BİR GÜZEL İNSAN : SERKAN ALTUNORAK

Saatlerce sohbet edebileceğiniz, hayatın anlamı ve aşkla ilgili söyledikleriyle sizi düşündürecek, mütevazı, zarif ve çok yakışıklı bir bilge, Serkan Altunorak.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 30 Mayıs 2017

Okumaya fazlaca alıştığımız oyunculuk hikayeleri vardır. Çocukken okulun tiyatro kolunda sahneye çıkılır, sonrasında üniversitede bambaşka bir bölüm okunsa da oyunculuk hayali devam eder ve art arda ajans serüvenleri başlar. Bir çocukluk hevesi olarak değil, 10 yaşında başladığı dublaj serüveniyle oyunculuk dünyasından emin adımlarla içeri girer Serkan Altunorak. “O yıllarda oyunculuk kararımı kimseye söylemeden ya da kimse bunu bana sormadan tek başıma bilinçaltımda vermiştim,” diye anlatıyor. İçgüdüsel olduğu kadar yüzde 100 bilinçli, programlı ve aşkla çizilen bir yolculuk onunkisi. Ankara’nın kültürel zenginliği soluyarak büyüyen, günde üç film seyretmek için Kavaklıdere’den Kızılırmak sinemalarına koşan, Hacettepe Üniversitesi’nde oyunculuk bölümünden mezun olduğu günün ertesinde kafasına koyduğu gibi hemen Amerika’ya giden, DePaul’e kabul edilen ilk Türk öğrenci unvanını kazanan, kendi deyimiyle orada, Amerika’da aslında en çok hayatta kalmayı öğrenen ve İstanbul’a dönüşünde yaşadığı bu tecrübelerin ışığında tüm enerjisi ve gücüyle en büyük amacını oluşturan oyunculuğa tüm varlığıyla sarılan birini düşünün.

Böyle sağlam bir altyapıyı sırtlanıp yolculuğuna devam eden Serkan Altunorak’la sohbet ederken bu röportaja sığamayacak kadar derin mevzulara girdiğimizi fark ediyorum. Farkındalığı yüksek her insan gibi içinde yaşadığımız ülkeyle, kadın olmakla, oyunculuğu mükemmel şekilde icra edebilmekle, ne olursa olsun değişmemekle ilgili kafasında dolaşan binbir soruya yanıt arıyor evet ama hayatta kendi deyimiyle tam da yanında akıp giden ve çok da müdahale edemediği bir “kanal” olduğunun bilincinde. O yüzden seviyor durup dinlenmeyi, dinlemeyi...

Onu bu yoğun hayatında en çok dinlendiren, “Başıma gelen en güzel şey” dediği köpeği Aspen olsa gerek. Yanı başımızda Aspen ve onun yaydığı huzurla başlıyoruz sohbete...

ELLE: Çocukluğunuza dair nasıl anılar var kafanızda?

SERKAN ALTUNORAK: Ankara’da sakin, dingin ve şanslı bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Kendime ait bir dünyam vardı. Bisiklete biner, ağaca tırmanır, sürekli spor yapar, resim ve boyamayla uğraşır, Lego’larla oynardım. Mutlu bir çocuktum ben...

ELLE: Peki ya oyunculuk planları?

S.A.: Aslında her şey dublajla başladı. Çok meraklı bir çocuktum. “Ben de dublaj yapmak istiyorum” dedim ve babamın TRT’de bir tanıdığının aracılığıyla başladım. O dünya ve o yaşta oyuncularla birlikte olmak çok hoşuma gitti. İşte o yıllarda oyunculuk kararımı kimseye söylemeden ya da kimse bunu bana sormadan tek başıma bilinçaltımda vermiştim. Ve bu asla bir çocukluk hevesi değildi.

ELLE: 10’lu yaşlarda meslek kararı vermek büyük olgunluk...

