zaman ve mekan gibi sınırlandırmaları tanımayan basic’ler, 90’ların sokak stillerinden günümüz “athleisure” trendine uyarlanıyor. Siz bu satırları okurken Barış, Phuket’ye doğru çoktan yola çıkmış olacak. Jiu Jitsu, Muay Thai, Kick Boks gibi dövüş sporlarının olduğu bir kampa doğru... “Spor yapmak hem mental hem de fiziksel olarak insanı tatmin eden bir şey. Başka branşlar deneyerek kendimi zorlamayı da seviyorum. Bu konuda biraz yetenekli olunca güzel övgüler alıyorsun, bu da seni motive ediyor ve hepten peşine düşüyorsun” diyor.
BEYAZ PERDEDE: ANTİ KAHRAMANLIK HİKAYESİ
Bu kadar dövüş sporu ve eğitiminin ardından Barış Arduç’u klasik kusursuz, yakışıklı, romantik bir Türk erkeği karakterinden ziyade, arızaları olan, kimi zaman saçmalayan, hatalar yapan, “gerçek” bir anti kahraman olarak sinemada izlemek istiyor insan ya da sağlam bir aksiyon filminde... Zaten kendisinin de izlemeyi tercih ettikleri arasında da hep anti kahraman filmleri varmış. Keanu Reeves’in John Wick’ine bayılıyor mesela. “Daha yaşayan ve gerçek bir kahraman canlandırmayı isterdim. Her kahramanın kusuru var ya, beni o cezbediyor sanırım. Biz böyle yanlışları olmayan, hep doğru kararlar veren adamları görüyoruz ekranda. Hataları olan, belki bazen fevri davranıp kötülük de yapabilen bir adamı oynamak bana iyi gelebilir.”

DERİNE DALIŞ: ÖZÜNDE BİR BARIŞ
Barış şu sıralar olduğu yerden memnun ve mutlu. Bu durumu sadece popüler olmakla sınırlandırmamak lazım. Popülaritenin getirdiklerini ve götürdüklerini değerlendirdiğinde, hayatına kattıklarının ağır bastığını söylüyor. “İlgi görmek çok güzel ve çok bunalıyorum gibi şımarıklıklara girmeyeceğim ama eskisi kadar özgür olamadığım da bir gerçek. Şu an hayatım spor salonu ve evden ibaret ama mutluyum.” Peki ya popülaritenin getirdiği egolar... Onda var mı ve ne zaman ortaya çıkıyorlar? “Sporcu tarafımdan ele alacağım bu soruyu. Çok hakim olduğunuz bir konuda rakiplerinizle ya da kendinizle yarışırken, yapabilirim dediğiniz anlarda, bir şeyi beceremiyorsanız egonuz bazen devreye giriyor. Önemli olan onu kontrol edebilmek. Neyse ki bunu becerebiliyorum. Çok fazla egom yok. Hiç yok da diyemem tabii, herkesin vardır...”
GELECEĞE DÖNÜŞ: BİR ZAMANLAR HAYAL ETTİKLERİN, BUGÜNKÜ GERÇEKLİĞİN
Hayal etmek insanoğlunun en büyük motivasyonu. Söz konusu Barış Arduç olduğunda da bu tez doğrulanıyor. O şanslı kısımdan; eğer üstüne gidersen bir şeyin hayal olarak kalmayacağını, gerçeğe dönüşebileceğini bilenlerden. “Yok abi, o olmaz dememek lazım, her şey olabiliyor, her şey çok mümkün. Aslında şu an yaşadıklarım benim için bir zamanlar gerçekten hayal olan şeylerdi.” Hayattaki derdi mutlu olabilmek ve iyi işler yapabilmek. Bu yüzden yazıyor mesela. Yıllardır çekmeyi planladığı fakat bir türlü çekemediği iki kısa film yazmış. Bu hayatta neyin peşinde olduğunu sorgulamadan edemiyorum. “Öncelikle tabii ki mutlu bir adam olmanın peşindeyim. Bu da bencillik yaparak, sadece kendimi mutlu etmekle olmaz. Etrafını, yaşadığın toplumu mutlu etmekle ilgili bir şey... Sonuçta herkes her şeyden etkileniyor. Her madde birbiriyle etkileşim içinde. İyi adam olmanın peşindeyim. Kimseyi üzmemenin, yaptığım işi düzgün yapmanın, etrafımı pozitif anlamda etkilemenin ve sonra onu bir zincir halkasına çevirip herkesin mutlu yaşadığı bir dünyada yaşamanın derdindeyim. Başka bir derdim yok.” Soruyorum: Peki şu an mutlu musun? “Mutluyum”. Ve yağmur durur. Güneş açar. Çekim başlar.