S.A.: Ben asla başka bir meslek düşünmedim. Küçükken sürekli video kasetlerden film izler, tam bir kültür şehri olan Ankara’nın kült sinemalarından Kavaklıdere ve Kızılırmak’tan çıkmazdım, günde üç film seyrederdim. Bir filme gitmek için on gün önceden bilet aldığımı hatırlıyorum. Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciyken (tiyatro bölümü mezunu) bir gün yemekten sonra sokağa çıkmak üzereydim. Yine sinemaya gidiyordum. Babamın şu sözünü hiç unutmam: “60 yaşına geldiğinde çok sıkılacaksın, çünkü televizyonda izleyecek hiçbir film bulamayacaksın.” Gerçekten de hayatım film izleyerek geçti.

AMERİKA’DA NELER OLDU?

ELLE: Amerika’da hem hayatla hem de oyunculukla ilgili harika tecrübeler edindiniz.

S.A.: Amerika’ya oyunculuk eğitimi almak üzere gittim. Hacettepe’de üçüncü sınıftayken dört aylık bir yaz programı için Juilliard Müzik Okulu’na devam ettim. Çok mutluydum, orada hem çok farklı ama aynı zamanda da bana çok benzeyen insanlarla tanıştım. Hocalarım bana bir an önce okulumu bitirip tekrar Amerika’da eğitimime devam etmek üzere gelmemi salık verdiler. Gerçekten de böyle oldu. Hacettepe’den mezun olur olmaz, diplomamı bile almayı beklemeden tekrar Amerika’ya uçtum. Ailem pek sıcak bakmasa da bu duruma, kararımı vermiştim ve aklıma koyduğumu yaptım. Oyunculuğun teknik tarafını öğrenmek istiyordum. Çok zorlu sınavlardan sonra DePaul Üniversitesi’ne kabul edilen ilk Türk öğrenci oldum. Ama bazı aksilikler sonrası Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım.

“HAYATTA PİŞMANLIKLARA YER YOK”

ELLE: Amerika’da kalsaydınız hayatınızın nasıl olacağı üzerine çok düşündünüz mü?

S.A.: Hayatta pişmanlıklara yer yok. Demek ki hayatıma bu şekilde devam etmem gerekiyormuş. Biz bir şeylerin gerçekleşmesi için ne kadar çabalarsak çabalayalım aslında aklımızda olmayan bambaşka bir durumla karşılaşıyoruz. Hep yanımızda akan ve bilmediğimiz bir kanal var. Sanırım oraya çok fazla müdahale etmek iyi bir şey değil. Teslimiyetçilik değil bu, biraz dinlemek ve beklemek. Eskiden hep benim istediklerim gerçekleşsin diye didinip dururdum. Yaşadıkça ve düşüp kalktıkça çok şey öğrendim. Amerika’da bulunduğum sürede  aslında tek başıma, 20’li yaşlarımın başında hayatta kalmayı öğrenmişim ben.

ELLE: Başka neler öğrendiniz bu hayattan?

S.A.: Daha sakin ve toleranslı olmayı, empati kurabilmeyi, daha sevgi dolu olup mutlu olmayı başarabilmeyi, gezip görmeyi, anı yaşamayı öğrendim. Yaşadığımız dünya yeterince zor, karmaşık ve enerjisi çok yoğun. Dolayısıyla bu yoğun enerjinin içinde kaybolup gitmektense sabit durup görmeyi, dinlemeyi ve bakabilmeyi tercih ediyorum.

ELLE: Birçok dizide oynadınız. Kariyerinizin doruk noktasının “Muhteşem Yüzyıl” olduğunu söyleyebilir miyiz?

S.A.:

DOT’ta sahnelediğimiz “Kürklü Merkür”le insanların beni oyuncu olarak görmeye başladıklarını, bu oyunun kendimi oyuncu olarak gösterebildiğim en doğru platform olduğunu söyleyebilirim. Biyografik bir karaktere hayat vermek en büyük hayalimdi.  “Muhteşem Yüzyıl”la bu hayalimi gerçekleştirdim. O role hazırlanmak için Taşlıcalı Yahya karakteriyle ilgili 250 sayfalık bir üniversite tezi okudum. Çok büyük bir sorumluluktu bu karakteri canlandırmak. Bu dizinin, bana kazandırdığı tecrübe ve dostluk açısından hayatımda bambaşka bir yeri var.

ELLE: Şimdilerde “Cesur ve Güzel” dizisinde Bülent rolünde izliyoruz sizi. Bülent’ten konuşalım biraz...

S.A.: Bülent tekin olmayan bir karakter ve ben bu adamın tekin olmama durumunu çok seviyorum. Parayı ve gücü arzulayan bir insan. Aslında çok zor bir durumda. Evlenme teklifi ettiği gün reddediliyor ve sevdiği kadın başka bir erkeğe gidiyor. Yaptıklarına hak veriyorum ama ben asla onun gibi davranmazdım. Hiç aptal değil, zekice ilerliyor, insanları kullanıyor ama bir yandan da kendini kullandıracak kadar saf. Kısaca Bülent sıradan bir televizyon karakteri değil, altı dolu, sebep-sonuç ilişkileriyle yürüyen biri.

“BİLDİĞİM TEK ŞEY, ASLA DEĞİŞMEYECEK OLMAM!”

ELLE: Hiç Amerika’ya dönmeyi düşündünüz mü?

S.A.: Tam 15 yılımı İstanbul’da geçirdim. Bence her oyuncunun bir merkezi olmalı ve benim merkezim de İstanbul. Burada başladım, çalıştım, didindim, çok zor zamanlar da geçirdim, pes etmedim ve her şeye rağmen devam ettim. En beş parasız zamanımda bile oyunculuk dışında başka bir şey yapmayı düşünmedim. Konsantrasyonumu bozmamak adına kendime asla bir alternatif yaratmadım. Oyunculuğa, bu şehre odaklandım. Evet, uluslararası bir kariyerin hayalini çok kurdum ama içinde rol aldığım diziler buna fazlaca katkı sağladı.

ELLE: Bu ülkeyle ilgili neleri değiştirmek isterdiniz?

S.A.: Bildiğim tek şey benim asla değişmeyecek olmam. Ben sadece buna izin vermeyeceğim. Ben herkesin istediği gibi olamam, zaten de olmadım. Değişmemek için de her şeyi göze alırım. Biz yıllardır bu topraklarda bir arada yaşadık ve bundan rahatsızlık duymadık, şimdi ne oldu? Sevgisizlik büyüyüp saygı ve tahammül giderek azalırken daha özverili olmaya, daha çok empati kurmaya gayret etmeliyiz.

ELLE: Gerçekten hiç mi değişmediniz. Şöhret nasıl etkiledi sizi?

S.A.: Değişmemeye gayret ediyorum. Belli bir denge kurmaya çalışıyorum hayatımda. Bol bol seyahat ediyorum, en büyük lüksüm gezmek. Yakın zamanda Uzak Doğu ve İskandinav ülkelerini gidip görmek istiyorum. Çok fazla gece hayatım yok, hobilerim var. Bir müzik grubum var, stüdyoda çalıyoruz. 

ELLE: Kendinizde en çok eleştirdiğiniz huylarınız neler?

S.A.: Becerebilseydim kafamı susturmayı çok isterdim. Kafam gece uyurken ya da bir şey izlerken bile hiç susmuyor. Keşke bir yerlere kaçabilsem ve dokuz saat uyuyabilsem. Ben eskiden çok daha fevri, daha dediğim dedik bir insandım. Yıllar geçtikçe hayat insanı törpülüyor, kırıp döküyor, sonra yeniden topluyor. O yüzden elimden geldiğince önyargılarımdan kurtulup empati duygusunu kaybetmeyen bir insana dönüşmeye özen gösteriyorum. Etrafımda olup biten olumsuzluklardan çok çabuk etkileniyorum. Hemen hemen her şeyle ilgili sebep-sonuç ilişkisi kurarım. Kafamın hiç susmaması da sanırım bu yüzden.

PAT DİYE AŞIK OLMAM, ŞIPSEVDİ DEĞİLİM!”

ELLE : Şu an aşık mısınız?

S.O: “Şu an aşık değilim. Ama oldum tabii. Sanırım mantık insanıyım ben, öyle pat diye aşık olmam, şıpsevdi değilim. Ölçüp tartarım, aklıma yatarsa kimseyi takmam.” NE YAPARSINIZ? “Aslında çok da fazla bir şey yapmama gerek yok (gülüyor). Sadece gerçek beni görmesini sağlarım. Hepimizin edindiği roller var hayatta ve ben bunları zaten bir oyuncu olarak minimuma indirmeye çalışıyorum. Aşk yaşarken kişi aslında en çıplak halini gösteriyor karşısındakine. Dolayısıyla ben de elimden geldiğince bunu yapmaya gayret ederim.” AŞK ACISI “Bazı şeyler olmayınca olmuyor; çok da zorlamamak gerek. Fakat bir insanın aşk için yapamayacağı şey yokmuş, bunu bizzat yaşadım. Hatta kendime bile çok şaşırdığım dönemler oldu. ‘Zaman her şeyin ilacı’ sözüne çok inanıyorum gerçekten. Ancak zamanla her sey yoluna girse, hayat devam etse de içerilerde bir yerde ufak da olsa onu hep yanınızda taşıyorsunuz...” HAYATINIZDA BAŞINIZA GELEN EN GÜZEL ŞEY? “Köpeğim Aspen. Onu sokakta bulduğumda bir buçuk yaşındaydı, şu an üç buçuk. Aspen bambaşka bir ruh. Onunla dünyayı geziyoruz, birlikte Amerika’ya gittik.”

“RESİM YAPMAK İNANILMAZ BİR TERAPİ”

ELLE: Size nasıl bir kadın çekici gelir?

S.A.: Zeka her şeyin başında gelir. Özgüven, kadının kendi ayakları üzerinde durması, komik olması ve beni güldürebilmesi önemli kriterler. Ben de öyle görünmesem de gülmeyi ve güldürmeyi çok seviyorum. Genel olarak olduğundan farklı görünmeye çalışan insanlardan uzak durmaya çalışıyorum.

ELLE: Zor mu oyuncu olup aşk yaşamak, özel hayatını sürdürmek?

S.A.: İnsanlar beni televizyon ya da tiyatrodan tanıdıkları için hakkımda kulaktan dolma fikirleri var. Mesela canlandırdığım bir karakteri beğenmiyor, beni antipatik buluyor ama ben o değilim ki. Dolayısıyla aşkta karşı taraf hep bir sıfır önde başlıyor. Bir süre sonra kendimi karşı tarafa anlatmak yorucu gelebiliyor. Ama hayatta herkesin bir ruh eşinin bulunduğuna inanıyorum. Benim de karşıma çıktı güzel insanlar ama yanlış zaman ve farklı dengeler zorluyor ilişkileri.

ELLE: Evlilik ve çocuk sahibi olmakla ilgili neler düşünüyorsunuz?

S.A.: Çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum, dünya çocuk getirecek kadar güvenli bir yer değil. Ben 10 sene sonramı öngöremediğim bir hayata asla çocuk getirmem. Bu arada getirenlere de büyük saygım var. Ama hayat bu, büyük konuşmamak gerek. Bir sene sonra beni kucağımda çocukla da görebilirsiniz. Karşıma öyle biri çıkar ki tüm bu söylediklerimi yutarım. Mantığım bana çocuk yapmamamı söylüyor ama bir gün bir evladım olursa onun için her şeyi göze alırım.

ELLE: Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz?

S.A.: Her koşulda hiç aksatmadan haftada beş ya da altı gün spor yapıyorum. Bunun yanında çocukluğumdan kalma bir alışkanlık olan resim hayatımda önemli bir yer kaplıyor; resim benim için inanılmaz bir terapi. Bu ara sıklıkla yeni tiyatro metinleri inceliyorum, önümüzdeki sezon için yeni bir oyuna karar vermeye çalışıyoruz. Bunun dışında bugünlerde “The Stanley Kubrick Archives” kitabını zevkle okuyorum. 

Dergide Bu Ay

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

ELLE Nisan Sayısı Çıktı!

Yeni sayımızın kapağında oyuncu Hazar Güçlü var.

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.